İki demokrasi şehidi:Menderes ve Yazıcıoğlu
50 yıl, 1 ay, 9 gün arayla vuku bulan iki hava aracı kazası, Türk siyasetinin rutin akışını sarstı. 17 Şubat 1959’u 26 Mart 2009’a bağlayan bu ilginç kaza bağlantısı, yarım asırlık zaman aralığına rağmen bazı benzerlikler taşıyor.
29 Mart 2009 yerel seçimlerine 3 gün kala vuku bulan müessif helikopter kazası, Türk siyasetinin saygın isimlerinden birisini ebediyete uğurlarken, hem propaganda sürecini, hem de seçim sonuçlarını etkiledi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun genel başkanı olduğu Büyük Birlik Partisi adayı Sivas Belediye Başkanlığı’nı yüzde 50’nin üzerinde bir oyla kazanırken, BBP il genel meclisi oyları da bir önceki seçimin 2 katına çıkarak yüzde 2,2 olarak gerçekleşti. Bu oran, normal zamanlarda Muhsin Yazıcıoğlu’nu sevip takdir eden fakat çeşitli sebeplerle partisine oy vermeyen bir kesimin de varlığını kanıtlamış oldu. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Bu helikopter kazası bana yarım asır önceki bir uçak kazasını hatırlattı. 17 Şubat 1959 günü Adnan Menderes ve çeşitli bakanlar ile bürokratları Londra’ya götüren SEV uçağı, akşam saat 18 civarında yoğun sis yüzünden Londra Havaalanı’na inememiş, 40-50 km uzağında bulunan Gatwick Havaalanı’na yönelmiş, ancak oraya da inemeyerek yakınlarındaki ormanlık alana düşmüştü. Bu feci kaza, aynı zamanda sivil havacılık tarihimizin ilk uçak kazası olarak kayıtlara geçecekti. Eğer bir de Başbakan hayatını kaybetseydi, muhakkak ki, siyaset tarihimizin akışı bundan baştan başa etkilenecek ve belki de 27 Mayıs darbesine ve meşhur idamlara bile gerek kalmayacaktı. Ancak Menderes’in kurtulması da siyaset için bir uzlaşma fırsatı doğurmuş, ne yazık ki bundan yeterince yararlanılamamıştı.
Menderes’in uçağı düşüyor
Adnan Menderes’i götüren uçak düşerken 200-300 metre kadar sürüklenmiş, bu sırada iki kanadı kopmuş ve kuyruk kısmı ile gövdesi birbirinden ayrılmıştı. Kazadan sağ kurtulanlar daha çok kuyruk kısmında oturanlardı. Ölenler arasında DP milletvekilleri Server Somuncuoğlu, Kemal Zeytinoğlu, Muzaffer Ersu ve Anadolu Ajansı Umum Müdürü Şerif Arzık da bulunuyordu. Bu arada İHA muhabiri rahmetli İsmail Güneş’in o zamanki dengi, Burhan Tan adlı foto muhabiri de hayatını kaybedenler arasındaydı. Bakan Emin Kalafat ağır yaralı, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Melih Esenbel ile Arif Demirer hafif yaralı olarak, Sakarya Milletvekili Rıfat Kadızade ise burnu kanamadan kurtulmuşlardı.
Mükerrem Sarol’un hatıratındaki bilgilere bakılırsa, Başbakan kaza sırasında çok ciddi bir sarsıntı geçirmişti. Ters dönen uçağın içinde bacağından asılı kalan Menderes’i Rıfat Kadızade kurtarmış, tabii bacağını çekerken yer yer sıyrıklar, ezilmeler ve yaralanmalar vuku bulmuştu. Ardından o civarda yaşayan ve Bailey soyadını taşıyan bir karı kocanın çiftlik evine sığınan Adnan Menderes, özellikle eski bir hastabakıcı olan Mrs. Margareth Bailey’in gayretiyle derhal bir cankurtaranla Londra Kliniği’ne kaldırılmıştı. Baileyler ileride Menderes ailesinin yakın dostları olacak, Türkiye’ye davet edilip ağırlanacak ve kurtardıkları Menderes’in idamında en çok ağlayanlar arasında bulunacaklardı. Hatta ölüm yıldönümlerinde uçağın düştüğü yere gidip saygı duruşunda bulundukları haberleri, gazetelerimizin birinci sayfalarına yansıyacaktı.
Ancak kaza kadar, Menderes’in kurtulmuş olması da Türkiye’nin gündemini etkileyecek ve ona, bir parti başkanı olmaktan öte, partiler üstü, sevilen bir ‘millî lider’ pozisyonu bahşedecekti. Sanki Menderes için şans yeniden gülüyordu. Adeta, Cemal Gürsel’in meşhur mektubunda geçtiği gibi, bu yeni konumunda Cumhurbaşkanlığı’na doğru yürüyordu. Ancak çok değil, 15 ay sonra 27 Mayıs’ta tutuklanacak ve tam 31 ay sonra, yine ayın 17’sinde bir cellat, boynuna yağlı ilmiği geçirecek, her daim gülen yüzündeki o ışığı söndürecekti.
İlk anlarda Menderes’in de öldüğü haberiyle ülke matem havasına bürünmüşse de, kazadan sağ kurtulduğu öğrenilir öğrenilmez büyük bir coşku patlamıştı. Nitekim siyasî hasmı İsmet İnönü bir telgraf çekerek Başbakan’a geçmiş olsun dileğinde bulunmuştu. Gergin olan siyasî ortam sanki yumuşayacak gibidir. Uzun süredir kapalı durmaktan paslanmış diyalog kapılarının menteşeleri gıcırdayarak açılmaktadır. İngiliz ve Yunanistan başbakanları bile Menderes’i hastanede ziyaret etmişler ve Kıbrıs anlaşmasını bizzat getirerek yatağında imzalatmışlardı. Bu fırsat kaçırılmamalıydı.
Menderes’in İstanbul’a gelişi ise muazzam bir gövde gösterisine sahne olmuştu. 150 bin kişi olarak tahmin edilen ve yurdun dört köşesinden toplanan kalabalık, tam 10 bin otomobillik bir konvoy meydana getirmişti. Uçaktan inmekte zorlanan Başbakan özel koruma tedbirleri sayesinde havaalanından ayrılmış ve Eyüp Camii’ne gitmişti. (Sonradan kazadan kurtuluşunu, yola çıkmadan önce Eyüp Sultan’ı ziyaret etmesine yoran Menderes, caminin restorasyonunun Ramazan ayına yetiştirilmesi emrini vermiş ve “Eyüp Camii’ne, deseni duvar çinilerinin motiflerinden mülhem olarak hususi surette dokunan bir Isparta halısı hediye etmişti”.) Cami avlusunda kendisini bekleyen manzara şuydu:
Günlerden cuma olduğu için aslında kalabalık olan cami, Menderes’in gelişiyle bir anda binlerce vatandaş caminin içini ve çevresini tıka basa doldurmuş. Sıkışıklıktan vatandaşlar rahat nefes alamaz hale gelmişler. Bu muhteşem tezahürat devam ederken caminin çevresinde 20 kurban kesilmiş. Menderes’i milletine bağışlayan Cenâb-ı Hakk’a şükran duaları yapılmış.
Ardından Yıldız Parkı’na giderek biraz yürümüş, radyoda okunmak üzere bir mesaj hazırlamıştı. Anlamlı mesajında, “Elim uçak kazasından sonra mübarek vatan topraklarına ve güzel İstanbul’a dönmüş bulunmaktayım. Şu anda da sanki araya asırlar girmiş gibi kavuşmanın müstesna heyecanını duymaktayım. Ancak hüzünle ve derhal ifade etmeliyim ki bu kavuşmanın heyecanı yanında kıymetli arkadaşları kaybetmenin elemiyle, kalbim tarifi çok güç tezatlı hislerin mihrakı halinde çırpınmaktadır…” demişti.
Menderes’in İstanbul’dan sonra Ankara’da karşılanışı da muhteşem olmuştu. Mükerrem Sarol bizzat şahit olduğu bu karşılamadaki havayı şöyle yansıtıyor: Kesilen kurbanların haddi hesabı yoktu. Vatandaşların hançerelerinden kopan tekbir sesleri gökleri dolduruyordu. Kalabalıktan kadınlar, çocuklar ezilme tehlikesi geçirdiler. Bayılanlar oldu. (…) Koyunların başında bulunan kasapların yüksek seslerle tekbir getirmeleri halkın heyecanına mistik bir mana katıyordu. Çok yoğun kütlenin coşkunluğu, alınan bütün tedbirleri tarumar etti. Yüzlerce, binlerce insan Menderes’in yüzünü görmek, ona yaklaşmak için trene koştular. Garın içi ana-baba günüydü. (…) Halk, arabaya yükleniyordu. Kadınlar, çocuklar ezilme tehlikesine maruz kaldılar. İzdiham korkunçtu.
Diyalog fırsatı
Bu arada İsmet İnönü yine bir hamle yapmış, gara kadar gelerek Menderes’e geçmiş olsun demiş ve siyasi gerginlikler bir an için unutulmuş, bir bahar havası esmeye başlamıştı. Bu jeste karşılık vermesi bekleniyordu Menderes’in. Eğer İnönü’ye iade-i ziyarette bulunursa hava daha da yumuşayabilir ve Türkiye içine düştüğü kısır tartışmalardan bir çıkış yolu bulabilirdi. Maalesef Mükerrem Sarol’un anlattığı doğruysa Menderes’i bu diyalog kapısını açmaktan men eden kişi, Celal Bayar olmuş, İnönü’nün hareketini samimiyetsiz bulduğunu söyleyerek Başbakan’ın belki de Türkiye’nin önüne çıkan bir uzlaşma fırsatını tepmesini sağlamıştı.
Peki kim kazandı bu gerginlik siyasetinden? Kimin ekmeğine yağ sürülmüş oldu? Darbecilerin elbette. Eğer o sırada Menderes CHP’ye bir ziyarette bulunmuş olsa ve ortamı, bu tarihî fırsattan istifade ederek bir parça yumuşatmış bulunsaydı, kapılar kapanmasa, hırslar gemlenebilmiş olsaydı, Türkiye belki de darbecilerin girmesini arzu ettiği raydan makas değiştirerek çıkacak, demokrasimizin olgunlaşması ve kazasız belasız yoluna devam etmesi yolunda ciddi bir fırsatı tepmemiş olacaktı.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Devlet Bahçeli tarafından bir ‘demokrasi şehidi’ olarak sunulmuş olması gayet anlamlı. Şunu da söylememiz gerekir ki, arkasına kalabalıkları yığması, bir liderin tek güvencesi olamaz. Zaten demokrasi de kelle sayısı rejimi zannedilirse de, değildir. Halk seçimlerde size pas verir ve golü atmanızı bekler. Top önünüze gelirken pası verene hayranlıkla bakamazsınız. Artık o topun yöneltileceği bir başka hedef vardır.
Belki de Menderes’in en büyük hatası, yıllar yılı meydanlara çıkmayı hasretle beklemiş olan halkın gösterdiği coşkulu teveccühe biraz fazla prim vermiş olmasıydı. Ali Fuad Başgil hoca, boşuna ‘Halka sığınmak, karınca deliğine girmeye çalışmaktır.’ dememişti. Halk meydana çıktığınızda arkanızdadır ama düdük çalıp maç bittiğinde bir an önce evine ulaşmanın derdine düşer. Nitekim kazadan sonra yurda dönüşünde Menderes’in önüne çocuğunu yatırarak elinde bıçağı ile “Emredin, keseyim” diyen halk, idam edildiği gün sokağa çıkmamış, radyo başında haberleri dinleyerek hüngür hüngür ağlamıştı. Bence Muhsin Yazıcıoğlu hayatında bir denge adamı olmuştu, ümid oldur ki, vefatıyla da bu denge adamı rolünü oynasın, Türkiye’deki gerginlikten otlanan mahut kesimin arpasını kesmeyi bilsin. Tabii artık bu rol, yaşayanlara düşüyor. O, pasını verdi.
04 Nisan 2009, Cumartesi