Gerici, ateist ve Katolik

Gerici, ateist ve Katolik 
Siyasi literatürümüze 31 Mart Vak’ası’nın hediyeleri olan “irtica” ve “mürtecikavramları saldıran ve savunan taraflarca o kadar kendiliğinden belli (bedihi) bir şekilde algılanmıştır ki, onları nasıl çıkış merkezi olan Avrupa’daki macerası neredeyse unutulmuştur. Madem Batı’dan girmiştir dilimize bu kavramlar, o halde oradaki kullanım seyrinin nasıl cereyan ettiğine de bakmak gerekmez miydi? “Türkiye’ye has” macunumsu bir şekilsizlik örneği ve birilerini “yaftalama pratiği” olarak epeyce geliştirildiğine yakınlarda yine şahit olduğumuz “gericilik” meselesini, gericiliğin yuva olarak niteleyebileceğimiz  Fransa’dan bir örnekle karşılaştırmak ilginç olabilir. Böylece fazlasıyla kendi güdük gündemimize hapsolmanın ufkumuzu nasıl daralttığını görme imkanını bulabileceğimizi ümit ediyorum.

Demokrasiye yönelik eleştirilerin demokrasi tarihinde inkar olunamayacak rolleri olmuştur. Bugün belki bu eleştirileri bağnazca” bulanlar çıkabilir; fakat Sorel, Spengler, Maistre gibi düşünürlerce geliştirilen sistematik tezler, içerden bakıldığında hiçde tutarsız değildir; aksine birçok demokrasi amigosununkinden daha insicamlıdır.

Charles Maurras (1868-1951) Fransız yazar ve siyaset teorisyeni. Fransız edebiyatında Barbarlık ve Şiir (1925) adlı kitabı başta olmak üzere birçok eser bırakmış; siyasi alanda ise ActionFrancais dergisi ile ciddi ses getiren bir grubun önderliğini yapmıştır. Fransız akademisi üyesidir; ama II. Dünya Savaşı’nda ülkesini işgal eden Almanları desteklediği için savaş sonrasında üyelikten çıkarılmış ve tutuklanmıştır. Ömrünün son yıllarını tutuklu olarak geçiren Maurras, monarşinin faziletlerini her zaman en şiddetli bir biçimde savunması ile de ünlüdür. O, demokrasiye karşıdır, ateisttir ve Katoliktir!

Demokrasiye karşıdır; çünkü o, fevri kararlara en müsait yönetim tarzıdır. “Maceracıların ve demagogların eline düşmeye” mahkum olan demokrasi seçimle işlemektedir ve seçim, her türlü akılcı ve bilimsel politikanın önündeki en büyük engeldir. Maurras’ya göre 1789 Fransız ihtilali bir hatadır. Onun bütün eserleri silinip yok edilmeli ve ilk hareket noktası olan mutlakiyete ve monarşiye geri dönülmelidir! Kendini açıktan açığa “gerici” olarak ilan eden Maurras, otoritenin istikrarlı oluşuna büyük önem verir. Krallığın faziletlerini sayıp döker; özgürlük, eşitlik, kardeşlik getireceği iddiasıyla ortaya çıkan Fransız İhtilali’nin sadece iki yılında dökülen kan, bütün Fransız krallarının yaptıkları savaşlarda dökülenlerden fazla olmuştur. Ona göre otorite, heyecanı kaldırmaz; ancak ve ancak uzun ömürlü bir hanedan acele etmeden, halka kendini beğendirme ihtiyacını duymadan soğukkanlı bir şekilde alacağı kararlarla siyasi ve sosyal istikrarı sağlayacaktır.

Bunları söyleyen Maurras’nin dindar birisi olduğunu zannetmeyin; zira o, bir ateisttir. Tanrı’ya inanmaz; ama Katolikliğin geleneklerinden getirdiği istikrarlı otoritesi sayesinde “ferdi keyfiliğin, saçma sapan sözlerin ve çılgınlıkların zararlarını asgariye indirir.” Bu açıdan Katolikliği savunur. Demokrasi bir “halk dalkavukluğu”na ve demagojiye varacağından, monarşi tercihe şayandır. Parlamento, bir hükümet unsuru olmamalıdır; o sadece kamuoyunun sesi olarak kalmalıdır. Demokrasi ile diktatörlük onun gözünde halk dalkavukluğunun paralel uzantılarıdır. Halkın hoşuna gitmek veya gitmemek, ikisinin de siyasetlerini halkın değişen eğilimlerine göre ayarlamalarını gerektirir. Bu da gerçekten faydalı, yapılması gerekenler yerine halkın hoşuna gidecek şeyleri yapmak zorunda bırakır onları. “Bundan da” der, “kumarbazdan beter bir borsacı zihniyeti doğarve bu hal, delice istikrarsızlığın kaygılarını bütün millete bulaştırır.”

Borsacılar mı üstündür yoksa iktidarı ırsi olarak sürdürecek hanedanlar mı? Maurras’nin can alıcı sorusu budur.

Görüldüğü gibi gericilik doğrudan “din” ile bağlantılı bir akımdeğildir. Her akımın ve fikriyatın gericisi olabilir, bence olmalıdırda. Fikirlerin çarpışması için bu gerekli bir tavır alıştır. Fakat Maurras örneğinde asıl ilginç olan husus, bizde DervişVahdeti’nin saltanat hakkında söylediklerinin Batıcılarınkinden farklı olmamasına rağmen birisinin “gerici”, diğerinin “ilerici” olmasıdır.

Elin adamı gümbür gümbür “gericiyim” diye bağırıyor ve Fransız akademisine seçiliyorken, bizde üstlenen kimse olmamasına rağmen gericilik hep bir damgalama ve saf dışı etme stratejisi olarak karşımıza çıkmıştır ve çakmaya da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın