Kayıp şehrin ansiklopedisi
İstanbul üzerine çalışanlar iyi bilir; ama dikkatli okuyucuların da ucundan kıyısından aşina oldukları, maalesef yarım kalmış bir ansiklopedisi vardır Reşat Ekrem Koçu’nun: İstanbul Ansiklopedisi. Popüler şehir tarihçiliğinin babası olarak kabul edebileceğimiz Ahmet Rasim mektebinden yetişen ve tarihçi Ahmet Refik Altınay’ın Darülfünun’da asistanı olan Reşat Ekrem, hocası ile birlikte 1933 Üniversite Reformu sırasında tasfiye edilmiş ve liselerde tarih öğretmenliği yaparak geçimini sağlarken bir taraftan da tarihle ilgili herkesin hoşuna gidecek bir üslupla pek çok dergide yazı yazmıştır. 1944’te 24 cilt olarak tasarlanmış ve yayınına başlanmış olan İstanbul Ansiklopedisi, 1973’te yayınlanan 172. fasikülündeki “Gökçınar” maddesiyle yarım kalan ansiklopedilerimizin işgal ettiği ‘şanlı hafızamıza’ gömülmüştür.
Sonraları biri yarım kalan iki İstanbul Ansiklopedisi daha yayınlanmış olmasına rağmen Reşat Ekrem’inki ile boy ölçülebilenine rastlanmamıştır, bu gidişle rastlanmayacaktır da. Çünkü o, tam bize has bir tasnif sisteminin mutena bir örneğini teşkil etmektedir. Batı’da şimdilerde iyice yaygınlaşan “güler yüzlü ansiklopedi” çığırını bizde ilk o başlattıktan başka zihnimizi okul yıllarından itibaren bukağılayan pozitivist tasnif sistemini altüst eden ve bazen bana bile “Pes birader, bu hırsız uğursuz taifesinin bir ansiklopedide bu kadar bol bulamaç yer bulması hangi aklın eseridir.” dedirten Şark zihniyetinin eşyayı kendisine mahsus yollarla kavrama cehdinin nadide numunelerinden biridir.
Yazarları arasında her biri bugün birer ulaşılmaz zirve gibi duran Ekrem Hakkı Ayverdi, Semavi Eyice, Albert Gabriel, Saadi Nazım Nirven, Sermed Muhtar Alus, Mahmut Yesari, Osman Nuri Ergin, Ali Rıza Sağman ve Süheyl Ünver vb. imzaların yer aldığı bu ansiklopedi, normal olarak bir şehirde yer alması beklenen mekanlar, abideler, ünlüler ve olaylardan başka, bir ansiklopediden hiç de beklenmeyecek kadar karmaşık bir madde ilişkileri sistemine de sahiptir. Padişahlar, devlet adamları, şairleri vs. dışında hekim, muallim, hoca, derviş, papaz, keşiş, meczup, hanende, sazende, cengi, köçek, ayyaş, derbeder, pehlivan, tulumbacı, kabadayı, kumarbaz, hırsız, serseri ve dilenciler; aşk maceraları, argo, cinayet gibi; ancak günlük gazete sütunlarına layık gördüğümüz birbiriyle rabıtasızmış gibi görünen yığınla ayrıntıyı birbirine örerek İstanbul’un yaşanmış ve sayesinde hep yaşanacak çehresini , yaydığı o sıcak ışık altında tanımamızı sağlar.
Bir bakmışsınız 1940’lardaki Bostancı cinayetinden söz eder, öbür taraftan ayakkabı boyacılığı yapan kimsesiz bir Rum kızının hüzünlü hikayesi karışlar sizi. İstanbul’daki karpuz sergilerinin mazisine sürüklerken ellerinizden tutup, öbür taraftan Fehmi Buğdayoğlu adlı namlı bir hırsızın kafa kağıdını önünüze uzatıverir. Şaşkınlığınızı daha üzerinizden atamadan Yenikapı’da balıkçı kahvelerine uzanmışsınızdır. Orada 10 yaşlarında bir gazete dağıtıcısı çocuğun, yalınayakları ve dizleri yamalı pantolonuyla ve de ilginç mi ilginç hikayesiyle tanışırsınız. Meğerbu çocuk yine bir gün gazete dağıtırken, o sırada ünlü bir İspanyol ressam balıkçı kahvelerinden birinde oturmaktaymış. Çocuğu görür görmez gözlerindeki ışığa vurulmuş ve hemen bir resmini yapmak için izin istemiş. İki gün süren bu çalışma sonucunda ortaya çıkan tablo, hem Yenikapı sahillerinin asrımızın ortalarındaki renk cümbüşlerini, hem de bu gazeteci çocuğun gözlerinden tüten ıtrı yansıtmaktaymış. Koçu’nun rivayetine göre bu tablo şimdi İspanya’nın ünlü müzelerinden birinde sergileniyormuş.
Bu tabii bambaşka bir şey… Ansiklopedilerin o sevimsiz, asıksuratını sıcak, sımsıcak bir gülümsemeye dönüştürmeyi başarıyorİstanbul Ansiklopedisi. Bu ansiklopedinin İstanbul ‘un asırların ve mekanların üst üste bindiği çok katlı ve labirentlerle dolu dokusunun üzerine bir ağ gibi atılmış olduğunu düşünüyorum: Bu kendini kolay ele vermeyen başkentin bütün revnakını; ancak o karmaşık yapıyı göğüsleyebilecek karmaşıklıktaki bu tür bir ansiklopedinin yansıtabileceği kanaatindeyim. Bu olağanüstü ansiklopedinin yarım kalmış olmasının, gerçekte şehri yarı yarıya kaybetmek kadar acı verici bir olay olduğunu söylemek mübalağa sayılmamalıdır.