Fatih’in kayıp vasiyetnamesi bulundu!
Bir sevgili okuyucum dikkatini bileyip geçmiş bilgisayarının başına, dökmüş içindekini: ‘Geçen haftalarda Amerika’da bulunduğunu yazdığınız Fatih’in vasiyetnamesini yazmayacak mısınız? Meraktan öldük! Sevimli ve yaramaz ‘fil’imizi dört gözle bekliyor züccaciye dükkânımız.’ Siz misiniz bunu söyleyen, alın, Timur’un fillerini bile kaçıracak yedi bela bir fil size!
23 Mayıs 1936’da İngiltere’de çıkan ünlü “The Times” gazetesi, Fatih’in kayıp vasiyetinin bulunduğu haberiyle çıkmıştır. Bu haberi okuduktan sonra iflah olmaz bir Fatih sevdalısı olan Süheyl Ünver hocanın yerinde durması mümkün müdür? İngiltere’de bulunan dostu Esad Fuad Tugay’dan yazıyı bulup kendisine göndermesini ister. Yazı eline geçer ama elindekinden yine de tatmin olmaz ateşli ruhu. Gözü, belgenin Fransızca aslındadır. “The Times”a mektup gönderip belgenin aslı hakkında bilgi rica eder. Londra civarında bir kütüphanede bulunduğunu, lakin kitapların Amerikalılar tarafından satın alınmak istendiğini öğrenir. Bu defa Londra Büyükelçisi Cevat Açıkalın’dan belgenin Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’ne satıldığını öğrenir. Ne de olsa işin ucunda Fatih vardır ve Süheyl hocanın altın oku, hedefine ustaca yaklaşmaktadır. Yıllardan 1950 olur. Süheyl hoca, Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’nde yazma eserler kataloğunda 168 numarada kayıtlı olduğunu öğrendiği kitabın bir kopyasını sonunda temin etmiştir. Belge, eski Fransızca ile kaleme alınmıştır, dolayısıyla Türkçeye tercümesinden önce ‘yeni Fransızca’ya çevrilmesi gerekmektedir. Bu görevi Galatasaray Lisesi profesörlerinden M. P. Gauthier üstlenir. İstanbul Üniversitesi de basmayı kabul etmiştir. Gayri hocanın keyfine diyecek yoktur. Yıllardan 1952’dir ve işte elimizde bir kitapçık durmaktadır: “Fâtih Sultan Mehmed’in Ölümü ve Hâdiseleri Üzerine Bir Vesika.”
“Fatih’in Vasiyetnamesi” denilen ve bir mektubun içinde geçen bu metinde neler vardır?
Mektup Galata’da oturan bir Ceneviz tüccarı tarafından Avrupa’da oturan kardeşine yazılmıştır. Bir kere, Fatih’in hâlâ bir sır olmaya devam eden ve ölümüyle yarıda kalan son seferini hangi devlete karşı açtığıyla ilgili meseleye dair bir ipucu yakalıyoruz mektupta. Sefere katıldığını öğrendiğimiz yazar, 3 Mayıs 1481’de vefat eden Fatih’i, nisan ayının sonunda Halep’ten gelen elçilerin ziyaret ettiğini ve eğer kalkıp gelirse, şehri kendisine seve seve teslim edeceklerini bildirdiklerini aktarır. Takdir edersiniz ki, Fatih, İtalyanların 12 Ada’yı teklif ettikleri ve ‘Teşekkürler, almayayım’ diyen İsmet İnönü’ye hiç mi hiç benzemez. Derhal harekete geçen Fatih, Memlûklar üzerine sefer açmış, ancak Gebze civarına vardığında hastalanmış, ölümünün yaklaştığını anlayınca da, huzuruna 3 önemli kişiyi çağırıp vasiyetini yazdırmıştır. Mektup bu vasiyetnameyi ve Fatih’in ölümüyle ilgili bazı bilinmeyen noktaları aydınlatan ‘içeriden’ bir belge hüviyetinde.
Sıhhati tartışmalı da olsa, seferde hazır bulanan birisi tarafından yazıldığı besbelli olan bu belgeye göre Fatih,
1) İstanbul’da yaptırdığı Fatih Camii’nin avlusuna gömülmek istemiştir (bilindiği gibi, o zamana dek padişahların cenazeleri Bursa’da toprağa veriliyordu, dolayısıyla bu, hanedanın ‘mezar siyaseti’nde köklü bir değişiklik demekti),
2) Sanılanın tersine, sağ olan iki oğlundan Cem Sultan’ın değil, Bayezid’in kendisinden sonra tahta çıkmasını emretmiştir,
3) Ordudaki yeniçerilerin, Bayezid tahta çıkmadan önce İstanbul’a sokulmamasını tavsiye etmiştir (yağmaya girişeceklerinden korkuyordu),
4) Tahta geçecek olan oğlu II. Bayezid’e, bazı danışmanlarından şikayet ederek onların tavsiyeleriyle ‘yenilikler’ yapmak zorunda kaldığını, bu yüzden onları hizmetinde tutmamasını söylemiştir,
5) Topladığı muazzam hazinenin büyük bir itina ile muhafaza edilmesi gerektiği, zira ileride ona muhtaç olacakları uyarısında bulunmuş,
6) Kölelerinin âzad edilmesini buyurmuştur.
Metinde dikkat çeken nokta, Fatih’in, ölümünden önce, gerçekleştirdiği hızlı reformlarından neredeyse bir tür pişmanlık duymuş olmasıdır. Bu tavır değişikliği, muhtemelen ölümünden önce yeniliklere karşı biriken toplumsal ve siyasî tepkilere bir tür taviz olarak anlaşılabilir. Gerçi genç tarihçilerimizden Oktay Özel, Fatih’in gerçekleştirdiği reformların abartıldığı kadar radikal olmadığını söylemektedir ama, zamanın toplumu, Fatih’in kararları karşısında açıkça ‘sürklase’ olmuş, daha doğrusu ‘yorulmuş’ vaziyetteydi. Tahta ‘fütuhatçı’ politikasıyla öne çıkan Cem’in değil de, ‘güvercin’ kanada mensup Bayezid’in geçirilmesinden, Fatih’in peşinde şimşek hızıyla kıtadan kıtaya savrulmuş olan Osmanlı siyaset ve toplumunun, 30 yıllık koşturmanın ardından bir hazım sürecine, bir sükûnet devrine ihtiyaç duyduğu sonucunu çıkarmamız daha doğru görünüyor.
Vasiyetname’nin bir diğer önemli maddesi, Fatih’in Kanunname’sine sonradan katıldığına inandığım Cem Sultan’ı öven paragrafı yalanlayan cümledir. Burada Fatih’in de toplumu aktif bir dinlemeye geçirmeye ikna olduğunu görmekteyiz. II. Bayezid’i ‘pısırıklık’la suçlayanlar, onun iktidarının, Yavuz ve Kanuni’nin gelişini hazırlayan bir pekişme çağı olduğunu unutuyorlar nedense.
Aslında ‘danışmanlar’ meselesi bugün de güncel. Demek ki, Fatih’in çevresinde ona sürekli fikir ve proje sunan, onu yönlendiren ve kendisi üzerinden siyaset üretmeye hevesli bir danışman kadrosu vardı ve tıpkı bugün Başbakan’ı yönlendiren çekirdek kadro gibi, hedeflerini ona dikte ediyor, onu harekete zorluyor, onun üzerinden siyaset üretiyorlardı. Mektuptan Fatih’in bu kadronun tasfiyesini düşünmüş ama başaramamış olduğunu anlıyoruz. Ve bu son derece manidar geliyor bana…
Neyse, belgeden daha çok şey anlıyoruz da söyleyemiyoruz. Zira filimizin kırıp döktüğü dükkân sayısı bini çoktan geçti!
Do you want Search?
Random Post
Search
previous