• Home
  • Genel
  • Nizam-ı Cedid Bosna’da nasıl “Nizam-ı Yezid” oldu?

Nizam-ı Cedid Bosna’da nasıl “Nizam-ı Yezid” oldu?

Nizam-ı Cedid Bosna’da nasıl “Nizam-ı Yezid” oldu?
Bosnalılar Osmanlı yönetimini ‘Osmanlı’ olarak kalmaya zorluyor, ‘Osmanlısın sen, Osmanlı kal’ diyorlardı.
Zannediyorlardı ki, İstanbul yine aynı İstanbul’dur, tahtın sahibi yine, babaları kabul ettikleri Fatih Sultan Mehmed gibi ferahlatıcı bir “Ahidnâme” verecektir kendilerine. Ama devran o devran değildir ve yıllardan 1826’dır. Yani yeniçeri ocağının kaldırıldığı Vak’a-i Hayriyye yılıdır. II. Mahmud ulemayı kandırmış, yeniçeri dayanağını ellerinden çekip almıştır. Sıra ulemayı hizaya sokmaya gelmiş, medreseler ve vakıflar merkeze bağlanmış, merkezin, yalnız merkezin dediğinin olacağı bir sürecin eşiğine gelmiştir Osmanlı. Biz buna “modernleşme” diyoruz… Nerede kalmıştık? Ah, evet, İstanbul’daki yeniçeri ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasının üzerinden tam 6 ay geçtiği halde Bosna halkı, bürokratı ve ulemasıyla, esnafı ve dervişleriyle yekvücut olmuş, yeniçerilerine sahip çıkmıştır. Çünkü etrafı kâfirlerle sarılı böyle bir ülkede, aynı zamanda ulemanın, esnafın ve halkın patronluğunu üstlenen yeniçeriliğin kaldırılması demek, Boşnakların savunmasız kalması ve ellerinin kollarının bağlanması demekti. Üstelik başlarında Avusturya ve Sırp gailesi dolaşıp dururken, nasıl olurdu da en büyük dayanakları olan yeniçerileri öldürmelerini isterdi İstanbul? İsteklerini belirten bir mektup yazmışlar ama cevap yerine yumruk yemişlerdir ‘Gâvur Padişah’tan. 1826’nın son günlerine girerken Bosna’daki hava aşağı yukarı budur.
Başlangıçta yekvücut olan Bosnalıların direniş gücü, Şerifzade Mustafa Nureddin adlı din adamının, isteklerine red cevabı vermesi üzerine taşlanarak öldürülmesiyle ikiye bölündü. Artık padişah taraftarları ile ona karşı olanlar vardı ve isyancılar kendi içlerinde bölünmüşlerdi. Saraybosna kadısı, etrafına adamlar toplayarak yeniçerilerin sığındığı kaleyi kuşattı ve onları teslim olmaya çağırdı. Şehre girildiğinde idamlar başladı. Yüzlerce elebaşı öldürüldü ve sürgüne yollandı. Şubat 1827’de, Bosna’nın temizlendiği düşünülüyordu.
Ama bu, gerçekte sonun başlangıcıydı. 8 ay süren isyan ve direniş, Bosna halkının Osmanlı’ya değil, Osmanlı modernleşmesine karşı tepkisini ortaya koymuştu. En önemlisi de, Fatih’ten beri kendilerine bir baba şefkatiyle yaklaşmış bulunan devlete karşı güveni zedelenmişti Bosnalıların. Giyim kuşamıyla gâvurluğun sembolü olarak gördükleri Nizam-ı Cedid ordusuna, “Nizam-ı Yezid” (Yezid’in Düzeni) diyen Mustafa Firaki gibi aydınlar da çıkmıştı. Onlar Yezid’in Ordusu’na girmek istemiyor, Hacı Bektaş’a bağlı kabul ettikleri Yeniçeri Ocağı’na sadık kalmayı yeğliyorlardı. Yalnız Bosna’dakiler değil, hatta, çok ilginçtir, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde görev yapan Bosnalı alimler de modernleşmeci reformlara muhalefet ediyorlardı. Velhasıl Bosna, tek başına muhalefeti temsil ediyordu ‘Gâvur Padişah’ın reformları karşısında.
Bosna cephedeydi ve Bosna halkı “gâzi” idi. 1683 Viyana bozgunu, en büyük darbelerden birisini Bosnalılara indirmiş, doğrudan ateş hattında kalmışlardı. Bu durumda, kendi savunmalarını düşünmeleri, yani sonunun ne olacağı bilinmeyen reformlar karşısında muhafazakâr bir tavır almaları, anlaşılır bir şeydi. Sonuçta, Avusturya sınırını bekleyenler onlardı. Elbette ki, “Kapudan” denilen Bosnalı komutanların yerleşik çıkarlarını tuzla buz ediyordu yeni ordunun kurulması. Onların tavırları, “Bosna’yı Bosnalılardan daha iyi kimse savunamaz” şeklinde özetlenebilir. Devletin asilere yönelik sert uygulamaları, halkın İstanbul’a olan güvenini bir kere daha zayıflatmıştı. Zaten fes ve Avrupaî üniformalara diş bileyen Bosna halkı, Osmanlı’nın Müslümanlığından şüphe eder hale gelmişti. Bu bid’atlerin Müslüman bir devlet olarak bağlandıkları, hatta kendilerini Müslüman yapan ve İslam’ın “bu” olduğunu öğreten Osmanlı’da ne iş vardı? Ve 1829’da Ruslara yenilen Osmanlıların, kendilerine sorma gereğini bile duymadan Boşnakların ikamet ettiği 6 nahiyeyi Sırplara teslim etmeleri, bardağı taşıran son damla oldu. Nihayet 1831’de, halkın “Bosna Arslanı” ilan ettiği Gradaçaclı Hüseyin Kapudan’ın ayaklanması patlak verdi.
II. Mahmud’a ‘Gâvur Padişah’ denilmesi, gerçekte onun reformlarına kuzu kuzu teslim olan İstanbul ulemasının değil, Bosna ulemasının bir yakıştırmasıdır. Sonradan Müslüman olan Boşnaklar, kendilerini Müslüman yapan devlete yakıştıramıyorlardı yaptıklarını ve onu ‘Osmanlı’ kalmaya zorluyorlardı. Devletin kendilerini koruyacağına da inanmıyorlardı artık. İş başa düşmüştü. Kapudanlar, ayan, beğler, ulema ve şehir ahalisi 29 Mart 1831’de Vezirler Şehri diye bilinen Travnik’te toplanarak meseleleri görüştü. Şûrâda, Bosna’ya, tıpkı Sırplara verildiği gibi özerklik tanınması ve bunun için de isyan edilmesi kararlaştırıldı. Osmanlı valilerini reformlardan vazgeçip eski düzene dönmeye zorlayacaklardı. II. Mahmud’un reformlarına karşı olan yalnız kendileri değildi. İşkodralı Arnavut beğlerinden Mahmud Paşa Buşatlı da en sıkı muhaliflerdendi. Sonuçta onunla da anlaşarak Mayıs 1831’de isyanın düğmesine bastılar. Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Arnavut ve Boşnak kuvvetleri İstanbul’a doğru yola çıktı. Önce Kosova üzerine yürüdüler ve Necip Fazıl’ın “sahte kahramanlar” arasına yerleştirdiği Tanzimat’ın mimarı Mustafa Reşid Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu perişan ettiler. Üsküp’e çekilen Reşid Paşa, asilerle anlaşma yolunu denedi. Savaşmayı iyi bilen Boşnaklar, Osmanlı diplomasisinin tuzağına düşmüşlerdi. Bu, aslında kurnazca bir planın parçasıydı. Görüşmeler uzadıkça Arnavutlar devreden çıkarıldı ve Boşnaklar yalnız bırakıldı.
Oysa Bosna kuvvetlerinin istekleri, açıktı: Şeriata ve Hanefi mezhebine aykırı olan üniformaların kaldırılması, Bosna’da reformlardan önceki sisteme dönülmesi, Bosna bölgesinin Sırp tehditlerine karşı korunması, devletin isyancılardan özür dilemesi ve Bosna’ya yerli beğlerden bir vali atanması. Osmanlı taktikleri, isyancılar arasında aykırı seslerin çıkmasına yol açtı. Liderlik bölündü ve ağustos ayında Boşnaklar bir sonuç alamadan memleketlerinde döndüler. Ama işin ardını bırakmayan Boşnaklar bu defa bir ay sonra Kapudan Hüseyin Paşa’nın Bosna Valisi yapılmasını kararlaştırdılar ve ona bağlılık yemini ettiler. Hatta bu ciddi yemin, Saraybosna Kadısı tarafından Şer’iyye Sicillerine işlendi. İstanbul’a bir “ilam” gönderildi. İlamda asilerin hükümetten taleplerini ve Hüseyin Kapudan’ın valiliğini kabul etmesi isteniyordu.
II. Mahmud, cevap vermek yerine, Bosna kuvvetlerinin üzerine 40 bin kişilik bir ordu göndermeyi tercih etti. Sonunda, 1832 Haziran’ında Osmanlı ordusu Saraybosna’ya girmeyi başardı. İstanbul’daki yeniçeri ayaklanmasının üzerinden tam 7 yıl geçmişti…

Bir yanıt yazın