Osmanlı evi ve sanayi devrimi
Geleneksel Osmanlı evi denilince hafızamıza bir gül üsaresi gibi damlayıveren her tarafı düzgün kesilmiş ahşap parçalarla “sıvanmış” evlerin gerçek tarihini hiç merak ettiniz mi? Bu evler hangi sosyal, teknik ve zihni faktörlerin etkisiyle ortaya çıktı? Asırlar boyunca nasıl bir değişim geçirdiler? Yoksa hiçdeğişmediler mi? O kadar büyük ateş tufanlarında birer kibrit çöpü gibi boğuldukları halde niçin ahşapta ısrar edildi? Mesela Fatih yahut Kanuni dönemlerinde de bugün son örneklerini gördüğümüz tarz ve üslupta mı yapılırdı evler?
Bu sorulara, mimarlık tarihimiz üzerine ufuk açıcı yazılarındantanıdığım Uğur Tanyeli’nin bir makalesinden* yola çıkarak biraz aykırı, alışılmışın dışında cevaplar arayacağım.
Bilindiği gibi Osmanlı konut tipleri, Orta Asya merkezi mekan geleneğinin timsali olan “çadır”ın Anadolu ve Bizans konut gelenekleriyle etkileşiminden ortaya çıkmış bir sentezdir. 14. yüzyılda Bursa’yı anlatan Subhu’l-A’şa sahibi Kalkaşandî, evlerin damlarının “deve hörgücü” şeklinde olduğunu söyler. Ancak bahsedilen evlerin Bizans zamanından kalma evler mi, yoksa Osmanlıların kurdukları evler mi olduğu konusunda herhangi bir ipucuna sahip değiliz. Bununla birlikte İstanbul’da 16.yüzyılın hemen başlarında (II. Bayezid devri) vuku bulan şiddetli bir depremle can kaybının büyük miktarda olması üzerine padişahındevrin mimarlarını toplayıp yeni yapılacak binaların hangi tarz üzere inşa edileceğini istişare ettiğini biliyoruz. Bu tarihten itibaren gerek abidelerin, gerekse o zamana kadar Bizans konut geleneği uyarınca kagir olarak yapılmaya devam edilen evlerin yeni bir malzeme ve inşa tekniğiyle yapılmasına karar verildiğinisonradan yapılan binalardan anlayabiliyoruz. Depremlerdeki can kayıplarını azaltmak üzere evlerin ahşap olarak yapılmayabaşlandığı bu yıllar, işte son örneklerini bugün şurda burda görmekte olduğumuz “Osmanlı evi” tipolojisinin başlangıcınıoluşturacaktır.
Ancak “hangi ahşap?” sorusu bu noktada önem kazanmaktadır. Süleymaniye ve Zeyrek civarında, Boğaz’da, Cankurtaran’da giderek erimekte olan bu evlerin cepheleri, pencereleri, kapıları, hatta yapım teknikleri birbirine son derece benzemektedir garip bir şekilde. Öte yandan Bursa’da “Fatih’in doğduğu ev” diye bilinen bir 18. yüzyıl Osmanlı evinde görüldüğü gibi klasik dönemde evler, “hımış” tekniğiyle yapılmış ve dışı standart tahta parçalarıyla değil, ahşap çatkının arası kerpiç, tuğla veya taşla dolgu yapılarak inşa edilmiştir. Bu hımış evin gerektirdiği ahşapmiktarının büyüklüğü göz önünde tutulursa İstanbul’un, çevresindeki (Istrancalar’dan Karadeniz’e kadar) ormanları nasılbüyük bir hızla yok etmeye başladığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Yine de 19. yüzyıla gelinceye kadar bir konağın küçük bir ormanıyok ettiğine şahit olunmayacaktır. Sebebi, size tuhaf gelecek belki ama sanayi devriminin etkisiyle Osmanlı evlerinin, yalılarının, köşklerinin, bugün Sadullah Paşa Yalısı’nda gördüğümüz gibi tamamen ahşap kaplama malzemesiyle yapılmış olmasıdır.
Buharla çalışan hızarlar ve işleme makinelerinin etkisiyle eskiden bayağı bir uğraş gerektiren tahtayı düzgün bir şekilde kesmenin hızlanıp kolaylaşması ve Batı ülkelerinden İstanbul’a ucuz ithal tahta akışıyla bağlantılı bir olgudur bu. Uğur Tanyeli’nin deyişiyle, “İstanbul bu sayede o güne kadar kullandığı ‘hımış’denen evden, tahta kaplamalı eve geçer.” “Dolayısıyla ” der Tanyeli, “Tahta ev, sanıldığı gibi geleneksel değil, gerçekte endüstri çağının Osmanlı toplumuna yansımasıdır.”
19. yüzyıl ortalarında başlayıp yüzyıl sonuna doğru hızlanan tahta ev yapımı sonucunda “hımış” yapılar hızla azalır ve İstanbul bir “tahta ev cenneti” haline gelir. Yangınlar tahta evleri yutarak cezalandırsa da, sanayinin oturmuş olmasından dolayı bir evin en fazla bir ay içerisinde yeniden yapılması imkan dahiline girmiştir. Bir de ucuzlamıştır ev maliyetleri. Dolayısıyla hükümet yönetmeliklerle ne kadar kagir bina yapımını desteklerse desteklesin, ucuzluk ve kolaylığından dolayı tahta ev tercih edilir.
Görüldüğü gibi, bugün “Osmanlı evi” yahut “İstanbul evi” diye bildiğimiz ev tipi, klasik döneme değil, sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan “modern” döneme ait bir gelişmedir. Bu da bize, ev inşaatı bağlamında, geleneğin mutlak bir sabitlik ve değişmezlikiçinde taşlaşıp kalmadığını ve modern gelişmelerin, eğer güçlü bir gelenek varsa o alanda, geleceğe nasıl başarıyla eklemlenip bütünleştirilebildiğini olanca canlılığıyla göstermektedir.
(*) Uğur Tanyeli, “Bir Tarihlendirme Denemesi”, İstanbul, sayı: 25, Nisan 1998, s. 52-57; ayrıca bkz. İstanbul’un Dört Çağı, İstanbul, 1996, s. 84-85.
|