• Home
  • Genel
  • Osmanlı kadar başına taş düşmesin e mi!

Osmanlı kadar başına taş düşmesin e mi!

Birçok e-postada hep aynı terane: Osmanlı, Anadolu’ya çivi çakmamış. Hiç yatırım yapmamış. Hem “Bursa’nın doğusunda kaç tane Osmanlı eseri var ki, övünelim?” Böyle yazmıyorlar mı, insanın “İnsaf imandandır” sözünü kılıçlaştırası geliyor.

Cumhuriyet kuruldu kurulalı aynı terane. Osmanlı bir tek Bursa ile İstanbul’u ihya etmiş, bakın Edirne’den itibaren Balkanlar’a, her taraf bal dök yala. Oysa Anadolu şehirleri kaderlerine terk edilmiş. Osmanlı Devleti Balkanlar’ı ihya edip dururken, “Anadolu’yu sadece asker ve erzak deposu” olarak kullanmış. Üstelik “Türk milletinin evlatlarını” Avrupa ile savaşacağım diye kırdırmış!

İçerisinde Oryantalist körlükten tutun da bilgi ve zekâ kısırlığına kadar birçok kusuru barındıran bu sığ bakış açısının gençlerimiz arasında neden bu denli rağbet bulduğu ise ayrı bir araştırma konusu.

1930’larda bunları söylemenin belki mazur görülebilecek bir tarafı vardı. Kaynak yoktu, olanlar da harf devriminden dolayı yasaktı. Üstelik ulaşılamıyordu. Arşivler açık değildi vs. Lakin şu kadar milyon eğitimli insanız, bu denli bol yayın ve belge, kütüphane raflarını çökertiyor, belediyelerden valilik ve kaymakamlıklara kadar pek çok kurum kültür envanterleri çıkarmaya gayret ediyor ama 85 yıldır aynı şeyleri tekrar ediyorsak daha temelde bir sorun olmalı diye düşünüyorum. Okuma tembeli desem, okuyanlar, hatta iyi okuyanlar var hamdolsun. Ancak galiba eskilerin deyişiyle ‘temyiz kabiliyetimizi’ kaybettik, ondandır.

Bakın, çalışan çalışıyor. Yenişehir Kaymakamlığı (Bursa) ne çok kitap neşretmiş. Eski Kaymakam Samet Ercoşkun, kitapları gönderdi de sevindirdi fakiri. Sayesinde Osman Gazi’nin emriyle kurulan bu ilk Osmanlı şehrinin geçmişine acı tatlı bir yolculuğa çıktım.

Geçenlerde Konyalılar elime okkalı bir cilt tutuşturdular. 5 kiloluk bu kitabı, fıtık olma riskini göze alarak taşıyıp masama koyduğumda, hele sayfalarını giderek büyüyen bir aşkla çevirdiğimde, “Keşke” dedim, “diğer şehirlerimiz de Konyalılar kadar sevip sahip çıksalar şehirlerine.”

Belediye Başkanı Tahir Akyürek ve Konya öncülük ediyor bu eserlere. Daha önce Selçuklu Belediyesi bir fotoğraf albümü halinde “Konya’da Osmanlı Dönemi Eserleri” (2005) adlı güzel bir kitap çıkarmıştı. O zamanki başkan Adem Esen kitabı elime tutuşturduktan kısa bir süre sonra Konya ve ilçelerinde 200’e yakın Osmanlı eseri bulunduğunu hayretle öğrenmiştim. Evet, Osmanlı’nın Anadolu’ya tek çivi çakmadığı safsatasına kafasını kaptırmış olanların sadece “Selçuklu şehri” zannettiği Konya ve ilçelerinde -o da tespit edilebilen ve ayakta duran- 200’e yakın eser fotoğraflanmıştı.

İşte Meram’daki muhteşem Kapu Camii 1650 yılında yaptırılmış; yıkılınca 1868’de yeniden inşa edilmiş. Ya Karatay’daki Aziziye Camii’ne ne buyurulur? Annesi Pertevniyal Valide Sultan ile Sultan Abdülaziz’in birlikte yaptırdıkları 1872 tarihli bu muazzam cami de mi kemikleşmiş kanaatlerinizi değiştirmez? Bir sayfada Kadınhanı’ndaki Pınarbaşı Camii’nin 1853 yılında yapıldığı yazılı; başka bir sayfayı çevirince Ereğli’de Rüstem Paşa Hanı’yla burun buruna geliyorsunuz. Akşehir’deki Ticaret Lisesi 1918’de, Hasan Paşa Camii de 4 asır önce, 1510’da yaptırılmış. (Nasreddin Hoca Türbesi’ni son tamir ettirenin de Sultan Abdülhamid olduğunu belirtelim.) Hâlâ ‘Osmanlı Anadolu’ya yatırım yapmamıştı’ demekte ısrar ediyorsanız, ya Anadolu’yu bilmiyorsunuzdur ya da yatırımın ne demek olduğunu.

Mevlânâ Külliyesi mi dediniz? Bakın bakalım, Mevleviliğe en büyük hizmeti kim etmiş? Onu Konya’dan Hanya’ya, yani Girit adasına kim ulaştırmış? Budapeşte semalarından Kahire sokaklarına kim birer mistik tohum olarak ekmiş? Evet, Mevlânâ ve evlatları Selçuklular zamanında yaşamışlardı, elbette tarikat Karamanoğulları zamanında serpilmişti, ama Mevlevilik tarihteki en görkemli çiçeklenişini Osmanlılar döneminde yaşamıştı. Bir bakıma Mevleviliği Mevlevilik yapan Osmanlılar olmuştu.

Osmanlılığın Mevleviliğin mimarı olduğu gerçeğini Mevlânâ Kül-liyesi’nden somut olarak görmemiz mümkün. Osmanlılardan önce türbe vardı, yeşil kubbesi de vardı. Doğu ve batısındaki kubbelerin Karamanoğulları döneminde eklendiği bilinir. Bir şadırvan ve ufak tefek binalar, o kadar. Bunlar dışında bugün Mevlana Türbesi’nin etrafında ne kadar tarihî yapı varsa Osmanlı eseridir. Bu açık. Mescit, minare, selsebil, semahane, tilavet odası, şadırvan revakları, kütüphane, misafirhane, yemekhane, derviş hücreleri, mutfak (matbah), meydan, şeb-i arus havuzu vs. Bir de külliyenin girişinde II. Selim tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan haşmetli Selimiye Camii’ni sayalım da soluklanalım.

Hâlâ inat edenler varsa Konya’da kollarıma teslim edilen bin sayfalık kitaba [1] eğilsinler ve görsünler Osmanlı’nın bu Selçuklu şehrine yaptığı nice yatırımı. Eğildim ve bilmediğim nice çarpıcı bilgiler edindim.

Mesela Selçuklu ilçesinde 1798 tarihli bir çamaşırhane (yunak) bulunduğunu, dahası, bu halka açık çamaşırhanenin halen hizmet vermeye devam ettiğini öğrendim. Daha neler neler… (Bir de, bunlar ayakta duran yapılar. Yıkılıp kaybolanlar listeye dahil değil.)

Mesela Osmanlı dönemi eseri 100’ün üzerinde çeşme varmış Konya’da. 3 Osmanlı hamamı ile 4 han ve 2 köprü halen ayaktaymış. 14 adet kamu binası halen kullanılmaktaymış. (Bunların içinde Hükümet Konağı, Kız Öğretmen Okulu, Sanat Okulu, Gazi Lisesi, DMO vs. de vardır.) Tren istasyonu ile etrafındaki konutlar da Osmanlı dönemi eserleriymiş. (Konya’ya treni TC getirmedi yani.) Yusuf Ağa Kütüphanesi’ne bakarsanız 1795 tarihli. Envanter’de Osmanlı eserinin olmadığı tek kalem, medreseler oldu. Demek ki, Selçuklu medreseleri yeterliydi, yenisine ihtiyaç duyulmamıştı.

Ancak beni asıl şaşırtan, cami ve mescit sayıları oldu. Envanterden çıkarttığım listeye göre halen Konya merkezde ayakta duran tarihî cami ve mescitlerin sayıları şöyle (Cumhuriyet döneminde yapılanlar hariç):

Osmanlı öncesi döneme ait cami ve mescit: 33 adet. Osmanlı döneminde yapılan cami ve mescit: 61 adet. Yani Osmanlı döneminde yapılanlar, öncekilerin 2 katıdır. Nokta.

Şu kadarını söyleyeyim ki, ‘Osmanlı döneminde Anadolu’ya yatırım yapılmadı’ teranesine sığınanları o camilerde okunan Kur’an-ı Kerimler ve minarelerden dökülen ezanlar da mı rahatsız etmiyor? (‘Çarpmıyor’ diyemediğim için böyle dedim.) Bütün bu eserleri hangi yüzle ve hangi hakla inkâr edebiliyorlar?

Hem daha envantere Selçuklu eseri olarak geçen Konevi Camii’ni haraplıktan kurtarıp bugünkü dinçliğine kavuşturan zatın bir Osmanlı padişahı olduğunu söylemedim. Kimdir bu padişah? Hiç düşündünüz mü? Adını söylemeyeceğim ama bir ipucu uzatacağım: Üzerindeki kitabede yazmış ismini. Yine de ‘Kim?’ diyenlere fısıldayayım: Mevlânâ’nın üzerindeki nefis sanduka örtüsünü kim İstanbul’da işletip oraya hediye etmişse o! Ve biz bu soylu duygulara sahip insanlara Anadolu ve Selçuklu düşmanı muamelesi yapıyoruz. Seyyid Rıza’nın dediği gibi, “Ayıptır, günahtır, cinayettir!”

Kartal Tibet, askerî darbeyi nasıl önledi?

Ünlü oyuncu Kartal Tibet’in, Talât Aydemir’in son darbe girişimini ortaya çıkaran kişi olduğunu biliyor muydunuz? O tarihte Meydan Sahnesi’nin genç oyuncularından biri olan Kartal Tibet, 21 Mayıs 1963 gecesi tankların Ankara caddelerinde dolaştığını görür ve darbeden şüphelenerek nöbetçi amiri Seyfettin Karadağ’a, o da o sırada uyumakta olan 28. Tümen Kurmay Başkanı Ali Elverdi Paşa’ya duyurur. Ali Paşa uykudan kalkıp radyoevine gider. Kendilerinden son derece emin olan darbeciler, Ali Paşa’nın tek başına girdiği radyoevinden yaptığı anonsu duyunca şaşkına dönerler. Anonsta isyanın Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bastırıldığı duyurulmuştur.

Ali Elverdi, “Bu Vatana Kastedenler”, İst. 1980, Yeni Asya Yayınları, s. 69. [1] Konya İl Merkezi Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Envanteri, Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2012.

18 Mart 2012, Pazar

2 Comments

  • Kasım Çalış

    4 Nisan 2012 at 11:16

    Osmanlı gittiği her memleketi ihya etmiştir.Ama Anadoludaki Türk varlığı Balkanlardakiden daha eskidir.Selçuklu dönemimde yapılanları göz ardı ederek Anadolunun imarsız bırakıldığını söylemek insafsızlıktır.Önemli olan Osmanlıdan kalanlara Cumhuriyetimizin ne kadar sahip çıkabildiğidir.

    Cevapla
  • SAMET

    8 Nisan 2012 at 23:00

    osmanlının çivi çakmadığını söylemek aka kara demektir.bence bunun yalan olduğunu en iyi bunu ortaya atanlar biliyordur.bir tarihi bir sözle yalanlamak ahmakların işidir.Allah razı olsun mustafa armağan gibi tarihçilerimizden,sayılarını da arttırır inşallah

    Cevapla

Bir cevap yazın