Yeniçerilerin son yürüyüşü

Yeniçerilerin son yürüyüşü

Askerî Müze’de rastladığımız bazı kıyafet örnekleri, savaşlarda koyunlarında taşıdıkları sararmış En’am cüzleri, şurda burda nadiren örneklerine rastladığımız “orta nişanları”nı taşıyan mezar taşları ve tarihin mermer alnına kazıdıkları şevket ve satvet hatıraları…

Yeniçerilerin günümüze bıraktığı miras, ne yazık ki üç aşağı beş yukarı bunlardan ibarettir. Tabii bir de kendilerine reva gördüğümüz haksız aşağılamalar…

Efendim, ilk zamanlar askerî ve ahlâkî yücelikle dolu olan bu ocak zamanla bozuldu. Eşkıyalığa, ihtilalciliğe, zorbalığa başladılar. Patrona Halil, Kabakçı Mustafa gibi âsilerin yaptıkları mel’anet ortada. Memleket bir haşarat sürüsünden temizlenmiş oldu, ellerine sağlık II. Mahmud!

Artık tarih hakkında yazılanlara tarihin kendisi gibi bakma alışkanlığımızı terk etmemiz gerekiyor. Bir başka deyişle tarih, gerçek tarih olduğunu iddia eden söylemlerle doludur. Tarih hakkında anlatılanları tarihin kendisi gibi değerlendirme şaşkınlığından kurtulmalıyız bir an önce; arşiv vesikalarında yazılı bile olsa…

Yeniçerilik hakkında yazılanlara da böyle yaklaşmadıkça bu ocağın hakiki kimliğine nüfuz etmek kabil olmaz.

Efendim, zamanla esnaflaştılar, savaşmayı unuttular. Evlenmeye, çoluk çocuk sahibi olmaya başladılar. Ondan sonra savaşlarda yenilmeye başladık…

Peki yeniçeriler devlet istemediği halde mi evlendiler, kaçak dükkân mı açtılar çarşı pazarda? Bu işi devlete rağmen mi yaptılar? Hayır. Yeniçerilerin sivilleşmesinin idarî bir kararla, bir strateji değişikliği sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor. Bizzat devlet, onların esnaflaşmasını teşvik ediyor, tek geçim kaynağı olarak hazineyi gören bir zihniyeti yıkmaya çalışıyor.

Biliniyor ki 17. yüzyıldan itibaren savaşlar artık kalabalık ordularla yapılmaya başlanıyor. Yüzbinlerce askerle çıkılıyor artık seferlere. Ne var ki bu defa, bu muazzam kalabalıklıktaki orduların barış dönemlerinde iaşe ve ibatesi sorun olmaya başlıyor. Dahası, devşirme usûlü, problem doğurmaya başlıyor.

Osmanlı idaresi 1670’lerde devşirme usûlünü kaldırıyor (sonra geçici olarak bir süre tekrar deneniyor; ama devam etmiyor). Dolayısıyla idare, bürokrasi, giderek Müslüman ve Türk unsurların eline geçiyor. Son devşirme sadrazamın Tarhuncu Ahmed Paşa (ölümü 1653) olduğunu bilen, dahası dile getirene rastladınız mı şimdiye kadar?

Dolayısıyla idare, yeniçerileri kışlanın dışına çıkmaya, yani sivilleşmeye teşvik ediyor. Bu noktadan itibaren yeniçerilerin esnafla sıkı bir bağ kurduklarına şahit oluyoruz. İşte yeniçeri isyanlarının 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğunlaşmasının altında, onların esnafın nefes alışverişlerini bile hissetmesi yatıyor.

Dışarıdan ucuza giren İngiliz, Fransız malları yerli zanaatkâr ve esnafa kan ağlatıyor, imalat sanayii zor günler yaşıyor. Yeniçeriler ise bu noktada, yükselen şikayet dalgasını devlet katına iletmek üzere bir baskı grubu olarak devreye giriyorlar. Şikayetlerine devlet katından cevap gelmeyince de isyan ediyorlar.

Halep’ten Edirne’ye kadar hemen bütün Osmanlı şehirlerinde meslekler kopmaz biçimde yeniçeriliğe bağlanmış durumdaydı. “Ecnebî” tüccarın iç piyasaya ucuz mal arz etmesi sonucu durumu kötüleşen esnaf ve zanaatkâr, hoşnutsuzluklarını yeniçerilik vasıtasıyla yönetime aksettiriyordu.

Hatta ünlü yeniçeri “düşmanı” vak’anüvis Es’ad Efendi, Üss-i Zafer adlı kitabında “gönüllü ya da zoraki olarak” bütün esnafın yeniçerilerin “koruması altında” olduğunu yazmıştı. Badanacı, taşçı, tütüncü, marangoz, rençber, hamal veya kayıkçı olarak hizmet veriyorlardı topluma seferler haricinde.

Gördüğünüz gibi son derece beşerî ve açıklanabilir sebepleri varken isyanların, bunları “baldırıçıplaklar güruhu”nun muzırlıkları olarak göstermek kadar büyük bir aymazlık olabilir mi?

Yeniçeri Ocağı 1826’da topa tutuldu, rivayetler muhtelif; ama binlerce (Cevdet Paşa’nın “resmî” rakamlarına göre 6 bin) yeniçeri katledildi, geri kalanı kaçtı ve saklandı yıllarca ormanlarda. Kalanı da sürgüne yollandı. Şüphesiz hepsi asker değildi bunların. Hamallar da, kahveciler de, kayıkçılar da yeniçerilikle iç içeydi.

1826’da II. Mahmud’un topları yeniçeri odalarını bombaladıktan sonra 20 bin kadar hamal ve kayıkçının İstanbul’dan sürülmesine ferman çıkarır. Sürülenlerin çoğunluğu, ne gariptir ki Türk’tür! II. Mahmud, onların geride bıraktıkları boşluğu kimlerle doldurmuştur biliyor musunuz? Ermenilerle. Ermeni Patriği’ne gönderdiği emirle 10 bin işçi istemiş ve onları sürgüne gönderilenlerin yerine ikame etmiştir.

Limanlarda ecnebi tüccara zorluk çıkaran ve yerli esnafın çıkarlarını savunan bu Türk hamalların yerine Ermenilerin getirilmiş olması, 1838’de İngilizlerle yapılan ticaret anlaşmasının maddelerinde gerçek açıklamasını bulmaktadır.

Reşat Ekrem Koçu, yeniçerilerin seferlerde yaya olarak koca imparatorluğun her santimini arşınladıklarını daha beliğ olarak anlatmak için “yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler” der. 1826’da yeniçeriler bu defa tarihin suskunlaştırılmış tabakaları arasındaki yerlerini almak için son kez “yürüdüler” ve gözden kayboldular. Tarihin kara talihini bir zırh gibi neredeyse hiç çıkarmamacasına üstlerine giyerek hem de…

Bir yanıt yazın