• Home
  • Genel
  • İşte İnönü’nün Atatürk’ü çarpıttığının belgesi

İşte İnönü’nün Atatürk’ü çarpıttığının belgesi

 

Eski gazeteleri gözden geçirmek kadar zevkli ve aynı oranda şaşırtıcı pek az şey vardır bu dünyada. Tabii bana göre. Geçenlerde sahaflardan yine bir tomar eski gazete satın aldım ve günlerce sararmış sayfaların arasında dolaştım durdum. Her zaman olduğu gibi şaşırdığım ve üzerinde düşündüğüm nice haberle karşılaştım. İşte onlardan birisi:

Atatürk’ün 22 yıl muhafızlığını yapmış olan 85 yaşındaki Başçavuş Tahsin Cinoğlu, Milli Savunma Bakanlığı’ndan kendisine tahsis edilecek maaşı ve İstiklal Madalyası’nı beklemektedir.

Günaydın gazetesinin 10 Kasım 1969 tarihli nüshasında yer alan haberde Atatürk’ün korumasının Bektaşi dedeleri gibi upuzun sakalıyla çekilmiş hiç de iç açıcı olmayan bir fotoğrafına da yer verilmiş. Düşünün, Cumhuriyet kurulalı 46 yıl, Atatürk öleli 31 yıl olmuş ama Atatürk’ün tam 22 yıl boyunca korumalığını yapmış olan bir emekli askere henüz maaş bağlanmamış, onu bırakın, İstiklal Madalyası dahi verilmemiş. Görüldüğü gibi İstiklal Madalyası’nı alanların hepsi onu hak etmedikleri gibi, Tahsin Cinoğlu gibi alamayan binlerce hak sahibi de beklemedeydi.

Verilmeyenlerin mutlaka CHP ile veya yeni rejimle bir sorunları olduğunu düşünüyorum. Vaktiyle öğrenciyken evinde kaldığım bir Hafız Amca vardı, İstiklal Savaşı’na katılmıştı ama İstiklal Madalyası almak ne kelime, karakolda başına sopayla vurulmak suretiyle gözleri kör edilmiş, böyle ödüllendirilmişti. Madalyayı Tek Parti döneminde istediklerine vermişler, istemediklerine vermemişler, bu açık. Bunu sonuna kadar tartışmaya varım. Ancak CHP ve İnönü’nün, devirler değiştikçe nasıl çark ettiklerine ve ellerine imkân geçtiğinde tarihi nasıl çarpıttıklarına dair bazı örnekler vermek burada daha önemli görünüyor bana.

Malum, Atatürk’ün cenaze namazı Dolmabahçe Saray’nda gizli saklı kılınmıştır. Niyet “Allah için namaza, meyyit için duaya…” şeklinde Hafız Yaşar Okur tarafından getirilmiş (nedense niyet metninde yer alan “Resulullah için salavata” kısmını atlamıştır, hatıralarında kendisi söylüyor), iftitah tekbirini ise Şerefeddin Yaltkaya “Allahu Ekber” yerine “Tanrı Uludur” diye almıştır. Küçük bir grup kılmıştır cenaze namazını ve bir tek kare dahi fotoğrafının çekilmesine izin verilmemiştir.[1]

Nedendir bu gizlilik peki? Ve nedendir her Müslüman gibi Atatürk’ün de cenazesinin camiden kaldırılmasına karşı çıkma, törende hiçbir dinî sembole yer vermeme tavrı. Nihayet 1953’de Anıtkabir’de toprağa verilirken kardeşi Makbule Atadan’ın tabuta Arapça bir dua koymak istemesi karşısında “O bunu istemezdi, Atatürk bize darılır” diye geri çevrilmesinin anlamı nedir?

Atatürk’ün cenaze törenini ‘din-siz’, yani dinî unsurlara yer vermeden icra ettirenler, acaba kendi cenazelerinde nasıl davrandılar? diye insan merak ediyor değil mi? Dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Eyüpsultan’daki son yolculuğuna tekbirlerle ve tarikatdaşlarının zikirleriyle uğurlanmıştı (Nisan 1950). Zamanın Başbakanı Celal Bayar Müslümana yakışır bir törenle doğduğu köy olan Umurbey’de toprağa verilmişti (1986). Keza zamanın Cumhurbaşkanı İnönü’nün cenazesi de tam bir Müslüman cenazesi gibi kaldırılmıştı (1973). Hem de çok ilginç ayrıntılarla bezeli bir cenazedir onunkisi. Anlatmam lazım mutlaka.

CHP’liler kadar olmayanların da bilmesi gereken bu derin ayrıntıları 29 Aralık 1973 tarihli Hürriyet gazetesinden beraberce okuyalım:

Kurtuluş Savaşı Kahramanı İsmet İnönü’nün ruhunu taziz için Kurban Bayramı’ndan bir gün önce (3 Ocak Perşembe günü) mevlit okutturulacağı, aile yakınlarından biri tarafından ifade edilmiştir. İnönü’nün [cenazesinin] yıkanması işlemi, Pembe Köşk’teki banyoda ve Ankara Müftüsü’nün nezaretinde yapılmıştır. Yıkama işlemini tamamlayan iki imama aile yakınlarından biri yardım etmiş, bu sırada iki oğlu (Ömer ile Erdal) babalarının vücuduna birer tas su dökmüşlerdir. Yıkama işlemi bittikten sonra, vefatından sonra alınmış bir kefene sarılmak istenince, eşi Mevhibe İnönü müdahale etmiş ve kendi sandığından çıkardığı “Hasa”[2] denilen bir kumaştan yapılmış kefenin kullanılmasını istemiştir.

Haber şöyle devam ediyor:

Bayan İnönü ayrıca, yine sandıktan çıkardığı, üzeri sim ile “Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resulullah” yazılı 1,5 karış eninde yeşil satenin, İnönü’nün göğsü üstüne konulmasını istemiştir.

Burada dikkat çekmek istediğim husus, Cumhuriyet’in ikinci kurucusu (“İkinci Adam”) İsmet İnönü normal bir Müslüman gibi gömüldüğü halde, ilk kurucusu (“Tek Adam”) Atatürk neden bundan mahrum edilmiştir? sorusudur. Arkadaşları dinî vecibelerine uygun bir şekilde defnedildiği halde Atatürk’ün suçu günahı neydi? ‘Beni ‘Müslüman gibi gömmeyin’ diye bir vasiyeti mi vardı yoksa bilmediğimiz? Varsa açıklasınlar da bilelim. Yoksa bu şekilde gömülmesinin bir açıklaması olmalı değil midir?

Hem sonra Makbule Hanım’ın tabuta dua koyma isteği reddedilirken Mevhibe Hanım’ınki neden normal karşılanmıştır? Aradan 35 yıl mı geçti? Yani zamanla işler değişti diyorsanız, o zaman Atatürk 1938’de değil de, 1958’de ölse farklı şekilde gömülecekti mi demek istiyorsunuz? (Bu arada 10 Kasım 1953’deki törende de, aynı tarihte açılan Anıtkabir’de de herhangi bir dinî sembole yer verilmeyişi, Demokrat Partililerin de bu konuda CHP’lilerden pek de farklı düşünmediklerini veya düşünemediklerini akla getiriyor.)

Dahası, İnönü uzun siyasî hayatında din konusunda çok zigzaklı bir yol izlemişti.

Mesela türbeleri kapatan kanunu Başbakanlığı döneminde çıkarmış ama Cumhurbaşkanlığı döneminde yasağı kaldıran imzayı da kendisi atmıştı. 1950 seçimlerinden önce apar topar açılan türbeler sayesinde Demokratlara gidecek “Müslüman” oylarını avlama hesapları yapmıştı besbelli ama tutmadı.

Arapça ezanın yasaklanışı Başbakanlığına, kanunla yasaklanışı ise Cumhurbaşkanlığına rastlar. 1950’de Arapça ezan yasağının kaldırılmasına karşı çıkmayan da, 1965 yılında bir meydan konuşmasında ezan okununca susup huşu içinde(!) dinleyen de, bir zamanlar kapatmış olduğu Mevlana’nın türbesine gidip yaptığı konuşmada neredeyse ‘Biz Cumhuriyet fikrini Mevlana’dan ilham aldık’ demeye getiren de İnönü’dür.[3] Oysa yıllar önce ezan okunurken susan ve iki elini kavuşturarak sonuna kadar dinleyen Adnan Menderes’i, dini siyasete alet etmekle suçlayan da Paşamızın kendisiydi.

Atatürk’ü istediği kılığa büründüren ve ne yalan söylemeli, kendisini öne çıkarttırmak için çarpıtan İnönü’nün böyle bir kurnazlığı daha hayattayken yüzüne vurulmuşsa da, cevap verememişti. Kendi anlatımına göre İsmet Paşa, Mustafa Kemal’le 1916’da Kafkas cephesinde tanışmıştır. Kendisi 2. Ordu’nun Kurmay Başkanıyken başlarına Mustafa Kemal atanır. Ordunun durumunu sorar. O da 2 saat boyunca anlatır ve bir taarruz teklifinde bulunur. Mustafa Kemal de bayılır buna. İnönü’ye göre Atatürk’ün kendisine duyduğu güven ta oradan gelirmiş vs.

10 Kasım 1965 tarihinde Cumhuriyet gazetesinden Sait Terzioğlu’na verdiği mülakatta şöyle demiştir:

Yeni kumandanımız Mustafa Kemal Paşa’yı bir akşam karargâhta karşıladık. Kısa bir tanışmadan sonra hemen çalışmağa başladık. Ben Erkânı Harp Reisi [kurmay başkanı] olarak ordunun umumi durumunu anlattım. O hiç nefes almadan Erk^nı Harp Reisinin [anlayın canım, İnönü’nün] genel durumunu inceliyordu. (…) Görüşlerim, orduya verilmesi gereken yeni genel durumun teklifi ile bitiyordu. (…) Bu konuşmamız iki saat kadar sürdü. Mustafa Kemal Paşa kısa bir konuşmadan sonra vaziyeti tamamiyle kavramış olduğunu söyleyerek ordu hakkındaki tekliflerimi ayniyle kabul ettiğini bildirdi. Ve hemen tatbike geçilmek lâzım olduğunu ilâve etti. O zamana kadar ordu içinde ve İstanbul’la olan görüş farklarımızın birden ortadan kalkması ve hemen tatbika geçilmesinde yeni kumandana mübalağalı bir tesir yaptığım endişesi bende uyandı. Ve kendisine kesin kararını derhal vermemesini, ertesi gününü beklememizi rica ettim. (…) Bundan sonra vazife münasebetlerimiz her gün aramızda daha güvenilir, daha samimi karakterini arttırarak devam etmiştir.[5]

Bu satırlardan Atatürk’ü kendisinin yönlendirdiğini, hatta o kadar ki, onu aşırı yönlendirdiği için endişeye kapıldığını öğreniyoruz İnönü’nün. Bu ‘korumacı’ tavrı, bütün hatıralarında görmek mümkün.

Gazeteci Sabiha Deren, Meydan dergisinde sağ olan İnönü’ye, keza sağ olan eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın ağzından cevap verir. Aras, bir gün Atatürk’ün kendisine İnönü’yle tanıştıkları anı şöyle anlattığını aktarır (özetliyorum):

Tevfik Rüştü, diye başlıyor; ben İsmet’i ilkin Kafkas cephesinde tanıdım. İzzet Paşa’nın yerine tayin edildiğim kumandanlığın Erkânı Harp Reisi idi. İşe başlar başlamaz onu karşıma aldım ve birliklerin kış için yerleşme planlarının ne olduğunu sordum. Planı İzzet Paşa ile birlikte hazırlamış olduklarını ilave ederek anlattı. ‘Ben bu fikirde değilim’ dedim. Hayret etmiş göründü. Anlattım fikrimi. Daha geri hatlara çekilmek lâzımdı. Düşmanın burnu dibinde mevzilenmenin büyük tehlikeleri olabilirdi. İsmet ısrar diyordu. Belli ki plan İzzet Paşa’dan çok onun düşüncelerine tercümandı. Kararımım kat’i olarak tekrarladım. ‘Öyleyse yapacağımız bu değişikliği İstanbul’a bildirmek lazım’ dedi. ‘Neden? [diye sordum] ‘Sonra mesul olursunuz’ diye de ikaz etti. ‘İsmet Bey’ dedim, ‘ben bu ordunun kumandanıyım, kararımı alır, tatbik ederim. Beğenmezse İstanbul bana sorar. Ama şimdi benim onlara soracak bir şeyim yok.’ Anladı, selam verdi, çekildi.

Yalnız kalınca ordunun yeni mevzilenme planı üzerinde çalışmaya koyuldu. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Kapı vuruldu. Baktım İsmet! ‘Hayrola’ dedim. Geldi, selam verdi ve:

–          Paşam, dedi; müsaade ederseniz yeni mevzilenme vaziyetimizi sizin fikrinize göre ben planlayayım.

Güzel bir hareketti bu. Benim fikrimde değildi. Çok farklı düşünüyor, hatta benim dediğim yapılırsa felaket olabilir ve mesuliyet gelebilir diye endişe besliyordu. Ve bunlara rağmen kumandan emrini yerine getirmeye hazır olduğunu bildiriyordu. Bir askerden de bu beklenirdi. Biraz isteksiz, ama çaresiz ‘hay hay’ dedim.

Gitti, o gece sabaha kadar çalıştığını gördüm. Yeni mevzilenme planı ertesi sabah masamın üzerindeydi, tetkik ettim Tevfik Rüştü, ve mükemmel olduğunu gördüm. Doğrusu kendi fikrimi ben bile bu derece mükemmel planlayamazdım.

Atatürk bir an durmuş ve ilave etmiştir:

‘İsmet’e dikkat etmek lazım Tevfik Rüştü, zira o inanmadığını bile mükemmel surette planlar ve tatbik de eder.’[5]

Bu alıntıdan iki gerçek göz kırpıyor yakın tarihimize:

1) “İnönü tarihi” diye bir tarih vardır ve İnönü uzun iktidarı süresince Atatürk’ü de kendisine uydurmuştur.

2) ‘İnanmadığını bile mükemmelen yapabilir oluşu’, tam bir tiyatrocu ustalığını gerektirir ve Harf devriminde olduğu gibi inanmadığı halde katılmış ve o günden Arap harflerini kullanmamıştır. Hatta bir seferinde Osmanlıca not aldığını gördüğü Atatürk’e bile çıkıştığını anlatırlar.

Üçüncü şıkkı hemen ilave edeyim: ‘Neden İnönü üzerinde bu kadar ısrarla duruyorsunuz?’ sorusunun sahiplerine gülümseyerek mukabele ediyorum.


[1] Atatürk’ün cenaze töreni ve cenaze namazıyla ilgili ayrıntılar için benim Korku Duvarını Yıkmak adlı kitabımda bulunabilir (İstanbul 2009, Timaş Yayınları, s. 93-106). Keza Fevzi Çakmak’ın cenaze töreniyle ilgili ayrıntılar da aynı kitapta yer almaktadır (s. 139-146).

[2] “Hasa, Irak’ta bir livanın adıdır. Galat olarak “Lehsa” suretinde de kullanılırdı.” Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, cilt I, İstanbul 1946, Milli Eğitim Basımevi, s. 751. Muhtemelen burada dokunan bir kumaştan yapılmıştı kefen.

[3] Sabiha Deren, “İnönü imana geldi”, Meydan, 13 Temmuz 1965.

[4] Aktaran: Sabiha Deren, “Daha önce anlatan oldu Paşam”, Meydan, 16 Kasım 1965, s. 14. İsmet İnönü, Abdi İpekçi’ye verdiği mülakatta ise o tarihte Mustafa Kemal’in henüz general olmadığını söylemiştir ki, doğrusu da budur. Bkz. Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1981, Cem Yayınevi, s. 11.

[5] Sabiha Deren, “Daha önce anlatan oldu Paşam”, Meydan, 16 Kasım 1965, s. 14.

14 Ağustos 2011, Pazar

3 Comments

  • mithat özsoy

    20 Eylül 2011 at 10:44

    Hocam,yakın tarihimizi aydınlatan yazılarınızı Zaman’dan takip ediyorum.Nazilli’ye geldiginizde de sizi dinlemek nasip oldu.Dün aksam Mehtap tv de Ayna proramında rodos ve 12 adalarının bize bırakıldıgını ve biz kabul etmeyince yunanistana bırakıldıgını söyledi.bu konuda bizi aydınlatırsanız sevinirim.Allah sizden razı olsun.selamlar.

    Mithat Özsoy 20.09.2011
    0 532 6017105

    Yanıtla
  • soner çalışkan

    24 Kasım 2011 at 21:21

    hocam sizi geç tanıdım kusura bakmayın,ABDULHAMİTİN KURTLARLA DANSI kitabıyla,harika bir anlatım dili ve gerçekler.teşekkür ediyorum,ve tarihimizi sizin ağzınızdan dinlemek gayet memnun edici,başarılar diliyorum

    Yanıtla
  • bilal çetin

    20 Nisan 2012 at 13:07

    sayın hocam ön öncelikle tarihi aydınlatan çalışmalarınızdan dolayı size çok teşekkür ediyorum.. Ama uzun zamandır bu soru kafamı kurcalıyor. KAZIM KARABEKİR in muhalif olduğu chp zihniyetinin 1946 lı yıllarda bir parçası olması ve chp den meclis başkanı olması bir çelişki değil mi? ki o zaman DP de mevcuttu niye chp aydınlatırmısınız? teşekkürler..

    Yanıtla

Bir yanıt yazın