Hilmi Yavuz’un polemikleri

Hilmi Yavuz’un polemikleri

Hilmi Yavuz’u size ayrıca anlatmama gerek yok, çünkü kendisi neredeyse 5 yıldır Zaman’ın sürekli yazarı. Önce ayda bir yazdığı Pazar Yazıları’nı, ardından Kültür Sayfası’ndaki Zaman Yazıları’nı, şimdi de Kültür Sayfası’nın bitişiğindeki Fikir Platformu sayfasında aynı başlıkla cuma günleri yazdığı yazıları eminim siz de benim kadar zevkle, öğrenerek ve düşünerek okuyorsunuzdur. (Hilmi Yavuz’un bir özelliği de, pazar ekinde yazan İrfan Külyutmaz’la ‘içtikleri su ayrı gitmeyen’ kadim dost olmalarıdır!)

Kütüphaneme giren ilk kitabı Bedrettin Üzerine Şiirler’in bendeki nüshasına “12 Temmuz 1978 – Bursa” notunu düştüğüme göre demek ki yaklaşık 17 yaşımdan beri okuyucusuyum Hilmi Yavuz’un. Ardından Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977) ile Felsefe ve Ulusal Kültür (1975) adlarını taşıyan iki deneme kitabını o yaşlarımda biraz zorlanarak da olsa altlarını bol bol çizerek (!) okumuştum. Sonra da diğer kitaplarını… Kitaplarına kıyasla kendisiyle epeyce geç tanıştım sayılır. Fakat çabuk kaynaştık.

O kibar, İstanbul Efendisi Türkçesiyle, sesini iyi idare ederek konuşan (Muzaffer Buyrukçu hatıralarında Shakespeare trajedilerindeki tonlamaya benzetir onun kah alçak, kah yüksek perdeli konuşma üslubunu) Hilmi Yavuz, ilginç düşünceleri, derin birikimi, keskin dikkatleri ve sanatkarlığıyla olduğu kadar beşeri münasebetlerindeki nezaketi ve samimiyetiyle de beni etkilemiştir.

Keskin dikkati. Evet en ilginç taraflarından birisini bu vasfı kazandırıyordu ona. Kılı kırka yaran titizliği, kavramlara ve dile hakimiyeti, eleştirileri ve okuma notlarını daha bir anlamlı ve önemli hale getiriyordu gözümde. Murat Belge’yi “teorik” ile “bilimsel” terimlerini birbirine karıştırdığı için eleştiriyor, Selahattin Hilav’la Tanpınar üzerine münakaşaya giriyor, Taner Timur’u Osmanlı Kimliği adlı kitabındaki oryantalist yaklaşımından dolayı yerden yere vuruyordu.

Ayrıca tercüme hatalarına da dikkat çekiyor ve birçok kitabın Türkçeye doğru dürüst çevrilmediğini ustaca yakalıyordu.

Geçtiğimiz 14 Nisan’da Zaman’daki köşesinde yine çok ses getiren bir yazı dizisine başladı. Önce Attila İlhan ve İlhan Selçuk, ardından da Mümtaz Soysal gibi eski dostları ile ipleri koparan yazılar kaleme aldı. Muhtemelen arkası da gelecektir.

Eski dostlarına -Mümtaz Soysal’la ilgili olanı henüz neticelenmediği için onu şimdilik paranteze alarak konuşalım- yönelttiği eleştiriler esasen kırk yıldır aynı şeyleri tekrarladıkları noktasında toplanıyor. Attila İlhan da, İlhan Selçuk da Hilmi Yavuz’a göre “değişmedikleri”, hep aynı şeyi söyledikleri, söylediklerinden yüzde yüz emin oldukları, her şeyi kesin ve açık olarak bildikleri, bütün söylediklerinin doğrulandığını iddia ettikleri için artık kendisini ilgilendirmeyen kişiler kategorisindeydiler.

Buna bir de İlhan Selçuk’un cuntacılığını da ilave ediyor ki, 9 Martçılar içinde olduğunu herkes gibi ben de biliyordum ama rahmetli Burhan Felek’i Cumhuriyet’ten Milliyet’e kaçmaya mecbur etmesi örneğinde karşımıza çıkan ‘cuntacılığı bir hayat üslubu haline getirmesi’ni, ne yalan söyleyeyim, ilk defa 21 Nisan tarihli yazısından öğrendim.

Hilmi Yavuz, o nefis felsefi analizlerine devam etmeli bence ama bize biraz da bazılarına sadece temas ederek geçtiği “olayları”, şahit olduğu olayların arka planını açıklamalı. Ve bunları tafsil etmeli, ayrıntılandırmalı.

Bir de “hadi canım, sen de!” demeden genç neslin işin doğrusunu, yetkili bir ağızdan öğrenmesi için mürekkebine kıyarak -çünkü kendisi tam bir “kelime ekonomisti”dir- bertafsil anlatmalı.

Mesela Nazım Hikmet’le ve komünist tevkifatı ile ilgili ilginç ayrıntılara muttali olduğunu tahmin ediyorum. Bunun gibi yakın tarihte kapalı kalmış bazı noktaları onun müdakkik kalemi aydınlatabilir ancak.

Bilmiyorum, çok şey mi istiyorum kendisinden?

Bir cevap yazın