• Home
  • Genel
  • Macaristan’da Macarca bilen Osmanlı hocaları

Macaristan’da Macarca bilen Osmanlı hocaları

Macaristan’da Macarca bilen Osmanlı hocaları
Bu gidişle Macar tarihçiler kurtaracak Osmanlı’nın haysiyetini. Neden mi bu cümleyi sarf ettim burada? Çünkü efendim, Osmanlı tarihine kendi tarihlerinin şerefli bir sayfası olarak bakmayı çoğumuzdan önce öğrendiler de ondan.
Zaten Sandor Takats gibi dürüst ve ehil tarihçiler 1920’lerden itibaren Osmanlı idaresinin Macaristan’daki idare tarzının ifade ve icra ettiği çok seslilik ve çok renklilik üzerinde ısrarla duruyor ve bu dönemin, tarihlerindeki parlak sayfalardan biri olduğunu vurguluyorlardı. Takats’ın verdiği çarpıcı bilgiler arasında, Macaristan’da görev yapmış olan Osmanlı din adamlarının, özellikle de Kadı’ların, görevlerine başlamadan önce Macarca öğrendikleri ve Osmanlı mahkemelerinde gerektikçe Macarcanın kullanıldığı da vardı. Gerçekten de ister istemez şaşırıyor insan. Macarca bilen bir kadı? Olacak şey mi bu? Ama olur, çünkü bu, Osmanlı Devleti’dir! Havsalamızın almadığı ne kadar çok şey onun sınırları içerisine sığmıştır da bu mu sığmayacaktır?
Macaristan’ın yetiştirdiği değerli Osmanlı tarihçilerinden birisi de Budapeşte Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Osmanlı tarihi okutan Gabor Agoston’dur. Agoston, yazdığı “Budin’de Osmanlı medreseleri ve müderrisleri” başlıklı makalede bize Osmanlı âleminin Macaristan pencerelerinden birisini aralıyor. Agoston’a göre, Osmanlı Avrupası’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi Budin’de de çeşitli eğitim kurumları bulunuyordu. Bu eğitim kurumları arasında camiler ve tekkeler de vardı; ama Osmanlıların Avrupa topraklarına ektiği en önemli kurumlar, medreselerdi.
Macar şehirlerinde yanar mahyalar!
Macaristan topraklarında kaç medrese açıldı ve bunlar ne kadar süreyle faal kaldı? Bunları bugün tam olarak bilemiyoruz. Mesela Evliya Çelebi, 1660’lı yıllar itibarıyla Macaristan’da 77 medresenin bulunduğunu bildirir. Her ne kadar biraz abartılı gibi dursa da, Evliya Çelebi’nin rakamlarını bizim gibi bir kalemde geçmeyen Agoston, onun bilgilerini kontrolden geçirir ve Osmanlı hakimiyetindeki 32 şehir, kale ve kasaba hesaba katılacak olursa, bu 77 medresenin varlığını gerçeğe yakın kabul edebiliriz, sonucuna varır.
Macaristan topraklarında 1660’larda tam 77 medrese. Orta Avrupa sınırında bir ülkede yüzlerce müderrisin, yani din adamının yaşadığını buradan çıkarmak zor olmasa gerek. Bursa’da, Edirne’de, İstanbul’da gördüğümüz o medrese binalarının Avrupa topraklarını süslediğini, o odalarda hocaların ve öğrencilerin yatıp kalktıklarını, kazanlar kaynattıklarını, kandiller uyandırdıklarını, Kur’an tilavet ettiklerini, şehirlerin burçlarına ezan seslerinin kırık camlar gibi çarpıp medrese avlularına, hatta Peç’in meşhur Mevlevihanesi’nin tavanına döküldüğünü düşünmek bile yeterince hüzünlendiriyor insanı. Tabii, Macaristan’da Osmanlı medreseleri denilince ilk akla gelen, Sokollu Mustafa Paşa’nın Budin’deki ünlü medresesi oluyor. Kimdir bu Mustafa Paşa? Tarihlerimizden tanıdığımız Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa’nın amca oğlu olan Mustafa Paşa, tam 12 yıl süren Budin Beylerbeyiliği görevinde gönlünü kaptırdığı bu şehri birçok mimari eserle donatmış. Bu eserler arasında Mimar Sinan’a yaptırdığı medresenin ayrı bir yeri vardır. Görgü şahitlerinin ifadelerine göre, taştan yapılmış olan bu medresenin kubbeleri, diğer Osmanlı medreseleri gibi kurşunla kaplıdır. Onu son gören gözler, Kont Marsigli’ninkiler olmuştur. Bu medresede, klasik İslami ilimlerden kelam, fıkıh ve hadisin yanı sıra bizim “müspet ilimler” dediğimiz ilimler de okutulmaktaydı. Marsigli’nin kendi gözleriyle görüp kitabına kaydettiği ders kitapları arasında belagat (retorik), müzik, astronomi, mimarlık ve coğrafyaya ait kitaplar da yer alıyordu burada. Ayrıca tıp biliminin klasik metinleri de kitaplıktaki yerini almıştı Kont’umuz oraya gitmeden. Bunların arasında Bergamalı Galen’in kitabının Budin’de yapılmış bir tercümesi bile mevcuttu.
Agoston, yalnız bilgi vermeyi değil, şaşırtmayı da seviyor olmalı ki, bize İbn Sina’nın “Kanun” adlı, Avrupa dillerine de tercüme edilen meşhur kitabının, yalnız İstanbul medreselerinde değil, Balkanlardaki orta dereceli okullarda bile okutulduğunu söylüyor. Budin Müftüsü’nün kitapları arasında dikkat çeken eserlerden birisi de, İbn Baytar’ın “el-Mugni” adlı hastalıkları tasnif ettiği kitabıdır ve Arapçadan Türkçeye, Budin Beylerbeyi Hüseyin Paşa’nın emriyle çevrilmiştir. Böylece bir medrese kitaplığında bu tıp klasiklerinin ne aradığı gibi bir bilmecenin içine sürüklenmiş oluyoruz Agoston’la birlikte. Yoksa Budin’deki Sokollu Mustafa Paşa Medresesi’nde bir tıp fakültesinin kalıntılarına doğru mu ilerliyoruz?
Peşte ile birlikte bugünkü Budapeşte’nin çekirdeğini oluşturan Budin’deki bu medresede din adamlarını (müderrisleri), imparatorluğun diğer bölgelerinde görev yapanlar için tamamıyla meçhul mahalli örf ve âdetlerin cari olduğu Macar kanunlarını da öğrenme imkanını bulmuşlardır müderrislerimiz. Bunun içindir ki, diyor Agoston, Osmanlı Devleti ile Macar Kralları arasındaki siyasi münasebetlerde, barış görüşmelerinde Macaristan’da görev yapan Kadı ve Müftülerin bilgi ve tecrübelerinden yararlanılmıştır. Mesela Budin Müftüsü İsa Efendi, 1625 ve 1627 tarihlerindeki barış görüşmelerinde Osmanlı heyetine başkanlık bile yapmıştır.
Aslen Boşnak olan İsa Efendi Avusturya elçilerini alıp İstanbul’a gelmiş, Eyüp, Bursa ve İstanbul kadılığı yaptıktan sonra Anadolu ve Rumeli kazaskerliğine kadar yükselmiştir.
Bu, işin medrese kısmı. Tekkeler ve tasavvuf bahsi ise ayrı bir yazıyı hakedecek zenginliklerle dolu. Gül Baba en bilineni. Tarihçi Peçevi’nin memleketi olan Peçuy şehrindeki mevlevihâne bile başlı başına bir damgadır Avrupa’nın hafızasında. Mevlana’nın en batıdaki akıncısı olan Peçuy Mevlevihânesi’nde haftada iki defa semâ edildiği, Macar asıllı Arifi Ahmet Dede’nin İstanbul’da devam eden ve susan semâı, daha da hoş olanı, Hâfız’ın, Sâdi’nin, Hayyam’ın, Nizâmî’nin ve İbn Arabî’nin sesinin serhat boylarında bir buçuk asır boyunca çınlamış olması.
Gül Baba, gülme cehaletimize…

Bir yanıt yazın