Dünyanın en uzun yüzyılı
Bir yüzyılın sonuna ve yeni bir yüzyılın şafağına yaklaştığımız şu günlerde bilgisayar firmalarından bazı batıni mezheplere kadar dünya üzerinde pek çok insan 21. yüzyılın dünyaya nasıl bir yapı getirebileceği üzerinde fikir yürütüyor, en azından neler olabileceğini öngörüp tedbir almak ihtiyacını duyuyor. 21. yüzyılın sadece bir ‘yüzyıl değişimi’ değil aynı zamanda yeni bir ‘bin yıl’ın başlangıcı olması da ona ayrı bir değer verilmesine neden oluyor, hükümetler çeşitli millenium (bin yıl) politikaları geliştiriyorlar harıl harıl.
Fakat gurup kızıllığını seyretmekte olduğumuz 20. yüzyıl nasıl bir yüzyıldı? İnsanlık tarihine neler kattı, ondan neleri eksiltti? Malraux’nun bu yüzyılın ya bir “Din Yüzyılı” ya da bir hiçolacağı yolundaki kehaneti gerçekleşti mi? Bunların ciddi bir dökümü ve muhasebesinin yapılması da gerekmez mi?
“Modern çağ ne zaman sona erecek?” diyor ve birbiri ardınca şu çivi soruları zihnimize çakıyordu Ihab Hassan: “Hiçbir çağ bu kadar uzun sürdü mü ? Rönesans? Barok? Neoklasik? Romantik? Viktorya? Belki yalnızca Karanlık Orta Çağ (bu kadar uzun sürmüştür). Modernizm ne zaman bitecek ve ondan sonra ne gelecek? 21. yüzyıl bizi hangi adla çağıracak? Ve sesi mezarlarımızla aynı taraftan mı gelecek? Modernizm yalnızcahayatlarımızı uzatmak için mi uzuyor?”
Yüzyılımızın köşe taşı mesabesindeki düşünürlerinden Hans-Georg Gadamer de 1962 yılında yazdığı 20. Yüzyılın Felsefi Temelleri adlı makalesinde çağımızın başlangıç noktasını belirlemeye yöneliyor. 20. yüzyılın zannedildiği gibi 1900’de başlayıp 2000’de bitmediğini, ‘yüzyıllar’ın matematik kesinlikler ve birimler gibi ele alınamayacağını ileri sürdüğü yazısında gerçekte 19. yüzyılın Goethe ve Hegel’in ölümleriyle başlayıpBirinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine (1914) kadar devam ettiğini belirliyor. 20. yüzyıl ise 1914’te başlamıştır Gadamer’e göre. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 19. yüzyıla karşı yaygın bir isyan ve eleştirinin başladığına dikkat çeken Gadamer, bunların çağımızın ilk işaretleri olduğunu söylemektedir.
Gadamer, daha sonra 20. yüzyılın felsefi temellerine eğiliyor ve bu temellerin dibindeki suda hep bir tuhaf adamın görüntüsünün belirdiğini söylüyor. Bu adam, Nietzsche’dir. Ömrünün son yıllarını delilik ile dahilik arasında mekik dokuyarak geçiren Nietzsche, 19. yüzyılın kesinleştirip kemikleştirdiği bütün felsefe coğrafyasını bombardımana tabi tutup hallaç pamuğu gibi atmıştır. Ne var ki, geriye, tıpkı dünya savaşlarının maddi planda yaptığına benzer şekilde, bir enkaz bırakmıştır. Bilim, felsefe ve kültür dünyasındaki bütün kesinlik ve mutlaklıkların tarumar edildiği ve yerine yeni hiçbir binanın kurulmadığı bir enkaz…
İşte bu enkazdan 20. yüzyıl felsefesinin aşı çiçeği Heidegger boy vermiş ve baş döndürücü kokusuyla çağın anlamlandırılmasına etkisi inkar olunamaz bir katkı yapmıştır. 19. yüzyılda tabiatta, maddeye, topluma, ekonomiye, mekanik bir şekilde bağlanmaya çalışılan insani -insan kelimesini hiç kullanmadan hem de- tarihe, geleneğe, özgürlüğe vs. yeni anlamlar, kök anlamlar yükleyerek yeniden yorumlamıştır o.
Ancak 20. yüzyılı birleştiren bir şey varsa, Gadamer’e göre, her türlü dogmatizmden -ki buna bilimin dogmatizmi de dahildir- şüphe duymaktır. Çağımızın en güçlü ve en örtük temeli, dogmatizmin her türlüsünün sorgulamaya açılmasıdır.
Bitirirken şu soru oldukça anlamlıdır: 20. yüzyıl bizim buralara acaba hiç uğramadı mı? Başka türlü, “hayatta en hakiki mürşit”in bilim olduğunu dillerine pelesenk edenlerin bilim adına yaptıkları dogmatizmi, dogmatizm ne kelime, zorbalık ve zulmü anlamlandırmak mümkün görünmüyor bana.