Abdülhamit ve nankörlük

Abdülhamit ve nankörlük

Günümüzde Aka Gündüz diye bir yazarı tanıyan kaldı mı acaba? 1930’larda Dikmen Yıldızı adlı romanı ile şöhret basamaklarından aniden çıkan bu velut yazarın kısa hayat hikâyesini şöyle veriyor Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi:

1886�da Selanik�te Katerin�de doğdu, 1958�de Ankara�da öldü. Asıl adı Enis Avni�dir. (İbrahim Alâettin Gövsa, Türk Meşhurları�na babasının Binbaşı Kadri Bey olduğunu not düşüyor.) İlk öğrenimini Serez ve Selanik�te tamamladıktan sonra İstanbul Eğrikapı�daki �Sırp Rüşdiyesi�ne devam etti. Daha sonra Galatasaray, Edirne ve Kuleli askeri idadilerinde okudu. Harbiye�nin ikinci sınıfındayken hastalanarak tahsilini yarım bıraktı. Paris�e gitti, hukuk ve güzel sanatlar okumaya başladı. Ancak okulunu yine yarım bırakarak İstanbul�a döndü. Sürgün olarak Selanik�e gönderildi. 31 Mart Vak�ası üzerine (ansiklopedide 1908 yılında diye geçiyor; ama doğrusu 1909 yılı olacak!) İstanbul�a yürüyen Hareket Ordusu�na gönüllü olarak katıldı�
�Biyografiler aptalları kandırmak için yazılır� sözü bu örnekten daha iyi doğrulanabilir mi? Bir hayatın böylesine düz akmış, böylesine �sorunsuz� yaşanmış olması mümkün müdür? Selanik�te doğan, orada okula başlayan; ama İstanbul�a geldiğinde �Sırp Rüşdiyesi�ne giden bir binbaşı oğlu olmak Osmanlı toplumunda hangi anlama gelmektedir? Biyografiler bu noktada zinhar ses vermiyor. Sonra birdenbire aynı çocuğu askeri liselerde okurken görüyoruz. Hastalanıyor ve bu yüzden askeri okuldan ayrılıyor. Sonra fikir değiştirip Paris�e gidiyor, orada da bir baltaya sap olamadan yurda dönüyor ve nihayet gazetecilik hayatına atılıyor. Yazarımızın hayatını bir zar gibi kuşatan bu �başarılı istikrarsızlık� nedendir? Yine suskundur tercüme-i hal kitaplarımız.
Sonra sert ve muhalif yazılarından dolayı Sultan II. Abdülhamid döneminde kendi memleketine sürgüne gönderildiğini öğreniyoruz yazarımızın (bu nasıl sürgünse artık!). Nihayet onu, 1909�da Padişah�ı tahttan indirmek için İstanbul�a yürüyen ordunun saflarına gönüllü olarak karışmış buluyoruz. Neden gönüllü olmuştur? Cevap yok�
Hayat hikâyesinin bundan sonrasını merak edenler ilgili sözlüklere bakabilir. Bu kısımda epeyi şey söyleniyor. Onu 1932 ile 1946 yılları arasında TBMM�de milletvekili olarak gördüğümüzü söylememiz yeterli olacaktır. Biraz sonra anlatacaklarımızla birleştirince Aka Gündüz�ün bu milletvekilliğini ne denli �bileğinin hakkıyla� kazandığını anlayabilirsiniz.
Aka Gündüz�ün ömrünün 22 yılını kapsayan bu açılmış portresinin yine de çenesi bağlıdır; nutka gelmemeye hâlâ direnmektedir. �İmparatorluğun en uzun yüzyılı�nın sonunda, 1886-1908 devresinde geçmiş bir hayat için yine de fazla pürüzsüz bir öykü onunkisi. Bir şeyler daha kımıldıyor olmalı bu öykünün örtüsü altında. Ama ne?
Nihayet yaprakları sarı lekelerle kaplı bir eski zaman dergisinde gözlerime mıhlanıyor aradığım sır. Başlığını okuyorum: �Padişaha gidiyorum�. Yazan: Aka Gündüz!
Evreka! Sır çözülüyor galiba.
Okuduğum yazı, tam da kıyametin koptuğu anda başlıyor. 1909 Nisan�ının 24�ündeyiz. Yazar Yıldız Sarayı�nın ünlü kayıklı havuzunun önünde, gönüllü olarak katıldığı askerî birliğiyle beraber beklemektedir. �Ortalıkta sinsi bir canlılık ve sıkıntılı bir ağırlık var�dır. II. Abdülhamid�i hal�, yani tahttan indirme fetvası elinde saraya gelen heyetin korumalığını üstlenmek ve padişah lehine bir direniş olursa onları süngüleriyle delik deşik etmek için buradadır.
Sarayın merdivenlerini çıkanlar arasında Arnavut mebuslardan Es�ad Toptanî Paşa�yı hatırlıyor, bir de sağındaki Yahudi mebuslardan Emanuel Karasu�yu. Yazarımız diğerlerini �Arap� zannediyor. Ne de olsa 22 yaşında bıyığı yeni terlemiş bir gönüllüdür. Hepsini tanıyacak hali yok elbette! O sırada Yıldız Sarayı bahçesinde bulunan Fethi Okyar Bey�den öğrendiğimize göre, Ayan azası senatör Ermeni Aram Efendi de oradadır, Laz Arif Hikmet Paşa da. Bu dörtlü, Mabeyn�in merdivenlerine doğru yürürken bir şeyler kımıldıyor hatıralarının örtüsü altında. Bir anda yıllar, Yıldız Sarayı�nın bahçesinden Tarzan�ın sarmaşıkları gibi önüne kadar sarkıyor ve yazarımız onların birkaçına tutunarak çocukluğunun karanlık ormanına dalıyor. Daha doğrusu, sığınıyor. Vicdanı rahatsız, besbelli�
Meğer tahttan indirmek için kapısına dayandıkları Sultan Abdülhamid�in pencereden görünen siyah hayaletiyle 14-15 yıl öncesinde de karşılaşmıştır Aka Gündüz. O zamanlar belinde tokalı bir kemer vardır, şimdiyse havai fişeklik ile iki adet bomba; o gün elinde padişahın �yumuşak ve uzun parmakları� vardır, şimdiyse sımsıkı dolu bir silah!
1897�de yine bu bahçededir 11 yaşındaki Aka Gündüz. Ancak bu defa yanında saraya yakın bir büyüğü vardır. Padişaha gidip okumak istediğini, kendisini bir yatılı okula koymasını söyleyecektir. Birden ağaçların arasından 3-4 kişi çıkar karşılarına. Birisi öbürlerine göre daha iyi giyimlidir. Çocuğun dikkatini çeker bu zayıf ve hafiften öne eğilmiş sakallı adam. Adam kendisini yanına çağırır. Burada ne aradığını sorar. Aka Gündüz, olanca saflığıyla padişahı görmeye geldiğini ve okula gitmek istediğini söyler.
Çocuğun okuma konusundaki kararlılığı hoşuna gider adamın ve padişahla konuşup kendisinin zamanın en iyi eğitim kurumlarından Galatasaray�a yazılmasını, babasının sürgünden kurtarılmasını ve binbaşı yapılmasını sağlayacağını temin eder; yanındakilere çocuğa bir miktar harçlık vermelerini söyler. Çocuk sevincinden tekrar tekrar ellerini öper adamın ve bin bir mutluluk çiçekleri açtırarak içinde, sarayın hakkâkbaşının elinden tutarak babasına müjdeyi yetiştirmek üzere evine döner. Yolda öğrenir ki, elini öptüğü adam, padişah Abdülhamid�dir!
Bir çocuğun hayatının değiştiği, kaderin muhteşem anlarından birine rastlamıştır Aka Gündüz. Ancak kendisine belki de elindeki yazar kalemini borçlu olduğu bu adamı ömür boyu hayırla yad edeceğini sanıyorsanız aldanıyorsunuz!
İşte şimdi 20�li yaşlarında yine o sarayın avlusundadır ve elindeki tüfeği, bir zamanlar hayatını bir peri masalına çeviren bu uzun boylu, derin bakışlı adamın üzerine doğrultmuştur. Oysa o gün orada Abdülhamid, açtığı okullardan yetişenler tarafından tahtından indirilmiyor, aslında bir imparatorluğun kaderiyle oynanıyordu. O gün orada bir padişah tahttan indirilmiyor, Thierry Zarcone�un tespitiyle söylersek, Osmanlı Devleti�ni sadece 9 yıl içinde giyotinle doğrayarak tanınmaz hale getirecek olan Mason İktidarı tahta çıkıyordu.
Velhasıl Abdülhamid�in neye karşı direndiğini anlamak için Türkiye aydınının 1940�ları görmesi gerekiyordu.

Bir yanıt yazın