Karabekir’siz tarih olmaz

Mustafa Armağan Kazım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz isimli kitabında İstiklal Savaşı’mızın iç yüzünü ve unutturulmak istenen bir Paşa’nın yaşadıklarını anlatıyor. Armağan, yakın tarihimize farklı ve yeni bir pencereden bakma imkanı sunuyor


 

HARUN KARABURÇ
Yayımladığı tarih kitaplarıyla tanınan araştırmacı yazar Mustafa Armağan’ın yeni kitabı çıktı. Kazım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarimiz isimli kitapta Armağan, 1918-1922 dönemini Paşa’nın penceresinden anlatıyor. İstiklal Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde askeri ve siyasi alanda pek çok başarı elde eden Kazım Karabekir Paşa’nın haksızlığa uğradığını ve unutturulmak istendiğini söyleyen Mustafa Armağan, Paşa’nın kaleminden yazılan belgelere de yer veriyor. Karabekir’in yaptıklarının ders kitaplarında sınırlı bir şekilde yer verildiğine ve daha sonra olanlara, Kazım Karabekir’in yazdıklarının kitaplarda yer almadığına da dikkat çeken yazar, “Karabekir Paşa hain mi? Değil. Yalancı mı? Değil. Şerefsizin, alçağın teki mi? Bunu da söyleyemiyorlar. O zaman kardeşim, yazdıklarını neden hiç dikkate almıyorsunuz? ” diyor. Yakın tarihimizi daha iyi anlamamız ve İstiklal Savaşı’mızın iç yüzünü görmemiz açısından Mustafa Armağan’ın Timaş Yayınları arasından çıkan Kazım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz herkesin kitaplığında bulunması gereken bir araştırma kitabı.

Kazım Karabekir’in resmi tarihe muhalefet ettiği anı kitaplarının onun gizemini bir kat daha artırdığını ve orada bir ‘düğüm’ün olduğunu ve bu düğümün bir türlü çözülemediğini söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Nedir o düğüm?

Düğüm dediğim şudur: Bu anılar sahtedir denilemiyor, zira sağlığında bizzat yazmış, hatta yazdıkları, 1933 gibi yeni rejimin kendini en güçlü hissettiği bir tarihte basına kadar yansımış. İstiklal Harbimizin Esasları adıyla bastırdığı kitabı göz göre göre yaktırılmış. Demek ki, Karabekir Paşa’nın bu kitapları yazdığından kimsenin kuşkusu yok. Ancak enteresan olan taraf, yazdıklarının içeriği kabul görmüyor, İnkılap tarihlerinden ısrarla dışlanıyor. Ben de diyorum ki: Karabekir Paşa hain mi? Değil. Yalancı mı? Değil. Şerefsizin, alçağın teki mi? Bunu da söyleyemiyorlar. O zaman kardeşim, yazdıklarını neden hiç dikkate almıyorsunuz?

TARİHE YENİ BİR PENCEREDEN BAKMAK

Tarihe Kazım Karabekir Paşa gözüyle bakmanın, onun penceresinden anlamaya çalışmanın ve anlamanın menfi ya da müspet yanları neler olabilir sizce?

Öncelikle Türkiye’de İnkılap tarihinin ters duran bir piramit gibi olduğunu tespit etmekte yarar var. Geniş bilgi yığını en tepede ama bütün bu yığının üzerinde durduğu üçgenin en dar yeri en altta ve tek bir kitabı, bir hatıratı esas alıyor: Nutuk’u. Bir tek kişinin -üstelik o kişi bu tarihi yapan aktördür aynı zamanda- yazdığı tarih, binlerce kişinin ve belki milyonlarca belgenin ortaya koyduklarının tek ölçütü nasıl olabiliyor? Tek bir kişinin haklılığını ve büyüklüğünü kanıtlamak için seferber edilmiş bir tarihtir yakın tarihimiz. Ama tarihe böyle bir ‘görev’ verilemez ki? Tarihin bin bir türlü başka işi vardır. Dolayısıyla aslında değerli bir tarih belgesi niteliğindeki Nutuk’un 1927 gibi çok erken bir tarihte, daha olaylar tarihin görme alanına girmeden tarihi yazmış ve bitirmiş olması, hatta aynı zamanda diğer anlatıların susturulmuş olması, bugün temel tarih problemimizi oluşturuyor.

Şimdi asıl sorunuza geliyorum: Bu problemi çözebilmek için bizim mümkün olduğu kadar fazla sesi tarih alanına dahil etmemiz gerekiyor ki, kısmen bir denge kurulabilsin. Bunu başarmadan yakın tarihin bir “tarih bilimi” haline gelmesi olası gözükmüyor. Bu nedenle Mustafa Kemal’in yazdıklarını, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve İsmet İnönü’nün vd. hatıralarının yanına koyarak okumak gerekir. Ben bu kitapta Kazım Karabekir’in gözüyle 1918-1922 dönemini, yani İstiklal Savaşı’nın içyüzünü anlatmayı denedim. Yakın tarihe tek pencereden baka baka yorulanlara yeni bir pencereden bakma imkânını sunmak istedim.

İstanbul’un kurtuluşu 6 değil 2 Ekim

Kazım Karabekir’i unutturma çabaları içinde olunduğunu söylüyorsunuz. Karabekir Paşa neden unutturulmak isteniyor?

Ç ünkü kimseye gebe değil, kimsenin lutfuyla bir yerlere gelmiş değil. Alnı açık, başı dik. Bunun için gerektiğinde Mustafa Kemal’e dahi karşı çıkıyor, ondan hesap sorabiliyor, eleştirebiliyor. Tabii bu yüzden de tasfiyeye uğruyor, Lozan’a gönderilmiyor vs. O da muhalefete geçiyor. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin başkanı olarak muhalefetine devam ediyor. O da kapatılıyor ve bir suikast bahanesiyle idamla yargılanıyor. Kendisine bağlı askerlerin ihtilal çıkaracağı tehdidi üzerine beraat ettiriliyor, aksi halde belki de asılacaktı. Emekli ediliyor ve kapısına hafiyeler dikilerek hayattan tecrit ediliyor. Siyaseten bitiriliyor. İşte 1927’den 1933’e kadar sürecek olan bu ilk tecrit döneminde süreli eser yazıyor Paşa.

Yalnız unutturmanın sadece Kazım Karabekir’e değil, diğer muhalif İstiklal Savaşı kahramanlarına da uygulandığını söylememiz lazım. Mesela Selahattin Adil Paşa, hem Çanakkale kahramanı, hem İstiklal Savaşı’nda emekleri olan birisi. Düşünün, İstanbul’u İngilizlerden o teslim alıyor. Ne zaman? Ekim’in 2’sinde. Peki biz neden 2 Ekim’i değil de, 6 Ekim’i kutluyoruz İstanbul’un kurtuluş yıldönümü için? Hiç düşündünüz mü? Herhalde 2 Ekim demiş olsak Selahattin Adil Paşa’nın adı bir yerlerde anılacak diye korkmuşlar ve ordumuzun İstanbul’a giriş tarihini esas almışlar.

Kitabın “1920’de Cumhuriyet’i Kim İstedi?” Bölümünde az da olsa Kürtlerin milli davaya ne kadar sadık kaldıklarına değiniyorsunuz. Bugün gündemleri meşgul eden Kürt sorununa siz nereden bakıyorsunuz?

Karabekir Paşa’yla paylaştığım nokta, Kürt sorunu’nun imal edildiği bir, ihmal edildiği iki. Eğer Cumhuriyet gerçekten halkın Cumhuriyeti olarak kurulmuş olsaydı, bu halkın iki büyük Müslüman unsurdan oluştuğunu ve ancak onların haklarını korumak üzerine bina edilirse bu yapının uzun ömürlü olabileceğini görürdük. Olmadı, bir halk ‘yaratmak’ ve onun ölçütlerine uymayanları ‘asimile etmek’ şeklinde benimsenen yol, bizi bu günlere getirdi. İşte Karabekir daha 1920’lerin başından itibaren Kürt meselesine dair yazdığı rapor ve tekliflerde bu meselenin bir bilgi meselesi olduğunu ve Kürtlerle ilgili araştırmaların henüz elimizde olmadığını söylüyor, ikincisi, ihmal edildiklerini defalarca dile getiriyordu. Tabii o devirde kimsenin onu dinlemeyecek hali yoktu; raporları da okunmadan çöp sepetine atıldı. Sonuç: Bir de baktık, haritamızın bir köşesi yırtılmış. Osman Baydemir geçenlerde çarpıcı bir açıklama yaptı: “Biz tokalaşabileceğiniz son kuşağız. Bizden sonrakiler bizden çok daha ileri taleplerle karşımıza çıkıyor ve bizi de beğenmiyorlar” dedi. Bilmiyorum, birileri bunu duydu mu?

Arkası gelecek

Kazım Karabekir Paşa’nın Milliyet gazetesindeki bir yazı dizisinde kendisine karşı yapılmış meydan okumasına bir mektupla cevap veriyor. “Milliyet Gazetesi Umum Neşriyat ve Yazı İşleri Müdürlüğüne

Erenköy- 30 Nisan 1933

Efendim, … Fakat yazının devamı yok. O satırlarda Karabekir Paşa neler anlatıyordu?

Bu parça, Karabekir’in 1933 yılında Milliyet gazetesinde kendi aleyhine başlayan kampanyaya verdiği cevabın başlangıç kısmıdır. Yani Karabekir’in kalemle başladığı savaşın ilk cümlesi. Bunun arkası gelecek ama sanırım onu benim kalemimden okumak için bir süre beklemeniz gerekecek. Zira Paşa’nın 1922-1933 arasında yaşadıklarını ikinci ciltte anlatacağım. Bunun için sonbahara kadar beklemeniz gerekiyor. Asıl tartışma bu ciltte kopacak, haber vereyim.

YAYIN TARİHİ: 11.06.2011

Bir cevap yazın