Portekizlilerin korkunç planı: Peygamberimizin mezarını Avrupa’ya kaçıracaklardı!
Kristof Kolomb’un batıya giderek doğuya ulaşmasının asıl gerekçesi, başta Kudüs olmak üzere kutsal toprakların Müslümanlardan geri alınmasıydı. Doğu’nun zenginlikleri Avrupa’ya nehirler gibi akacak ve bu parayla yeni Haçlı orduları düzenlenip Müslüman diyarlarına sefere çıkılacaktı. Burada tarihin bir sırrını daha çıtlatayım da size, içimde kalmasın. Osmanlı Devleti, Avrupalıları kendi kıtalarına hapsedip her geçen gün yeni bir parçasını kopardıkça panik duygusuyla efsaneler imal edildi.
Güneydoğu Asya tarihin en büyük felaketlerinden birine maruz kalınca dikkatlerimiz Asya’nın saçaklarına çevrildi ister istemez. Ardı ardına yazılar yayınlandı Sumatra’ya Osmanlı yardımıyla ilgili. Biz yardım edemedik ama hiç değilse atalarımız etmişlerdi tesellisine sığındık. Velhasıl tarih bir kere daha imdadımıza yetişti. Lakin bu yazılar büyük ölçüde hazır bilgilerden derlendiği için Osmanlıların genelde Hint Okyanusu ve Güneydoğu Asya politikası es geçilmiş oldu. Oysa tarihin içinde görünmeyeni aradığımıza göre meseleyi daha sinemaskop seyretmemizde ve onu kuşbakışı görebilmek için hafızamızı kanatlandırmakta fayda var. Kristof Kolomb’un batıya giderek doğuya ulaşmasının asıl gerekçesi, başta Kudüs olmak üzere kutsal toprakların Müslümanlardan geri alınmasıydı. Doğu’nun zenginlikleri Avrupa’ya nehirler gibi akacak ve bu parayla yeni Haçlı orduları düzenlenip Müslüman diyarlarına sefere çıkılacaktı. Burada tarihin bir sırrını daha çıtlatayım da size, içimde kalmasın. Osmanlı Devleti, Avrupalıları kendi kıtalarına hapsedip her geçen gün yeni bir parçasını kopardıkça panik duygusuyla efsaneler imal edildi. Güya Müslümanların da ötesinde büyük bir Hıristiyan kral yaşarmış ve adı da Doğu’nun Kralı James imiş. İşte coğrafya tarihçilerine göre, keşiflerin arkasında yatan güdülerden birisi, Doğu’da yaşayan bu güçlü Hıristiyan kralı bulmak ve ondan gücünü Batı’daki Hıristiyanlarla birleştirmesini istemekmiş. Böylece Müslümanlara asırlardan beri bir türlü verilemeyen ağızlarının payını vereceklerini ummuşlar. Böyle bir hurafeyi bizim tarihimiz için anlatsak aklı evvellerimiz anında üzerine atlar ve zaten bu yüzden geri kaldığımız teranesine yeni bir melodi daha eklemenin zevkiyle sarhoş olurlardı. Ama aynı hurafeler Avrupa’da olunca, gördüğünüz gibi ya görmezden gelinir, ya da örtbas edilir. Velhasıl, Portekizli gemiciler 15. yüzyılın sonlarından itibaren Hint Okyanusu’nun engin sularına el atmışlardır. Önce Hindistan kıyılarında ve Endonezya’da ele geçirdikleri bazı adalarla idare eden Portekizliler, sonradan işi büyütür ve bölgenin ne kadar zengin değerli taşlar, kumaşlar, baharat ve altın yatağı olduğunu keşfederler. Ancak Portekiz’in yayılması, “Ortadoğu” ekonomisinde tehlike çanlarını çaldırmaya yetmiştir, çünkü o zamana kadar Akdeniz ülkeleri ile Avrupa’nın baharat ihtiyacını karşılayan Kızıldeniz yolu da Portekizli mütecavizlerin tehdidine maruz kalmıştır. O yıllarda İslam dünyasının en güçlü devleti olan Memlüklerin can damarlarından birisi daha kesilmek üzeredir.
Osmanlı’nın kanatları Hint’e kadar uzanıyor
Devrin kaynakları, 1507 yılının Arap tarihinin en karanlık yılı olduğunda birleşmektedirler. Portekiz gemileri, Kızıldeniz’e selamsız sabahsız girebilmekte, Basra Körfezi’nin ağzında bulunan Hürmüz adasını işgal etmekte ve Yemen’i fethetmek için girişimlerde bulunmaktadır. Memlükler direnmektedir ama ne çare ki, deniz kuvvetleri yetersizdir. Sonunda Osmanlılardan yardım isterler. 1510’da II. Bayezid 30 gemiye yetecek kadar kereste, demir, silah ve malzeme yollar Kahire’ye. Ancak bu malzemeler daha yoldayken Rodos şövalyelerinin eline geçer. İslam dünyasının kalbine yönelmiş olan Portekiz mızrağını püskürtebilmek için bir yıl sonra daha büyük bir yardım paketinin üzerinde “Gönderen: Osmanlı” yazmaktadır. Tehlike gerçekten de korkunçtur. Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki kuvvetlerinin başı Albuquerque’in gözü dönmüş, Goa, Malakka gibi kaleleri ele geçirdikten sonra Kızıldeniz’e çevirmiştir gemilerinin burnunu. Hedefi, “Rumî”lerin kökünü kazımaktır. Tabii ancak Rumî’nin Osmanlı levendi anlamına geldiğini biliyorsak bu komutanı neyin korkuttuğunu anlayabiliriz. Karaman’dan gönüllü olarak buralara gelen Osmanlı askerleri, Cidde ve Yemen’de Portekiz kuvvetlerine karşı direnişi örgütlüyor, yeni savaş teknik ve taktiklerini yöre halkına öğretiyor, Akdeniz’de kazandıkları tecrübeyi dindaşlarıyla paylaşıyordu.
Albuquerque’in niyeti gerçekten de kötüydü. Müslümanları kutsal topraklardan atmak için sinsice bir plan hazırlamış ve 1 Nisan 1512’de krala yazdığı mektupta niyetini açıkça ilan etmişti. Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde giriş çıkışları kontrol altına almak, Yemen’de Aden’i ele geçirmek, Nil nehrinin yanında bir kanal açarak Mısır’ın kuraklıktan kırılmasını sağlamak ve, ve en önemlisi de, Mekke’yi düşürüp Kâbe’yi yerle bir etmek, dahası, Medine’deki “Hz. Muhammed’in mezarını Hıristiyan topraklarına kaçırmak.” (Kaynak: F. C. Danvers, “The Portuguese in India”, c. I, Londra 1894, s. 268-271’den nakleden M. Yakub Mughul, “Kanunî Devri”, Ank. 1987, s. 52.)
Albuquerque, Şah İsmail’le de anlaşarak Memluk Devleti’ni ortadan kaldırmak için harekete geçmişti. Mekke ve Medine’nin Portekizlilerin eline geçmesi, İslam âleminin şerefini ayaklar altına düşürecekti. Bu iş böyle olmayacak, küffarın yapacakları uzaktan seyredilmeyecekti. Yavuz’un eğri kılıcı, çok geçmeden önce Kızıldeniz’e, ardından Basra Körfezi’ne yönelecek ve Hint Okyanusu’nda Osmanlı gemileri ile Portekiz gemileri arasındaki büyük kovalamaca başlayacaktı.
Do you want Search?
Random Post
Search