Yalova’nın kurtuluş savaşı

Yalova’nın kurtuluş savaşı
17 ağustos depreminin üzerinden 20 gün geçmiş ve ben Yalova’nın nazlı yollarına revan olmuşum.

Aradan neredeyse 20 yılı aşkın süre geçmiş demek ki. Yalova’nın henüz küçük ve şirin bir sahil kasabası kimliğini muhafaza ettiği günlerde o güzelim sahilini hoyrat yazlıkçı apartmanları yeni yeni işgal etmeye hazırlanıyordu. Benim de o zamanlar bu inşaatlardan birkaçında yer döşemecisi olarak emeğim geçmiş, nice alın teri dökmüşümdür. Onun için Yalova’da yıkılan her apartman, biraz da benim içimden sıcak bir yumruyu yırtarak çıkartıyor.

Bursa’dan Yalova’ya gidiş gelişlerimden birinde trafik tıkanmıştı. O vakitki nüfus ve trafik yoğunluğu düşünüldüğünde bu iyice acayip bir durumdu. Sonradan öğrendim ki, o gün Yalova’nın düşman işgalinden kurtuluş günüymüş!

Ne tevafuk! Dün Yalova’nın sokaklarını arşınlarken bir kitapçıya meraklı bakışlarımı yönelttiğimde, mavi renkli bir kitap dikkatime çarpıyor: Kurtuluş Savaşında Yalova. “Ne kadar da anlamlı ve zamanında çıkmış bir kitap!” diye geçirdim içimden, bugün yeni bir kurtuluş savaşı vermekte olan Yalova’nın enkazların başına üşüşmüş iş makinelerinin homurtuları uzaktan uzağa kulağıma çalınırken.

Evet, Yalova bir kurtuluş savaşı veriyor yeniden.

Ne kadar hızla serpilmişti oysa hatıralarımdaki o şirin sahil kasabası!

Attila İlhan, Yalova için “Bursa’nın bir parçası olmalıdır” der. “Yalova’sız bir Bursa kolu kanadı kesilmiş, güdük kalmış bir şehirdir.” diye de ekler.

Uzun süre İstanbul ile Bursa arasında, kah birine yanaşarak, kah öbüründen uzaklaşarak naz yapan Yalova, sonunda bir seçim öncesi il oluverdi. Ardından merkezi bütçeden yatırımlar geldi, nüfusu artmaya başladı, ufak ufak sanayi de gelişti. Seracılık derseniz (hele ki çiçekçilik) zaten Türkiye’nin önde gelen birkaç merkezinden biriydi. Yazlıklar arttı, yeni yeni siteler, villalar yapılmaya başlandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gayretiyle deniz otobüsleri ve feribotlar İstanbul’u 45 dakikalık bir mesafeye getirdi.

Velhasıl, deprem öncesi her şey çok iyye gidiyordu.

Ne ki deprem, Türkiye’nin kendi yüzüne yaptığı o ağır makyajı, nobran elleriyle kazıyıp alttaki acemi bakışlarını ortaya çıkardıysa, Yalova’nın görünüşteki fiyakalı gelişimini de bozmaya yetti. O canım şeftali ve elma bahçelerinin içinde yer aldığı, iki dere arasındaki alüvyonlu toprağın oluşturduğu Hacımehmet ovasını hesapsız ve plansız bir biçimde dolduran “lüks apartman daireleri”nin hemen hemen hiçbiri bilinçli ve planla bir şehir kurma stratejisinin uzantısı değildi ne yazık ki.

Türkiye’nin hemen her büyüyen (“gelişen” değil) şehrinin başına gelen Yalova’nın da başına gelecekti. Ve olan oldu, gözlerimizdeki büyüyle birlikte bir şehrin (sadece bir şehrin mi, bir bölgenin, hatta devleti ve milletiyle bütün bir ülkenin de) nasıl büyük bir hızla uçuruma doğru sarkmakta olduğunu fark ettik o 45 saniye sayesinde.

Gidiş, hızlı bir gidişti; ama hiç de iyiye doğru bir gidiş değildi. Hesapsız, plansız ve dizginlenmesi müşkil bir frensiz gidişti. Deprem, ne yazık ki çok ama çok acı bir fren oldu. Canlar, cananlar kaybedildi, içimiz yandı, kanımız dondu.

Ama inanıyorum ki gözümüzün önündeki perde kalktı ve yakıcı gerçeği bütün çıplaklığı ile 45 saniye içinde gördük.

Yalova’nın tenhalaşan sokaklarından geçmiştim depremin ikinci günü. Gerçekten bir ölüm sessizliği hakimdi şehirde.

Dün gördüğüm Yalova’da ise bir kıpırdanma başlamış gibi geldi bana. Konuştuğum Yalova’nın yerlisi emlakçı bir dostum, dünden beri şehrin damarlarına, arterlerine yeniden kan gelmeye başladığını hissettiğini aktardı bana.

Terk edenler de var, depremden sonra kaçıp geri dönenler de. Tam 8 bin kişi resmen kaydını düşmüş Yalova’dan. Kaçış, devam ediyor, bir süre de edecek gibi.

Yine de şanslı bir şehir Yalova. Bir zamanlar kendisini paylaşamayan İstanbul ve Bursa gibi iki devin desteğiyle yaralarını en erken saran ve ayağa kalkmaya çabalayan şehir olacak gibi deprem bölgesinde.

Osmanlı’nın Yalak-abad’ı yeniden “abad” olacağı günlerin sabırsız bekleyişindeydi dün. Tıpkı yıllar önce rastladığım kurtuluş günü gibi yeni bir kurtuluş ve silkiniş hamlesinin ilk ışıkları, bazı Yalovalıların içine doğmuştu.

Umarım bu ışık yaygınlaşır, Yalovalıları olduğu kadar bizi de kucağına alır ve bu defa akıllanarak atarız adımlarımızı.

Attığımız adımların hesabını vermenin şerefiyle…

Bir cevap yazın