• Home
  • Genel
  • Varlık Vergisi’nin karanlık yüzü

Varlık Vergisi’nin karanlık yüzü

Varlık Vergisi’nin karanlık yüzü
Salkım Hanım’ın Taneleri filminden söz ederken Varlık Vergisi ile ilgili birkaç noktaya temas etme imkanını bulmuştum. Arşivimi karıştırırken rastladığım Toplumsal Tarih dergisinde (Eylül 1999, sayı: 69) yayımlanmış olan Doç. Dr. Ayhan Aktar’ın ilginç yazısı (“Varlık Vergisi sırasında gayrimenkul satışları: İstanbul tapu kayıtlarının analizi”), konu üzerinde yeniden durma fırsatını verdi bana.

11 Kasım 1942-15 Mart 1944 tarihleri arasında İstanbul ağırlıklı olarak uygulanmış olan Varlık Vergisi, gayrimüslim azınlıklar aleyhine ayrımcı bir politikanın uzantısıydı. 1939’dan 1942’ye kadar seferberlik ilan eden ve 1 milyon insanı askere alan hükümet, bu aktif nüfusun tarımsal üretimden hızla çekilmesi yüzünden üretimin düşmesine, dolayısıyla vergilerin azalmasına sebebiyet vermiştir. Pek bilinmez; ama bu 3 yıllık süre içinde enflasyon oranı toplam yüzde 350’yi bulmuştur. Bu, son yıllarda yaşadığımızdan da ağır bir enflasyon oranı demektir.

Ayhan Aktar’a göre, “Ankara yönetiminin beceriksizliği sonucu ortaya çıkan bu enflasyonist ortamdan çıkış çareleri aranırken, olağanüstü savaş kazançlarını vergileme fikri gündeme gelir. İşte Varlık Vergisi böyle olağanüstü konjonktürde hazırlanan bir ekonomik tedbirler paketi içinde yer alır.”

Dolayısıyla “vurguncu Yahudi” tipiyle karikatürize edilen dönemin istifçi ve karaborsacıları, aslında hükümetin uyguladığı yanlış ekonomi politikalarının ürününden ibarettir. Lakin kendi hatalarından başkalarını sorumlu tutmakta üstüne yoktur hükümetimizin. Tıpkı önce nutuklar atarak açtıkları imam-hatipleri, hikmet-i hükümetlerine zarar vereceklerini düşündükleri noktada tarumar etmelerinde ve neredeyse rejimin kökünü kurutacak bir tür yeniçeri ocağı telakki etmelerinde görüldüğü gibi, kendi eseri olan enflasyonist ortamdan, palazlanan azınlık tüccarları temizlemek için yararlanılmış, bütçe açığının, bu yüz karası kanunla kapatılması yoluna başvurulmuştur.

Sonraları İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin hatıralarında dediği gibi bu uygulama, cumhuriyet tarihinin utanç sayfaları olarak tarihe geçmiştir. Kanunu, piyasadan “yabancıları temizlemek” amacıyla çıkardıklarını bizzat Başbakan Şükrü Saraçoğlu CHP grubunda yaptığı konuşmada (9 Kasım 1942) açıkça dile getirecektir: “Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”

Vergisini ödeyemeyen azınlıklar Aşkale dışında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine gönderilmiş, bir kısmı ise Sirkeci Garı içindeki bir “toplama kampı”nda sıralarını beklemişler, bu sırada borcunu ödeyen 640 kişi, Aşkale’ye gitmekten son anda kurtulmuştur. Bir diğer ilginç not ise, mükellefin vergisini ödeyememesi durumunda yakın aile fertlerinin sahip oldukları malların haczedilmesi uygulamasıdır. Bu uygulamalar sırasında Beyoğlu’ndaki Serkldoryan veya Eminönü’ndeki Sümerbank binası gibi dev binalar haraç mezat satılmış, bunların bir kısmını devlet bankaları, geri kalanları ise “Türk müteşebbisler” almıştır.

Devletin diş geçiremediği bir azınlık burjuvazisinin tasfiyesi ve yerine kendi kurallarına tabi olacak “uslu” bir müteşebbis sınıfın geçirilmesi yönündeki İttihatçıların başlattığı projenin devamıdır aslında Varlık Vergisi Kanunu.

İşin garibi, 1943’te kaldırılmasına rağmen bu uygulamalar, gerek NATO’ya girişimizde, gerekse “demokrasi cephesinde yer alma” teşebbüslerimizde hep yüzümüze vurulmuş ve Türkiye, suçluluk kompleksiyle, 1948’de kurulan İsrail’i ilk tanıyan ülkeler zincirine katılmak zorunda hissetmiştir kendisini. Aktar’ın deyişiyle “Ankara hükümeti, bu davranışı ile Varlık Vergisi uygulamasının Türkiye hakkında Batı aleminde yaratmış olduğu “Yahudi karşıtı” imajı silmeye çalışıyordu.”

Aynı sayıdaki bir başka yazıdan (Gülay Dinçel, “Üç kuşak sanayici bir Ermeni ailesi”) Aşkale’ye ilk sürgüne giden kişinin Mihran Yarman adlı bir Ermeni sanayici olduğunu öğreniyoruz. Aşkale sürgünlerinin orada kaldıkları süre içinde sürekli çalışmadıkları, savaşın seyri değiştikten sonra boş boş bekletildikleri, dahası, 1924 Anayasası’nı hazırlayanlardan ve Türk Ocakları’nın İzmir şubesinde yöneticilik yapmış olan 80 yaşındaki Gad Franko’nun da Aşkale sürgünlerinden olduğu aynı yazıdan defterime düştüğüm notlardan.

Gad Franko örneği çok da sürpriz olmadı benim için. Nitekim bugün “Cumhuriyet Marşı” yapılmak istenen Onuncu Yıl Marşı’nın şairi Faruk Nafiz Çamlıbel de 27 Mayıs darbesinden sonra apar topar tutuklanıp hapse atılmamış mıydı?

Urfalılar boşuna dememişler, “Yaşa yaşa, gör temaşa” diye!

Bir cevap yazın