Gençlik ve ideoloji

Gençlik ve ideoloji
İdeologları ağır bir dille suçlamıştı Napolyon. Onlar, kendisinin birleştirmek istediği toplumu bölüyorladı çünkü.

Napolyon sadece Fransa’daki ideolojilere değil, Avrupa’daki bütün ideolojilere karşıydı. Zira o, Avrupa’yı da birleştirmek istiyordu. (Bugünkü Avrupa Birliği’nin de fikir babası Napolyon’dur zaten.)

Pragmatikti, hedefi de imparatorluğunu yeni bir Roma haline getirmekti. Karşısındaki bütün direnişleri kırabilmek için mesela Kahire’yi ele geçirdiğinde besmele ile başlayan ve Peygamber Efendimiz (sas)’i öven bir bildiri dağıttırmıştı. Amacı, halkı çeşitli şekillerde sevk edebilecek mekanizmaları kırmak ve yerine kendisininkini ikame etmekti.

Napolyon’dan beri ideolojiler, yöneticilerin en fazla korktukları tehlikeli mayınlar oldu. Gerçekten de tehlikeli birer mayındı onlar.

Din kadar insanları bağlayıcıydı; ancak görüntüsü “bilimsel”di. Çağın ulaştığı bilimsel sonuçları sömürüyordu onlar gerçekte. Birer parazit gibi bilimlerin üzerine abanmış, onların kanını emerek semiriyorlar; ancak iş bilimsel metodunu tartışmaya geldi mi, karşısındakinin boynuna “tarihin güçlerine karşı gelen” bir gerici yaftasını tereddütsüz asıyorlardı.

Bir yandan dinin mensuplarına verdiği heyecanı, coşkuyu yalancı bir dolma kadar başarıyla meftunlarına zerk ediyor, onları önce duygularından yakalıyordu. Öbür yandan da bilimlere geçirmiş pençesini, ondan işine gelen parçaları koparıp kendi vücuduna dönüştürüyordu.

Modern dünyada dinin bıraktığı boşluğu, bu özellikleriyle ideolojiler istila etti. İdeolojileri tam olarak tespit etmek, avucuna alıp yakalamak bu yüzden her babayiğidin harcı değil. Devekuşu misali, kendilerini incelemek isteyen sosyal bilimcilere sürekli farklı bir yüzünü gösterip diğerlerini gizleyerek çıkartmadığı zorluk kalmadı bugüne kadar. İşte bu yüzden ideolojiler hala ayakta.

Bir zamanlar “ideolojilerin sonu”ndan söz edilmişti. Daniel Bell’e göre, artık ideolojilere gerek kalmamıştı postmodern dünyada. Ama var, hala var onlar… Hem de her zaman, yanıbaşımızda… Ne kendisini tartışmaya açıyor, ne de başkasıyla tartışmaya giriyor. Onun her dediği doğru çünkü. Niye tartışsın ki!

Din’in kendisi de tartışılmaz. Ancak din, tartışılmasını istemediği noktalarda bir “din” olarak kaldığının bilincindedir ve bunu saklamaz.

Ama ideoloji, hem tartışılmamak, hem de “bilimsel” kalmak istiyor. Hem dokunulmamak, tabu olarak kalmak, hem de en son bilimsel gelişmelerle uyumlu olduğunu, onlar tarafından doğrulandığını “ispatlamak” istiyor. Hep haklı çıkmak istiyor açıkçası.

Fakat hep haklı çıkmak tutkusu, bilimsel midir? diye sorduğunuzda, bu defa tekneyi sallamakla itham edileceksinizdir. Başka çaresi yoktur çünkü ideoloğun. Ünlü bilim felsefecisi Karl Popper, Darwinizmin de, Marksizmin de, Freudculuğun da aynı hastalığa yakalanmış olduğunu düşünüyordu. Onlar ve benzerleri, hep haklı çıkmak istiyorlardı çünkü.

Oysa sonuçlar önceden verilmez bilimde. Deney, gözlem, araştırma, tahlil gibi yorucu işlemler sonucunda ne çıkarsa bahtınıza! Sonuç, önceden belli olduğunda, önceden bilindiğinde, bu düpedüz şikeli bir maçtır ve bilim tarafından kabul edilemez. Bir varsayımla araştırmaya başlar, ulaştığınız verilerle bir hipotez kurar, sonra bu hipotezi sınarsınız. Sınama sonucunda yanlış da çıkabilir varsayımınız, doğru da.

Ama ideolojiler, bilimlerin hep sonuçlarıyla ilgilenirler ve sonuçların önceden bilinebileceğini ileri sürerler.

Stalin dönemindeki Lyssenko hadisesi bunlardan biridir. Nazi Almanya’sındaki Philip Lenard’ın bir Deutsche Physik, bir Alman Fiziği geliştirme teşebbüsleri de sonucu önceden belli sözde bilimsel çalışmalardı. Aslında onları yönlendiren, tartışılmaz olarak kabul ettikleri ideolojilerdi. Ama her ikisi de, tarihin ayıp sayfalarına gömüldüler. Bugün Lyssenko da, Lenard da, uzmanlar dışında esamisi okunmayan “bilimciler” olarak hatırlanıyorlar.

Lyssenko da, Lenard da ideolojilerin gaflet mezarlıklarına gömüldüler; ama yenileri sürekli üremeye devam ediyor. Onlar hiç eksik olmadılar ki! Ellerinden gelse bütün din ve bilim tarihini, ideolojileri doğrultusunda yeniden yazabilecek kadar dogmatikler! Yazmaya çabalıyorlar da zaten.

Dimdik ayakta, ideolojilerinin arkasındalar! Özellikle de gençler. Siyaset Meydanı’ndaki dogmatizmleri gerçekten görülmeye değerdi!

Bir yanıt yazın