‘İnebahtı’ şarabı…
Köyün tek delisi ben miyim yoksa?Sabah kahvaltısında radyodan gevrek ses tonuyla gazeteleri okuyan spikerin sözleri kulağımda bir tokat gibi patlayıverdi.
Habere göre Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel onuruna İspanya Kralı Juan Carlos tarafından verilen yemekte İnebahtı marka şarap ikram edilmiş. Bunda ne var ki? demeyin hemen. Çok derin anlamlarla yüklü bir tercih bu bana kalırsa: Avrupa’nın, tarihin derinliklerinden gelen bize karşı bir üstünlük mücadelesinin doruk noktası, deyim yerindeyse.
Inebahtı (Lepanto) savaşı, 1571 yılının 7 Ekim’inde Osmanlı donanması ile İspanyol, Venedik ve Papalık ortaklığından oluşan Haçlı Donanması arasında cereyan etmiş ve bizim için tam bir bozgunla sonuçlanmış, Avrupalıların gözünde böylece ‘yenilmez Türk’ efsanesi son bulmuştur. Oysa bu savaştan sadece 3 gün önce Kıbrıs fethedilmiş ve Venedik’in denizlerdeki egemenliğine ağır bir darbe indirilmiştir. Buna mukabil İnebahtı yenilgisinin sonuçlarına baktığımızda sadece Avrupalılara psikolojik bir destek, bir moral kaynağı olmasından başka avantaj temin etmediği görülecektir. Nitekim Sokullu Mehmed Paşa’nın o mağrur sözü, işte 3 gün önceki Kıbrıs’ın fethi ile İnebahtı’yı mukayese ederken söylenmiştir ve hiçbir yeis izi de taşımaz:
-Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yenmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol, yerine gelmez. Fakat tıraş edilen sakal daha gür biter.
Hammer’e göre bu zafer, Hıristiyanlara önemli sayılabilecek hiçbir menfaat temin etmemiştir. Osmanlı devleti sadece birkaç ay içinde kaybettiği sayıda gemiyi tekrar Akdeniz’de yüzdürmeyi başarmıştır. Üstelik, inanılmaz gibi gelebilir; ama Osmanlı Devleti, savaştaki kayıpları için Venedik’ten tazminat bile almıştır. Bun agöre Venedik Cumhuriyeti Türkiye’ye 300 bin duka harp tazminatı ödeyecek, Zenta Adası için ödemekte bulunduğu vergiyi 3 katına çıkartacak, Dalmaçya’daki Sopoto Kalesi’ni Osmanlılara bırakacak, Kıbrıs’ın Osmanlılara ait oduğu tescillenecektir. Bu maddelere bakarak Voltaire’in “İnebahtı Muharebesini sanki Türkler kazanmış gibiydi.” demesini hayretle karşılamamak gerekir. Özetle; sonuçları itibariyle Osmanlı’nın üstünlüğünü bir kere daha pekiştirdiği bir savaş olacaktır İnebahtı. Ama dediğim gibi psikolojik bir etkisi olmuş ve Osmanlı Devleti’nin namağlup unvanı Patras Körfezi ile Korint Körfezi arasındaki Lepanto’da bırakılmıştır.
İnebahtı böyle bir savaştı bizim için. Fakat Avrupalıların taşıdığı “Haçlı ruhu”nun kültürlerinin dokusu içerisine ne derece esindiğini göstermesi açısından Demirel’e ikram edilen şarabın markasının “İnebahtı” olarak seçilmesi anlamlıdır. Daha doğrusu onlar için anlamlıdır, demek ki bir tarih bilincini (!) 21. yüzyıla bile taşımaya niyetliler!
Ya biz? demeye dilim bile varmıyor.
Biz de onlara “Preveze şarabı” ikram edelim, diyerek bir “kısas mantığı” gütmenin bir anlamı olabilir mi bizim için? Bizim Cumhurbaşkanı’mızdan Fransa Cumhurbaşkanı’na Kanuni’nin 1. François’ya yazdığı meşhur mektubun işlenmiş olduğu bir altın tepsi hediye etmesini ne zamana kadar bekleyeceğiz?
Boşuna beklemeyelim.
Biz ki tarihine hakaret etmeyi marifet zannetmiş bir milletin ahfâdıyız, bize “İnebahtı şarabı” bile kâr eylemez! Tarihini küçültmeyi birinci vazife telakki edenlerden tarih böyle intikam alır işte.
Sen konuş benim yerime Halide Edip teyze, sen konuş:
“Burada, bilhassa pek acı ve Türk milletinin haysiyetini kıran bir meseleyi unutmamak lâzımdır. Çünkü gerek hariçte, gerek dahilde, propagandalarla, Türk milleti beş yüz sene bir sürü halinde yaşadı, Cumhuriyet devri Türkleri bir millet haline soktu, gibi palavraları hâlâ aramızda tekrar edenler vardır. Çocuklarımıza, tarihin büyük bir milletinin evlâdı olduklarını anlatmak lazımdır.”
Halk affetse de tarih affetmiyor çünkü!
06 Mart 1998