Milletin rehinden kurtarıldığı gün
İsmail Kara’nın “Toplumsal Tarih” dergisinin son sayısındaki yazısı epeyce düşündürücüydü. 27 Mayıs ihtilalini destekleyen ve demokratları hedef alan bir cuma hutbesi metninden yola çıkan Kara, ihtilallerin ‘gün kardeşliği’ne dikkatimizi çekiyordu. Buna göre 27 Mayıs ihtilalinden başlayarak 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat müdahalesi hep cuma günlerine denk getirilmişti.
27 Nisan e-bildirisinin de cuma gecesi yayınlandığını hatırladığımızda gerçekten de darbeler ile haftanın günleri (yoksa Allah’ın günleri mi demeliydim?) arasında bir bağlantı var mı diye düşünüyor insan. Osmanlı dönemindeki darbelerin perşembe bağlantısı ise kayda değer bir noktadır. Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanacak öğrenci ayaklanması (15 Mayıs 1876), Abdülhamid’in tahttan indirilmesi (27 Nisan 1909) ve Enver Paşa’nın Babıâli Baskını (23 Ocak 1913) hep perşembe günlerine denk gelmiş veya getirilmiştir.
Bugün 58. yıldönümünü idrak ettiğimiz ve halk iradesinin Meclis’e ilk kez serbest olarak yansıdığı 14 Mayıs seçimlerinin ise pazar günü yapıldığını biliyoruz. Türk demokrasisinin tepesinde neredeyse 50 yıldır bir kılıç gibi sallanan darbeli demokrasi sürecine nasıl geçildiğini anlamak için 1946-50 dönemini dikkatle incelememiz lazım. Zira demokrasimizin marazî ve sağlıklı taraflarını ancak o yıllarla yüzleştiğimizde anlayabiliriz.
Elimde Celâl Bayar’ın 3 Eylül 1949’da Ödemiş’te yaptığı konuşmanın broşürü var. Bu 16 sayfalık “Nutuk”, bize o günlerin havasını soluma imkânını vermesi bakımından önemli. CHP 1949’da Ege’nin elden gittiğini fark edip çıkarma yapmak ihtiyacını duymuştur. “Ege’yi fethetmek” diye özetlenen bu çıkışın Demokrat Parti’nin önünü çevirme çabası olduğu besbellidir. Ancak CHP için 1949’da Ege’ye gitmek, şimdilerde “Diyarbakır’a gitmek” neyse oydu. Biraz cesaret isterdi.
Bu bilgiyi şunun için önemsiyorum: CHP, DP’nin halktan gördüğü muazzam ilgi karşısında tabandan koptuğunu nihayet fark edip karşı atağa geçmişti. Ne yazık ki çok geç kalmışlardı. Yıllar yılı devleti partiye kelepçeleyerek vatandaşın nefes almasını dahi zorlaştıran idare, şimdi toprağın ayağının altından kaymakta olduğunu görüp toparlanmak istiyordu ama nafile! Bu ülkenin CHP’nin malı olduğu ve ona emanet edildiği düşüncesinden zinhar vazgeçmeyenleri bugün de görmüyor muyuz? İşte Bayar’ın konuşması bu sözde hakkı sorguluyordu: “Millet iradesine boyun eğmek istemeyenler, vatandaş hak ve hürriyetlerinin üzerine oturanlar Demokrat Parti’nin millet hakimiyeti davası ile siyaset sahasına girişini sarih haklarına yapılmış bir tecavüz addederek daha ilk günden [faaliyete] başlamışlardı. Bu hakkı nereden almışlardı? Bu bir FETİH HAKKI mıydı? Yoksa kendileri bu ülkeyi idare için Allah tarafından mı gönderilmişlerdi? Yoksa kendilerini bu memlekete ve bu milletin mukadderatına bi’l-irs ve’l-istihkak sahip ve hâkim mi farz ediyorlardı?” (Son cümleyi, ‘Ülke ve milleti babalarının malı mı sanıyorlardı?’ şeklinde yuvarlamakta sakınca yok.)
Bayar’ınkilere eklenecek en uygun söz, 14 Mayıs’ın mimarı Adnan Menderes’in 1954’te Meclis’te yaptığı bir konuşma olacaktır. Menderes, aslında hangi kurtlarla dans ettiğini gayet iyi biliyordu. “Bizim bütün günahımız, iktidara gelmemizdir” diyordu Menderes ve devam ediyordu: “Affetmez bir kin, bizi bu günahımız için ölünceye kadar takip edecektir. Ağzımızla kuş tutsak, Allah’ı semavattan şahit diye yerlere indirsek, kabul etmelerine imkân yoktur. Çünkü onları tatmin edecek olan hırs, sadece iktidara gelmekten ibarettir. Bunda da onları haklı görmek lazımdır. Çünkü uzun seneler, bir HAKK-I FETİH olarak bu memlekete sahip oldukları zannında olanlar, hayatlarının ileri devresinde ruhlarına girmiş olan bu kanaati değiştirmek imkânını bulamazlar.”
Hastalığın teşhisi buydu. Bu yüzden Türkiye’deki demokrasi mücadelesi Batılı örneklere bakılarak açıklanamaz. Bu mücadele, sağ ile sol veya muhafazakârlar ile demokratlar arasında değildir. Ülkeyi ve milleti bir FETİH HAKKI olarak kendi varlıklarına emanet edilmiş görenler ile ülke ve milleti rehinden kurtarmak için uğraşanların mücadelesidir. Bu yüzden perşembe mi yoksa cuma mı rehin alındığımızın önemi yoktur. Önemli olan, ülkeyi ve milleti rehine olmaktan kurtarmaktır. 14 Mayıs sadece bu mesajı verdiği için dahi hatırlanmaya değer.
14 Mayıs 2008, Çarşamba