Gerilim toplumu
Genclerle konusuyoruz. Basortulu bir universite ogrencisi soruyor, ‘Ne olacak halimiz?’ diye. Yanindaki arkadasinin gozu tarih mastiri yapmakta; hangi konuyu, nasil calisabilecegini soruyor. Dogrudan degil, meselenin kutrunu genisleterek cevap vermeyi deniyorum.
Yakin tarihimize baktigimizda, sanki hep siyaset belirleyici olmus ve diger alanlar; ancak siyasete bulastiklari oranda var kalabilmisler gibi geliyor insana. Iktidar iliskileri bizimki gibi radikal bir sekilde donusmus bir toplumda her seyin icine bir parca siyasetin karismasi olagan. Hatta hayatin bircok alaninin siyasetle dogrudan iliskili olmasi gerekiyor ki, siyaset toplumun gercekten icinden fiskiran organik bir tecelli olabilsin. Fakat bizde siyaset bunlardan daha fazla bir seyler ifade etmistir.
Bir ornek: Adnan Menderes hakkinda kendisine soru sorulan birisi ankete, onun yargilanip idam edilmesi konusunda “Son zamanlarinda siyasete fazla bulastigi icin bunlar basina geldi!” cevabini vermis. Menderes zaten siyasetci oldugu halde siyasete bulasmayi bir tur entrika gibi anliyor halk besbelli. Bu sozde toplumun siyasete bakisini yakalamak mumkun. Siyaset yapmak ile siyasete bulasmak gercekten de farkli anlamlar iceriyor. Turkiye’de farkli talepleri olan kesimlere dogru durust siyaset yapma imkani taninmadigi icin bir sekilde toplumun belki siyasetten muaf kalmasi gereken kesimleri (mesela universiteler, yargi mensuplari, hatta mankenler) kolayca siyasete bulasiyor ve isin garibi, soyledikleri belli kesimlerde ciddiye de alinabiliyor. Siyaset yapma yollari kapatilan bir ulkede, siyasal olan butun sevk ve heyecanini siyaset disi alanlarda devam ettirir; nisbeten siyasetten azade kalmasi gereken alanlar bile soz konusu siyasal hararetten nasibini alir. Bu da asil gorevin ihmal edilip siyasal ‘dava’nin gerisinde birakilmasina neden olur.
Turkiye’de tarih-oncesi (prehistorya) de dahil siyasal ve ideolojik ilgilerden arinmis, tarafsiz bir bakisla ve bir matematik tezi hazirlar gibi heyecanlanmadan hemen hicbir tarih calismasi yapmanin mumkun olmadigini dusunuyorum. Hititlerin irki koklerinden tutun da Milli Sef donemi ya da Ittihad ve Terakki’nin ne getirip ne goturdugune kadar (II. Mahmud veya II. Abdulhamid gibi tartismalarin odaginda yer alan sahsiyetleri katmiyorum) sayisiz denecek kadar konu hala sicakligini muhafaza etmekte ve uzerinden tarihin bugusu tutmektedir. Deyim yerindeyse bunlar bizim gerilim hatlarimiz.
Bogazina kadar kendini gerilime kaptirmis bir toplumda gerilimin dozu zaman zaman bir toplum olarak var kalabilmenin sinirlarini zorladigi halde -hatta bazan disaridan bakanlarin halimize hayret ettiklerine sahit oluyoruz- cogumuz da sikayetci gorunmuyor bundan. Hepimiz bir sekilde bu gerilim uzerine kurulu duzenden hosnut gibiyiz. Gerilim, ekmegimiz suyumuz olmus sanki. Hatta enflasyonu bir turlu birakmayisimizda bile bu gerilim-severligimizin payi oldugunu saniyorum.
Gerilim toplumu olmanin dezavantajlari kadar avantajlari da var suphesiz. ‘Gelismis’ Bati toplumlarinda insanlar belki secimden secime, o da medyanin gayretiyle yerlerinden zor kaldirilirken, bizde zaten diken uzerinde durmaya alisik oldugumuzdan, normal bir demokraside artik ‘buyusu bozulmus’ olmasi gereken din, laiklik, evrim teorisi, hatta egitim tartismalari, birdenbire atesin bacayi sardigi buyuk bir arbedeye donusuveriyor, sogukkanlilikla tartisma zemini ayagimizin altindan cekilip aliniyor. Ilgilerin canli kalmasi ‘sekulerlesmemis’ gerilim alanlarimizi besliyor ve bu bence bir hayatiyet alameti; ancak hemen hicbir konuyu siyaset ve ideolojik tarafgirlikten uzak ele alamayisimiz da o alanlarda evrensel olcekte calismalar yapmamizi engelledigi gibi, dikkatlerimizin cok fazla kendimize cevrilerek mahallilesmemize mal oluyor.
Bir toplum bu yuksek gerilime daha ne kadar tahammul edebilir? Bu, korkarim enflasyona ne kadar tahammul edebilecegimize bagli!