Özgürlük; kimin için?

Özgürlük; kimin için?
Bağdat düştü!
Savaş yine gülüyor. Hem de katıla katıla. Saddam’a mı? Ne münasebet? Medyayı dolduran aziz fikir babalarımızın sefaletlerine. Her Allah’ın günü karşımıza çıkıp ne iddialarda bulanmadılar, ne paha biçilmez köşe yazıları yazmadılar! Yok efendim Saddam Bağdat’ın altını oymuş da, yok Stalingrad savunması yapacakmış da, yok ‘asıl savaşı siz Bağdat’ta görün’lere kadar yığınla laf. Ümmü Kasr kasabası kadar bile direnmeyen Bağdat, iki günde Amerikan işgali altına giriverdi ve bütün bu ciddi theoria’lar fos çıktı. Peki hiç konuşmasalardı ne kaybederdik? (Laf arasında bu “en çok çıkanlar”dan birisi, Saddam’ın heykelinin yıkıldığı akşam baklayı ağzından kaçırdı ve kendisini mazur göstermek için “Amerikalılar da böyle düşünüyordu zaten.” deyiverdi. Bütün bilgi -ve tabii ki harbin en önemli unsuru olan yanlış bilgi- kaynağı da böylece anlaşıldı.)
Demek ki biz o 21 gün boyunca ekranlarda adları Ali, Veli olan Amerikalı yorumcuları seyretmişiz ya da gazetelerde yazılarını kıraat etmişiz! Irak şöyle direniyor, böyle direniyor, Saddam şöyle güçlü, Cumhuriyet Muhafızları şöyle eğitimli filan diyerek halkı mandepsiye bastıranlar da işgalcilerle aynı kaynaktan besleniyorlarmış meğer!
Savaşın 21. günü düşen Bağdat değildi gerçekte (çünkü o zaten düşmüştü ve bunu Amerikalılar kadar iyi bilen kimse de olamazdı). Düşen, tuzağa düşen bizimkiler de dahil olmak üzere dünyada savaşı yorumlayan beyinlerdi. (Benden söylemesi, son 20 günün gazetelerini yeniden okuyarak, bayağı eğlenceli birkaç saat geçirebilirsiniz!)
Merminin ucundaki özgürlük iksiri
Amerikan Tv’leri, “Irak Halkına Özgürlük Savaşı” adını verdiler bu işgal operasyonuna. Hem kendileri, hem de gönderdikleri askerî güçler buna fena halde inandırılmışlardı besbelli. Hatta yaralı bir ABD askeri, Iraklıların kendilerine neden direndiğini hâlâ anlayamadığını söylüyordu saf saf. Halbuki, diyordu, biz onlara özgürlük getirmek için savaşıyoruz! Irak’ın başındaki diktatörü devirip onun elinde acı çeken halka özgürlük getirmek için çekiyordu tetiği askerler. Merminin ucuna sürülmüş özgürlük iksiri! Çağımızın demokrasi rüzgârı, bundan böyle akıllı bombaların akıllandırdığı halkların bedenlerine doğru esecek anlaşılan.
Bu zoraki özgürlük müdahaleleri dizisi Reagan zamanında, 1983’te Grenada ile başladı, Panama, Somali, Haiti, Bosna ve Kosova ile devam etti. Derken 11 Eylül ile Afganistan ve ardından Irak’a sıçradı. Gerçi bunun İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Japonya’nın işgali ve demokrasinin kurulması için alınan tedbirler gibi selefleri var; ama bu defaki “konsept” daha geniş kapsamlı görünüyor.
“Zoraki Demokrasi” (“Democracy by Force”, Cambridge Üniversitesi Yay., 2002) kitabının yazarı Karin von Hippel’in de vurguladığı gibi, Amerika’nın kendisini dünyada demokrasinin gönüllü havarisi olarak takdim etmesine aldanmamalıdır. Çünkü aslında Panama, Somali veya Haiti gibi örneklerde Amerikan müdahalesi bir demokratik düzen getirmemiştir. Tam tersine, bugün Irak’ta gördüğümüz üzere merkezî iktidarı çökertmiş, ardından yağmalamalara izin verilmiş, böylece “yönetmekten âciz bir yönetim cihazı” getirilmiştir. Nitekim Somali’de iktidardan uzaklaştırılan Ziyad Barre’nin yerine bir general getirilmiş, onlar da babadan oğula bu yeni demokrasiyi (!) devam ettirmişlerdir Amerika sayesinde.
Özgürlük Evi (Freedom House) 1995’te yayınladığı listede 55 tane “özgür olmayan” ülke saymıştı. 9 Nisan itibariyle bu sayı 54’e düştü mü dersiniz?
Osmanlı’ya savaş açan Leibniz
Soru, yakıcı. Amerikalılar zaten özgür olduklarına göre (acaba öyle mi?) özgürleşecek olanlar Irak halkı mı olacak yoksa “despotik hayalet” Saddam ve avenesi gittikten sonra bu bereketli topraklar mı özgürleşecek? Daha doğrusu, özgürleşecek ve örtüsü açılacak olan Irak toprakları değil midir?
Soru yakıcı olmasına yakıcı; ama cevabı daha da öyle. Niçin mi? Hafızam tarihe yeni bir sorti yapmak ihtiyacını hissediyor nedense.
Nereden nereye? Hiç bu işgal ortamında akla gelir miydi feylesof Leibniz’in adı? Maymun iştahlı hafızam işte tam da bunu yaptı, gidip Leibniz’in yazı masasına kondu.
Yıllardan 1672. Leibniz, Latince bir proje kaleme alır. Proje, Fransa Kralı 14. Louis için hazırlanmıştır. Amacı ise ekonomik açıdan can damarı olan Mısır işgal edilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun çökertilmesini krala tavsiye etmektir.
“Batı” medeniyetinin bilinmeyen bir yüzü daha! Meşhur feylesof Leibniz’in işine bakın! “Monadoloji”yi yazan el, Osmanlı’nın yıkılması için planlar yapmaktan geri kalmıyor.
Projede, Osmanlı İmparatorluğu’ndan “barbar karanlıklar ülkesi” ve “bir cariyenin oğlu tarafından yönetilen köleler zindanının yapısı” diye bahsediliyor ve şu çarpıcı öngörüde bulunuluyor:
“Sadece Mısır değil, tüm Doğu, ayaklanmak için korkmadan istinat edebileceği BİR KURTARICI GÜCÜN gelmesini beklemektedir. Mısır işgal edilince Türk İmparatorluğunun kaderi bağlanacaktır; her yanından yıkılacaktır.” Leibniz, bir de tarihe geçecek laf eder burada: “Türklerin bizim gibi kafaları yok mu acaba?” (Bunları, felsefeye meraklı gençlerin bilmesinde fayda var.)
Velhasıl 1672’den bu yana pek bir şey değişmiş değil. O zamanlar Osmanlı padişahını despot diye yaftalayıp “gayrimeşru bir şekilde” elinde tuttuğu toprakları ve halkları özgürleştirmek için Avrupa’nın kurtarıcı bir güç olarak meydana atılmasının gerekliliğini vurgulayanlar, bugün diktatörlerin ezdiği halkları özgürleştirmek için ABD mermilerinin şart olduğunu söylüyorlar.
Biz de inanıyoruz tabii!

Bir cevap yazın