Nasıl okumalı?
Sevgili okuyucularımın, özellikle de gençlerin, her karşılaştığımızda ilk sordukları soru, “Filanca konuda çalışmak istiyorum, nasıl bir okuma programı takip etmeliyim?” oluyor. Haklılar elbette. Kitap okuyanların, hele adam gibi okuyanların sayısının yüz binde birlerde seyrettiği bir toplumda kitaptan anlayıp kendilerine yol gösterecek insan bulmak gerçekten de bir mesele. Ben de çocukluktan gençliğe sıçradığım yıllarda yönümü bir türlü bulamamaktan çok sıkıntı çekmiştim; onun için gayet iyi anlıyorum onları.
Sırf daha rahat kitap alabilmek için ortaokulu bitirdikten sonra liseye gitmemiş, çalışmaya başlamıştım. Haftalıklarımın hemen tamamını, o zamanlar şimdikine göre minicik kalan Bursa’nın belli başlı kitapçılarında eritir, saatlerce vakit geçirdiğim kitapçılardan elde ettiğim paket paket “altınlar”ımla yayan yapıldak -çünkü yol paramı bile kitaplara yatırmış olurdum çoğunlukla- evin yolunu tutardım. Elimizden tutan, yol gösteren kimse de yoktu pek. Bir nevi hiss-i kable’l-vuku -şimdilerde “önsezi” diyorlar- ile kitapların kalitelisini kalitesizinden ayırma melekesi edinmiştim zannediyorum.
O ne heyecandı Yarabbim! Yolda içim içime sığmazdı; dayanılmaz bir merakla kan ter içinde eve kendimi atınca, ilk işim kitaplarımın paketlerini açmak ve onlara dokunmak, önünü arkasını seyretmek, teşbihte hata olmasın, mukaddes emanetlermiş gibi hürmette kusur etmemek mecburiyetinde hissederdim kendimi. Sonra satırlar arasında hızla gezinen gözlerim kelimelerin alevinden kamaşır, aç biilaç uyur kalırdım yanı başlarında. Artık o günlerde hayal bile edemeyeceğim kadar çok kitabım var; ama eskisi kadar hızlı okuyabildiğim söylenemez. Beni kitap kurdu zanneden okurlarımı hayal kırıklığına uğratmak pahasına söylemeliyim ki, artık baştan sona okuyup bitirdiğim kitap sayısı eskiye kıyasla epey azaldı. Daha çok kitabın ruhuna nüfuz etmeye çalışıyor, içinde “ne bulacağımı” öğrendikten sonra hızla kitabın bütününe göz gezdiriyorum. Eğer testlerim kitabın tamamını okumam gerektiği neticesini veriyorsa, onu yanı başıma koyuyor, sırası gelince okuyorum. Yok “İleride filanca konuyu araştırırken lazım olur” diyorsam, muhtevasını belleyip kütüphanemin rahat görebileceğim bir köşesine yerleştiriyor, daha çok da birbirleriyle ilgili kitapları yan yana getirmeye çalışıyorum. Mesela bir ara kafayı fena halde feminizme takmıştım hatırlarsınız. O günlerden başlayarak oluşturduğum “kadın eserleri” bölümünde yerli yabancı 40 civarında kitap birikti şimdiden. Bu konudaki yazılarımı yeni yazacaklarımla birleştirerek bir kitap yapma düşüncesi mikrop gibi zihnimin bir köşesine çörekleneli beri, fırsat buldukça konuyla ilgili “iyi” kitapları -çünkü maalesef ticari potansiyeli yüksek olduğu için feminizmle ilgili bir sürü ipe sapa gelmez yayın kaplamış durumda piyasayı- topluyor ve yan yana getiriyorum.
Yukarıdaki, “Nasıl okuyalım?” sorusunu doğrudan cevaplamaktansa dolaylı yolları tercih ediyorum. Bir defa herkes kendisi bulmalı okuma tekniğini. Ben bir türlü okuyorumdur, bir başkası da başka türlü. Özel yeteneğiniz ve beyninizin çalışma tarzı sizi hedefinize nasıl kolayca ulaştırabilecekse, ona göre bir yol yordam seçmelisiniz. Bence başarılı olmak “öğretilen” bir şey olamaz. Herkes kendi başarısının öyküsünü kendisi yazmalıdır. Dışarıdan telkin edilecek bir başarı yöntemi, taşıma suyla değirmen döndürmeye benzer; bir süre sonra su bitince yine kendinizle baş başa kalacaksınızdır çünkü.
Burada tecrübelerimden elde ettiğim bazı esasları kurallar halinde sıralamak istiyorum. Bunlar kendim için geliştirdiğim kurallar. Siz de bunlardan ve başkalarından bir şeyler alıp kendi kurallarınızı geliştirmelisiniz: Kural 1) Bir arı gibi dışarıdaki çiçeklerden meyve özlerini, çiçek tozlarını toplayacak; ama kendi balınızı kendi özel tekniğinizle yapacaksınız.
Kural 2) Bedeli ödenmemiş hiçbir fikir veya bilgi sizin değildir. Nasıl bedelini ödemediğiniz bir mal sizin değilse, özümlemediğiniz hiçbir fikir de sizin olmaz. Buradaki bedel, kendi çabanızla o fikrin veya bilginin üzerine yeni bir şeyler eklemek için gösterdiğiniz gayrettir.
Kural 3) Hz. Peygamber’in (sas), “İlim Çin’de de olsa gidip alın” hadisi en büyük düsturunuz olsun. Balınıza kaynak olabileceğini keşfettiğiniz her kitap, size sofrasını açmış bir sultandır. “Ne yapacağınızı” bildikten sonra bir komünistten de, bir Çinliden de, bir Batılıdan da yararlanmanızda hiçbir sakınca yoktur.
Kural 4) Önce “iyi yazar”ları tespit için bütün çabanızı -bu arada sezgi gücünüzü de- seferber edin, sonra “iyi yazar”ın alt kategorilerine inmeyi öğrenin. Mesela sizi besleyen, bilgilendiren yazarları mı istiyorsunuz, yoksa zorlayan, düşündüren ve hatta rahatsız eden yazarları mı? Duygu dünyanızı coşturacak yazarlar mı sizi daha ziyade heyecanlandırıyor, yoksa düşüncenizi ateşleyecek yazarlar mı? Aradığınız tür, edebi mi, fikri mi, ilmi mi? Bunları tespit edip bir genel kültüre sahip olduktan sonra belli dallarda uzmanlaşmaya çalışın.
Kural 5) Belli bir yere geldiğinize inanıyorsanız kendinize şu soruyu sorun: Genel okumaya devam mı, yoksa bir konuda derinleşmek mi? Bence yabancısı olduğunuz bir konuya girmenin en kestirme yolu, o alandaki önemli bir imzanın kanatları altında uçmaktır. Böylece bir tür rehberle yürümüş olacaksınız yollarını bilmediğiniz bir ormanda.
Kural 6) Aynı “kan grubundan”, yani mizacı, üslubu, tarzı size yakın olan yazarlardan başlayın. Mizacı size ters gelen bir yazarı ısrar ve inatla okumayın (bu yazar ben bile olsam!).
Kural 7) Bir ilk kitap olarak “uçmaya” başlamadan önce Richard Bach’ın Martı’sını mutlaka okuyun. Azim, feragat ve heyecanı birlikte duyumsamaya çalışın.
Kural 8) Okumayı zoraki bir iş haline getirmemek için çeşitli yollar deneyin. Mesela “Şu yazarın bütün kitaplarını okumalıyım” diye karar verdiniz; ama 3-5 kitaptan sonra sıkıldınız; bu gayet normaldir. Niye okumaya devam edemiyorum? diye kendi kendinizi yemenin alemi yok. Bunun için moralinizi bozmayın! Zira moral, bu uzun ve zorlu yolda en büyük azığınızdır. En iyisi sizi heyecanlandıracak bir başka konu veya yazar seçin.
Kural 9) Üç kanadınız olacak: Heyecan, moral, azim. Bunlardan birisi eksik olduğunda istediklerinizi gerçekleştirmekte zorlanırsınız.
Kural 10) Kültür, birkaç ayda, birkaç yılda ürün veren bir ağaç değildir. Yıllar boyu süren bir çapalama ameliyesinden sonra sabırla pişerek olgunlaşır ve olgunlaştıkça tadından yenmez bir hal alır. Onun için acele etmeyin ve şu ünlü sözü daima hatırlayın: “Bir şey yapacak olduktan sonra zamanın boş cebi her zaman vardır.” Bilmiyorum faydalı olur mu yazdıklarım; ama en azından bunların benim yaşadıklarımdan süzülen bilgiler olduğunu bilin.
“Aziz saatler”
Rahmetli Ali Fuat Başgil’in Gençlerle Başbaşa’sı, bence birçok Batı’dan tercüme “başarı dizisi” kitabından hala daha yararlı. (Son baskısını Kubbealtı Neşriyatı yaptı: Tel.: (0212) 516 23 56.) Başgil hocanın gençlere önemli bir uyarısı var:
“Fikri çalışmanın herkesin mizacına göre değişen verimli ve aziz saatleri vardır. Bunlar bazı kimseler için sabahın erken saatleri, bazıları için de öğleye doğru, öğleden sonra, gece saatleridir. Kendini yokla ve senin aziz saatlerin hangileri ise bunları hiçbir eğlenceye feda edip kaçırma.”
Yeri gelmişken, Cemal Uşşak’ın Nesil Basım Yayın tarafından 7. baskısı geçtiğimiz yıl neşredilen Başarının Yolları adlı kitabı da tavsiyeye şayandır. Tel.: (0212) 551 32 25.