İslam, Avrupa’nın yüzleşmeye korktuğu yüz… Müslümanları (en azından zihinlerinden) postalamak için icad ettikleri İslamofobya bile ihtiyarladı ama İslam takıntısından kurtulamadılar. “Musallat fikir” gibi içlerinde çünkü.
İsveç’te camilere yapılan çirkin saldırılar kimin yaptığından veya yaptırdığından bağımsız olarak bu eski hastalığın semptomlarından biri. Hıristiyanlığın bağlayıcılığının dibe vurduğu İsveç’te cami yakarak İslam’ın mirasından kurtulamayacağını bile bile tezahür eden kadim ‘korku’, aslında kendi kimliğinden duyulan endişenin eseri.
Kral 12. Charles
İspanya’nın başkenti Madrid’in adının bile Arapça Mecrit’ten geldiği gerçeğinden tutun da İsveçlilerin “Kuzey Arslanı” diye yücelttikleri Kral 12. Charles’ın Osmanlı’ya sığınmış olmasına, dahası, tam 5 yıl Tanrı misafiri olarak kalmasına kadar yığınla hadise Osmanlı’nın Avrupa tarihinin istenmeyen hayaleti olduğunu göstermeye yeter. (Bu arada duydunuz mu bilmem: Geçenlerde bir akrabasının 30’undaki Churchill’e Müslüman olmamasını rica eden mektubu bulunmuş.)
Peki İsveç Kralı Şarl, Osmanlı topraklarında ne arıyordu?
Kral cengâverdi cengâver olmasına ama öyle vahim hataları peş peşe yaptı ki, İsveç İmparatorluğu’nu bir dünya gücü olmaktan üçüncü sınıf bir devlet seviyesine indirme başarısını gösterdi! Efsane olmak istiyordu ama bu gözüpekliği hem kendisine hem de ülkesine pahalıya mal olacaktı.
Tahta çıktığında henüz 15’indeydi. Danimarka, Polonya ve Rusya baş düşmanlarıydı. Büyük Kuzey Savaşı’nın başlarında Danimarka ve Polonya’ya karşı başarı kazandı. Deli Petro’yu savaş meydanından kaçırdı. 6 yıl kadar devam etti İsveç’in Baltık hakimiyeti.
Bu sırada Petro’nun üzerine yürüdü. Ruslar sürekli içerilere çekildi. Ne var ki Ukrayna’da, Poltava şehri yakınındaki savaşta Şarl’ın talihi döndü. Ayağından vurulunca ordusu hezimete uğradı. Böylece İsveç’in büyük devlet olma vasfı ortadan kalktı. Petro’nun liderliği altındaki Ruslara ise gün doğdu.
Şarl, canını kurtarmak için güneye, Osmanlı Devleti’ne sığınmaktan başka çare bulamadı. Dinyeper ve Buğ nehirlerini geçmesi gerekiyordu; kolay olmadı. Nehri geçerken yetişen Ruslar, kuvvetlerinden mühim bir kısmını esir aldı. Osmanlı’nın üç tuğlu Bender Valisi, mülteci Kral’ı törenle karşılayıp misafir etti. Ancak o, şehrin dışına kamp kurmayı tercih etti.
Yenik Kral’ın bundan sonraki stratejisi, Ruslardan bir şekilde intikam almaktı. Bunun için Osmanlı Devleti’nin yardımına ihtiyacı vardı. Padişahı ikna ederek Ruslara savaş açtırabilirdi ama teklifi kabul görmedi.
Ancak Kral Şarl Bender’de Polonyalı Prens Poniatowski vasıtasıyla İstanbul’u etkilemeye çalışmaktan geri durmuyordu. Borç yükü dağ gibi büyüyordu. Bender dışında büyük kâgir bir bina yaptırıp oraya yerleşti. Burası bir karargâh ve çevresi küçük bir şehir gibiydi. Parası, gümüş hazinesi de buradaydı.
Kral rahat durmuyor, Osmanlı’yı Rusların üzerine yürümeye kışkırtıyordu. Nihayet 1711 yılında beklediği fırsat geldi. Petro’nun Besarabya’ya girmesi üzerine Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa kumandasındaki 200 bin kişilik ordu harekete geçti ve Rusları Prut Nehri’nin bataklığına sıkıştırdı. Çaresiz kalan Çar, barış istedi ve Polonya ile Azak kalesinden çekilmeyi, Karadeniz donanmasını imha etmeyi kabul etti. Yalnız kaşla göz arasında bir madde eklenmişti antlaşmaya: Ruslar Kral’ın İsveç’e dönmesine izin vereceklerdi.
İşte bu olmamıştı. Osmanlı, canını elinden zor kurtardığı Rus Çarı’nı göz göre göre elinden kaçırmıştı. Oysa bu zaferi o kadar çok istemişti ki! Az uğraşmamıştı Osmanlı Devleti’ni sefer açmaya ikna için. Tam Petro avucuna düşecekken kaçmış ve Baltık çevresinde kuracağı imparatorluğun hayalleri Prut’ta suya düşmüştü. Öyleyse vurun Baltacı’ya!
Bilin ki, nicedir dillere düşmüş olan Baltacı-Katerina dedikodusunun kaynağı İsveç Kralı’dır. Türkiye’ye adeta yerleştiği, ‘demirbaş’ hale geldiği için Türklerin “Demirbaş” lakabını taktıkları Şarl, bu defa Baltacı’yı devirmeye kalkmış, rüşvet ve şehvet dedikoduları çıkarmış, bunlardan bir şey tutturamayınca başarısız bir antlaşma imzaladığı için görevden aldırmak üzere kulis yapmış ve sonuçta başarmıştı.
Ancak antlaşma açıktı: Kral gönderilecekti. Lakin İsveç Kralı postu serdiği Bender’den ayrılmaya hiç mi hiç niyetli değildi. Üç paşa aşındırdı kapısını ama hiç oralı olmadı. Üsteleyince de iki şart koştu: 1) Baltacı cezalandırılmalı, 2) Kendisine Polonya’dan geçerken 10 (on) bin refakatçi verilmeliydi!
Olacak şey değildi tabii. Ancak Osmanlı sarayında nüfuzlu adamları boş durmuyordu. Uğraşa didine Baltacı’yı azlettirdi, Padişah’a bir mektup yazarak para ve erzak istedi; borcu tam 1,5 milyon altın kronu aşmıştı. Çaresiz Osmanlı Devleti ödeyecekti misafirinin borcunu.
Fazlasını verdi Devlet-i Aliyye; hatta üstüne 200 araba, 500 at ile birkaç deve de gönderdi. Yeter ki gitsindi. Lakin gitmedi Kral. Bir o kadar daha para istedi. Çağdaş bir tarihçi, Dennis J.MacCharty dayanamıyor ve “Kral’ın bu davranışı ciddi olamazdı” demek zorunda kalıyordu.
Genelde sakin bir padişah olan III. Ahmed bile bu pişkinlik karşısında çileden çıkmış, Divan’a danıştıktan sonra Kral’ın zorla yakalanıp zorla gönderilmesini emretmişti. Emri kendisine tebliğe gidenlere yine pişkin pişkin Sultan’dan 1000 kese altın gelmezse yerinden kımıldamayacağını söyleyen Kral’ı derdest edip göndermekten başka çare kalmamıştı. Siperler kazıldı, toplar getirildi, yeniçeriler pusatlandı. Kamp abluka altına alındı. Kralı öldürene 500, sağ yakalayana 2 bin duka altını ödül verileceği bile duyuruldu.
Toplar patladı, Kral karargâhına kapandı. Göğüs göğüse çarpışmalarda ölenler kalanlar oldu, derken akşam üstü Kral’ın esir alınmasıyla operasyon bitti. Kendisini yakalayan Paşa bunun pek yaman bir “av” olduğunu söyledi. Kral ise “Bir savaş için çok az, bir av içinse çok fazla oldu” diye espri yapmıştı.
Dimetoka’ya götürüldü. Âlicenaplığımız burada da yakamızı bırakmadı; ayağı kırılmış ve burnuna kurşun isabet etmiş olan esir Kral’dan özür dilendi.
“Kuzey Arslanı” birkaç ay dinlenip iyileştikten sonra 1714 güzünde İsveç’e hareket etti. Üç yıl sonra, 30 Kasım 1718 gecesi nereden geldiği bilinmeyen bir kurşun kafatasını delip geçmişti. Rivayet odur ki, Osmanlı’nın yapmaktan çekindiğini kız kardeşi yaptırmış, Demirbaş Şarl, taht mücadelesine kurban gitmişti.
Acaba İsveç halkı krallarına 5 yıl boyunca bakan, cebine Osmanlı altınını, yanına sarıklı korumalarını koyarak memleketine sağ salim gitmesini sağlayan Müslümanlara böyle mi teşekkür edecekti?
Kaynak: Dennis J. MacCarthy, “İsveç Kralı ‘Demirbaş’ Charles”, Hayat Tarih Mec., Mayıs 1979, s. 80-86.
4 Ocak 2015, Pazar