Mustafa Kemal versus Atatürk

Mustafa Kemal versus Atatürk

Düşünmek, şaşırmaktır. Düşünce, her zaman bir düşme ile, bir sarsıntı ile başlar. Bilim, bu sarsıntıyı anlama ve kanunlara bağlama çabasıdır. Tarihle birlikte düşünmeye başlayınca, sarsıntının şiddeti de artıyor ister istemez.

İşte bir soru size: 1935 yılında neler olup bitti gerçekten de?

1935 yılının ikinci yarısının gazetelerini, Ulus’u, Kurun’u, Cumhuriyet’i taramıştım bir zamanlar. Haftalar geçiyor, Atatürk’ten tek satır bahis yok! Evet, yok!

Arada sırada kibrit kutusu büyüklüğünde bir haber çıkıyor karşınıza: Atatürk dün filan elçiyi Florya Köşkü’nde kabul etti. Ya da Yalova’ya geçti. O kadar.

İnanmazsanız gidin karıştırın gazeteleri. Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’nda tam tekmil var o günlerin gazeteleri.

Mesela, 30 Ağustos törenleri yapılacak; ama bugünkünden çok farklı. Kutlamaları Atatürk kabul ediyor zannediyorsunuz değil mi? Yanıldınız. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak katılıyor kutlamalara ve tebrikleri o kabul ediyor. Atatürk kendisini sivil bir konuma çekmiştir çünkü. 30 Ağustos törenlerine bile katılmaması bu yüzden.

Bir tek eylül ayında Atatürk’e Çerkez Ethem taraftarlarınca bir suikast düzenlendiği ihbarı üzerine birinci sayfaya çıkabiliyor Atatürk. Halkın toplu olarak postanelere gidip Gazi’ye geçmiş olsun telgrafları çektiğini ve Gazi’nin cevabını okuyoruz. Sonra yine her şey “normale dönüyor”.

Bugün bu durumu tasavvur bile etmekte zorlanıyoruz. (Kim bilir, bunları açıkladığım için fişlenmiş bile olabilirim!) Oysa 30 Ağustos 1935 tarihli resmî Ulus gazetesinde Abidin Daver tam sayfa Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ni yazıyor ve Gazi’nin adı bir iki yerde, o da satır aralarında geçiyordu: Yazıdaki vurgu hep Mehmetçik üzerineydi.

Düşünün, bunlar Atatürk’ün sağlığında oluyor.

1935 yılında bir şeyler mi değişmekteydi? diye sormuştuk. Evet, çok şey değişmişti o yıl. Özellikle Mustafa Kemal Paşa için.

Bu nedenle Atatürk soyadını alana kadarki Mustafa Kemal Paşa veya Gazi ile Atatürk soyadını aldıktan sonraki arasında ciddi bir kırılma görenlere katılıyorum.

Bir imparatorluk bakiyesinden bir ulus-devlet çıkartacak inkılapları yapan ekibin başındaki enerjik Mustafa Kemal ile geri plana çekilmiş -veya itilmiş- olan Atatürk arasında belirgin farklar var.

Kültür devrimleri, dil ve tarih başta olmak üzere, 1930’ların asıl işiydi. Siyasî, hukukî ve sosyal devrimler tamamlanmış, iş kültüre gelmişti. Koskoca Saltanat ve Hilafet kurumları kaldırılmış, harf ve kılık kıyafet inkılapları yapılmış ve tekke ve medreseler kapatılmış, eski rejimle olan bütün sosyal ve siyasi bağlantılar kopartılmıştı.

Bunlarda pek büyük bir direnişle karşılaşılmamıştı; ama iş tarih ve dile, yani kültüre gelince, mesafe almak o kadar kolay olmamıştı. Önce bütün kelimelerin Öztürkçeleştirilmesine ve bütün tarihin Türk tarihine bağlanmasına girişilmişti; ama bu bilim dışı tavır, birkaç yıl içerisinde geri tepecekti.

Acı tecrübelerle görülmüştü ki, kültür alanı, devrim kabul etmiyordu. 1935-36, Falih Rıfkı Atay’ın anlattığı olayda görüldüğü gibi bir rücu, geri dönüş dönemini temsil eder. Dilimizdeki bütün “yabancı” kelimeleri temizlemekle işe başlayan Türk Dil Kurumu, zamanla o hale gelmiştir ki, dünyadaki bütün dilleri Türkçeden türetmeye girişir olmuştur. Bunun anlamı, Öztürkçeleştirmenin bir çıkmaza girdiğiydi.

Keza tarihin de başına bunlar geldi. Birinci Türk Tarih Kongresi’nde Türklerin dünyaya medeniyeti öğrettikleri savunulurken, vurgu yavaş yavaş zaten bütün milletlerin Türk oldukları noktasına kadar geldi. Tabii bu durumda neden milliyetçi olmak gerektiği -çünkü “dışarıda” hiçbir millet kalmamıştı- sorusu cevapsız kalıyordu ama olsun. Yine de bir çıkış yolu bulunmuştu; ama başlanan noktanın epeyce uzağına düşerek.

İkinci dil ve tarih tezlerinde, dikkat edilirse, dar milliyetçilikten evrenselciliğe, beynelmilelciliğe doğru bir değişim gözüküyordu. Aşırı milliyetçilik üzerindeki vurgu, 1935 yılındaki bir başka olayla pekişiyordu. O yıl, Şevket Süreyya’nın başında olduğu Kadro dergisi Atatürk’ün emriyle kapatılıyor ve Avrupa medeniyetini hedef olarak gösteren evrenselci dergi Yücel, aynı yıl çıkmaya başlıyordu.

Kadro kapatılıyor, Yücel çıkıyor…

1935 yılında neler oluyor?…

Bir cevap yazın