Halkçı Osmanlı

Halkçı Osmanlı
Adamın yatmadan önce vazgeçemediği itiyadlarından birisi, önce sağ ayağındaki terliği çıkartıp yere atmakmış, sonra da sol ayağındakini.
Alt kattaki komşu da çıkardığı bu son iki sesi duyar, onun yattığından emin olduktan sonra yatağına girermiş. Yine bir gece alt kattaki adam oturmuş yatağına, beklemeye başlamış sevgili komşusunun terlik seremonisinin bitmesini. “Evet, geldi yatağa, oturdu, işte birinci terlik, şimdi ikincisi…” O da ne? İkinci terliğin sesi yok. Bekliyor yok, evin içinde volta atıyor yok, duvarları kapıları dinliyor, yok yok. Uyku girmiyor saatlerce gözlerine ve gece yarısı üst katın kapısına dayanıyor. Adam mahmur mahmur kapıyı açarken bizimki patlıyor: Yahu atacaksan at artık şu terliği!”
Yarıda bıraktığımız Haciye Sabah’ın hikâyesi de buna döndü. Şaka yollu takılan sevgili okurlarım bile oldu, ‘Ne oldu terliğin teki?’ diye. Sonunda gördüğünüz gibi bana kaçacak delik bırakmadılar.
Öyleyse hafızamızı yoklayalım mı biraz?
10 Ağustos günkü yazımda Amerikalı Osmanlı tarihçisi Leslie Peirce’in dumanı üstünde kitabı “Morality Tales”den bahsetmiştim. Kitap, Osmanlı yöneticilerinin 1541’de, çeyrek asır önce Memluklardan fethettikleri Gaziantep’teki uygulamalarından çarpıcı örnekler zikrediyordu. Kitabın temel iddiası, Memluk yönetiminden Osmanlı yönetimine geçerken Antep sakinlerinin nasıl bir dönüşüme uğradıkları, yeni yönetimle giriştikleri pazarlıklar, Osmanlı kadılarının bölgenin yapısına, sosyal hayatın karmaşıklığına göre hukukî normları nasıl esnettiklerini ve uygulamada tercihlerini nasıl halktan yana kullandıklarını göstermek.
Haciye Sabah, kadınları aydınlatmak için çırpınan Antepli yaşlı bir kadın (Haciye, “kadın hacı” demek). Bildiklerini çevresindeki kadınlara anlattığı yetmiyormuş gibi, bir de parasıyla erkek hocalar tutup kendi evinde kadınlara ders ve vaaz verdirmiş. Bazan da kadınları eğlendirmek için eve bir meddah gelip kadınlara ibret verici hikâyeler anlatırmış. Bir bakıma evini resmen bir dershane haline getirmiş.
Derken meddah, başının derde girdiği bir gün, mahkemede Sabah’ın evinde kadınlara hikâyeler anlattığını ağzından kaçırmış. Bunun üzerine soruşturma ciddiyet kazanmış. Vaiz İbrahim ile Haciye Sabah derdest edilip Kadı’nın huzuruna çıkartılmışlar. “Kızları, yeni gelin ve kadınları evimde bir araya getiriyorum. Nezih oğlu İbrahim ve iki yeni yetme şakirdiyle konuşarak onları bir aylığına tuttum. Her gün evime getirdiğim kızlarla genç gelinlere vaazlar verdirdim… Bu tür şeyleri geçimim için yapıyorum.”
Bu savunmasına rağmen Haciye Sabah’ın, meşru ve makul olmayan işlere karıştıkları gerekçesiyle Vaiz İbrahim ile birlikte şehirden geçici olarak çıkartılmasına karar verilir.
Az daha unutuyordum, erkek komşuları ise mahkemeye gelerek o evde gerçekte “Kızılbaş” metinlerine ve törenlerine giriş eğitimi yapıldığını ve kendi çoluk çocuklarının da bu gayri meşru eğitimden etkilenebileceklerini, tedbir alınmasını istemişler.
Anlaşılan, bu ikinci şikayet, o sıralar gündemde olan siyasî bir kavgaya, İran’dan gelen Safevi kaynaklı Kızılbaş propagandası tehdidine dayanıyordu. Bir başka deyişle iki cinsten yabancıların bir araya gelmesinden rahatsız olan mahalle sakinleri bunu siyasî bir tehdit kılıfına bürüyerek mahkemeye aksettirmeyi tercih etmişlerdir ki, bugün başörtüsünün, siyasî alana çekilerek araçlaştırılmış bulunması bunun sadece geçmişteki bir alışkanlığımız olmadığının en bildik delilidir
Haciye Sabah, ifadesinde yetkililere, “Bu tür şeyleri geçimim için yapıyorum” derken aslında Osmanlı idaresinin yeni fethettiği şehrin hayatına getirdiği değişime de işaret ediyordu. Memlukler zamanından beri aynı ders organizasyonlarını yapmakta olan kadına o vakte kadar karışan görüşen olmamıştı. Böylece gecekonducuların kameralara söyledikleri gibi, ‘Bu suç idiyse neden kimse önceden bir şey demedi’ yollu bir savunmaya girişmiş, suçun bizatihi kendisinde değil, suçlayanların gözünde olduğunu ima etmişti. Doğrusu yaman bir savunma. Anlaşılan, bu sapkınlık suçlaması karşısında daha ağır bir hüküm bekleyen komşular, Kadı Hüsameddin’in şehirden sürgün kararıyla yetinmek durumunda kalmışlar. Zira kadın, eski bir töreyi takip ettiğini söyleyince, kendisinden önceki gelenekleri de Şeriatın yanında meşru bir kaynak olarak kabul eden Kadı’nın eli ayağı bağlanıyordu. Bir yanda toplumun tepkisi, öbür yanda evvel eski bu işi yapmakta olduğunu iddia eden bir kadın.
Şehirden uzaklaştırılma cezası ise bütün tarafları memnun eden muhteşem bir formül olmuş Peirce’e göre. Hem mahalle halkının tansiyonunu düşürmüş, hem de eskiden beri bu işi yaptığı iddiasındaki sanığa atfedilen suçun hafifletilmesini sağlamış, tabii bu arada devletin ihtilafları bastırma konusundaki kararlılığını da sergilemiştir. Böylece hem adalet sağlanmış, hem toplumla ters düşülmemiş, hem de devletin eski Memluk halkına esnek bir pazarlık politikasıyla muamele edeceğinin işaretleri verilmiştir. Bir davada birkaç kuş vurulmuştur deyim yerindeyse.Osmanlı idaresi, gittiği bölgelere bu şaşırtıcı uyum yeteneğiyle yerleşiyor ve halkın talepleriyle adaletin gereklerini uyuşturmayı başarıyordu. Tabii devletin azametinden taviz vermeden.
Terliğin ikincisi düştü işte. Artık rahatça uyuyabilirsiniz sevgili okurlar!

Bir cevap yazın