Gazi Osman Paşa’nın emekli maaşını kesmişiz!
Tarihe saygı duyuyoruz ama onu bilmiyoruz! Nasıl oluyorsa bizde saygı, bilgiden önce geliyor. Gerçi herkesin saydığı tipler farklı oluyor; lakin tek değişmeyen şey, tarihte yaşanmış olanların ayrıcalıklı bir konuma taşınması.
27 Mayısçılar “Tuna nehri akmam diyor” türküsünü dillerinden düşürmez, sözlerini değiştirerek DP iktidarına karşı bir devrim marşı olarak okurlarmış. Kendilerini Gazi Osman Paşa ile özdeşleştirip Menderes’i de Rus Çarı’nın koltuğuna oturtarak muhalefet bıçaklarını keskinleştirirlermiş: 27 Mayıs öncesi ve sonrasında özellikle İstanbul ve Ankara sokakları aylarca bu marşla silkinirmiş uykusundan. (-Mış diyorum, çünkü annemin deyişiyle, “ihtilâl”de daha izim tozum düşmemiş şu fani âleme!)
Gazi Osman Paşa 1878’de Plevne’de 140 bin kişilik Rus ve Romen kuvvetlerine aylarca direndikten sonra can havliyle bir huruç harekâtına girişmişti. Düşmanın ilk kordonunu yardıktan sonra ikinci kordonu yarmaya uğraşırken ayağından vurulan Paşa mecburen teslim olmuştu. Kılıcını kendisine hürmetle iade eden Çar’ın kardeşi Grandük Nikola’nın hususi arabasında gittiği Moskova’da birkaç ay misafir kalacaktı. Rusya’da hayranlık dolu bakışlar altında dolaşan Gazi Osman Paşa’ya, dönüşünde Sultan Abdülhamid sahip çıkmış, onu Yaveri yaptıktan sonra sarayına aldırmış ve bayramlarda dahi, yanı başından ayırmamıştı. Hatta iki kızını Gazi Osman Paşa’nın oğullarıyla evlendirmiş, böylece Paşa’yla dünür de olmuşlardı.
İşte Avrupa kamuoyunu kendisine hayran bırakan bu Tokatlı Paşa, 1898’de uzun süredir mustarip olduğu nefes darlığından vefat edince eşi Fatma Zatıgül hanıma emeklilik maaşı bağlanmıştır. Bağlanmıştır bağlanmasına ya, daha 10 yıl geçmeden Göztepe’deki yalının damında Meşrutiyet’in filizkıran fırtınası esmeye başlamıştır.
1935’te Aslan Tufan adlı muhabir çalar Zatıgül hanımın kapısını. Kapıyı evin kalfası açar, muhabiri içeriye buyur eder. Ne yazık ki, 38 yıl önce ölmüş olan Plevne kahramanının eşi, Osman Paşa’nın esir düştüğü haberi gelince kederinden hastalanmış; kulakları o vakitten beri ağır işitmekteymiş. Kalfa, ona sesini ancak bağırarak duyurabilmekte, gazeteciyle konuşmalarına bu şekilde yardımcı olmaktadır.
Fatma hanım uzun süre kimseye röportaj vermemiştir. Sebebini sorar muhabir. Aldığı cevap, hakiki bir Osmanlı kadınının endazeye gelmez erdem kumaşından hareler yansıtır günümüze: “Dünya hali bu. Belki parasız kaldı da hatırat satmaya çıktı derler diye çekindim!” Hatırat satmak? Ayıp mıdır bu sahiden de? Gazi Osman Paşa’nın, Kafkas gururunu bir nişan-ı zişan gibi göğsünde taşıyan hanımı oldunuz mu, ayıptır elbet!
Paşa’nın devlet malına ve parasına dokunmama hassasiyetini şöyle anlatır dul hanımı: Günün birinde emir erlerinden birini yoğurt almaya göndermiş. Tam o sırada Paşa’nın eve geleceği tutmaz mı? Zatıgül hanım artık gözlerini kapatmış, kıyametin kopmasını beklemektedir üst katın penceresinden. Askerin elinden yoğurt kâsesini alıp hiddetle yere fırlatan Osman Paşa’nın, karısının yüzüne, bu tür işler için askerleri meşgul etmenin aldığı devlet terbiyesine yakışmadığını haykırması için fazla zaman geçmesi gerekmemiştir.
Plevne savunmasını bütün safhalarıyla anlatan Zatıgül hanıma elini öperek veda etmeye hazırlanan muhabir, çıkışta kalfanın minik ricasıyla karşılaşacaktır. Zavallı kalfanın derdi, Meşrutiyet devrinde hanımın kesilen dul maaşının yeniden ödenmesidir. Bu gayeyle dilekçe verdiklerini söyleyen ihtiyar kalfa, dergide “bir iki satır” yazılırsa faydası olabileceğini fısıldar muhabire. O kadar! (Kaynak: “Yedigün” dergisi, 5 Haziran 1935.)
Peki Meşrutiyet kahramanlarımız, sırf Abdülhamid’le yakınlığı sebebiyle onun gibi hakiki bir kahramanın emekli maaşını keserek neyi ispatlamış oluyorlardı? Hadi onlar Sultan Hamid’e kızgınlıklarından bunu yaptılar diyelim, Cumhuriyet döneminde neden aynı yanlış devam etti? Yoksa kimselerin aklına mı gelmedi Paşa? Bu röportajdan sonra da durumun düzeltildiğini sanmıyorum. Nereden mi biliyorum. Şuradan: 1960 yılına kadar Hamidiye Kahramanı ve Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olan Rauf Orbay’a henüz bir maaş bağlanmış değildi! 35 yıldan fazla zaman geçmiş ve Hamidiye Kahramanı’na hâlâ “vatanî hizmet tertibinden” bir maaş bağlatamamıştık. Neyse ki, o yıl iki milletvekilinin (Hamza Osman Erkan ve Suat Hayri Ürgüplü’nün) uyarısıyla yalnız kendisine değil, onun durumunda olanlara maaş bağlanabilmiş ve utancımız bir parça hafifletilmiştir.
Bir ahlâk abidesi olarak Gazi Osman Paşa gibi ufuklarımızdan taşan Rauf Bey, eminim, maaşın bağlanmasına değil, hatta hatırlanmalarına da değil, bu ‘vefakâr’ insanların yaşadığı bir memlekete hizmet etmenin kıvancını duymuştur içinde.
Do you want Search?
Random Post
Search