Menderes, İmam-ı Azam’ın türbesinde neler düşündü?
Geçen hafta 1921’de Suriye sınırı çizilirken Hasan Basri Çantay’ın, topraklarımızın peşkeş çekildiğini söylediğini aktarmış ve sormuştum: Bilin bakalım Çantay bugün hangi partinin sıralarında oturuyor? Sayın Aydın Menderes arayarak bu soruyu bana yöneltti. Kendisine fakirin de o cevabın hasretiyle yandığını söylemekle yetindim.
Hazır Aydın Bey’i yakalamışken sormadan edemedim: Rahmetli babanızın Bağdat’ta İmam-ı Azam’ın türbesini ziyaretinde söyledikleri doğru mudur? Sağ olsun, kendisi birkaç koldan teyit etti olayı.
Olayı anlatan kişi, başlangıçta CHP’den meclise girmiş olup 1954 seçimlerinde DP’den milletvekili seçilmiş olan Sebati Ataman. (Nazlı Ilıcak’ın “Menderes’i Zehirlediler!” (1989) adlı kitabında Ataman’la yaptığı söyleşiden aktaracağım.) Siz ne söylediğini merak ededurun, ben o sözleri bir çerçevenin içine yerleştirmek istiyorum ki, tesadüfen söylenmediği anlaşılabilsin.
İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı devrinde Araplarla ilişkilerin geliştirilmesi için tek bir adım dahi atılmamış, daima olumsuz tavır takınılmıştır. 28 Mart 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olduğumuzu ve bu tutumun bizi Arap aleminden iyice koparttığını bilmekte fayda vardır. Prof. Hüseyin Bağcı’nın da belirttiği gibi İsrail’i tanımış olmak, Menderes’in CHP’den devraldığı bir ‘dış politika yükü’ydü. Bu yük, ancak ileriki yıllarda ortadan kaldırılacaktı.
İşte Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955’te imzalanan ve sonradan İngiltere, Pakistan ve İran’ın da katılımıyla Ortadoğu’nun Türkiye’nin önderliğinde toparlanması çabasının arkasındaki dış politika manzarası buydu.
Menderes’in kuruluşunda katkıları olduğu Libya’yı ziyareti sırasında Turgut Reis’in türbesinde Fatiha okurken çekilmiş bir fotoğraf (15 Şubat 1957).
Menderes, Türkiye’nin mutlaka bir Ortadoğu politikası olması gerektiğine inanıyordu. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’den bu politikanın belirlenmesini isterse de sonuç alamaz. Bu arada Mısır büyükelçimizle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Dulles’ın “Mısır siyasetiniz nedir?” sorusuna elçinin “Bilmiyorum” diye cevap vermesi bardağı taşıran damla olur. Menderes tam anlamıyla yalnızdır. Dışişleri Bakanlığı’nı kendisi sürüklemek zorundadır. İpleri eline alır ve harekete geçer.
Şu sözler kendisine ait: “Biz Arap komşularımızla dostuz. Eğer bazen bu hisler bir sis perdesi altında gizlenmiş gibi görünmüş ise de bunun geçici sebeplerden ileri geldiğine ve bundan böyle bütün bütün yok olmasının da mukadder bulunduğuna hiç şüphe etmiyoruz.” Araplarla dostluğumuzun arasındaki engellerin kaldırılması kaçınılmazdır ona göre.
Öyleyse ne yapılmalıdır?
Önce İngiltere’nin, ardından da ABD’nin tutumunu yoklayan Başbakan, Ortadoğu gezisine çıkan Dulles’ı, programda yokken Ankara’ya davet eder ve uzun bir görüşme sonunda onu da ikna eder. Menderes, Nasır’a karşı harekete geçmiş ve İngiltere ile ABD’yi de ikna etmiştir. İlk hedef, Irak’la işbirliğidir. 6 Ocak 1955’te Bağdat’a giden Menderes, bir fırsatını bulup Nuri Said Paşa’yla baş başa görüşür. 13 Ocak’ta Türkiye-Irak ortak bildirisi yayınlanır. Uzun zamandır uyuşuk bir dış politika güden Türkiye’nin gösterdiği bu inanılmaz ataklık, İngiltere ve ABD’yi bile şaşırtmıştır. Daha çok şaşıran ise Mısır ve İsrail’dir. İkisi de Türkiye’nin aleyhine döner. Anlaşmayı bozmak için uğraşırlar. İsrail Devlet Başkanı Ben Gurion, şoka girmiştir. Menderes 23 Şubat’ta tekrar gider Bağdat’a ve ertesi gün, Bağdat Paktı haberi, ajanslardan dünyaya yayılmaktadır. İngiltere davet edilir pakta, sonra da ABD. Birincisi girerken, ikincisi dışarıda kalmayı tercih edecektir.
Anlattıklarımızdan çıkarılması gereken sonuç şudur: Türkiye, Atatürk döneminden sonra ilk defa Ortadoğu’da ‘bir şey’ yapmaya çalışmakta, öncülüğü ele almaktadır.
İşte Sebati Ataman’ın aşağıdaki hatırasını bugünlerin gazete sayfalarının arasına koyarak okuyun lütfen. Adnan Menderes, Bağdat’ta İmam-ı Azam hazretlerinin türbesini ziyarete gitmiştir. Sonrasını beraber okuyalım:
“Dualarımızı okuduk, ayrılacağız. Adnan Bey kımıldamıyor. Öylece kaldı, âdeta murakabeye daldı. Nihayet silkinip kendine geldi. Dışarı çıkarken yanına yaklaştım ve sordum: “Beyefendi, bir murakabeye daldınız, merak ettim, o esnada ne düşündünüz?” Kolumdan tutup bir kenara çekti ve şu cevabı verdi: “Sebati, bu mezarını ziyaret ettiğimiz şahsiyet, burada ve yakın şarkta, bizim memleketimiz de dahil bütün İslam ülkelerinde ebedî olabilecek bir nizam kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bu nizam da yıkılmış, darmadağın olmuştur. Şimdiki İslam ülkelerinin vaziyetini görüyorsun. Bu nizamın başka esaslar dahilinde yeniden kurulması, sulh ve sükûnun avdet etmesi lâzımdır. Biz de buraya bunun için geldik.”
Menderes’in sözlerini dinlerken, gözüm yaşlar içinde kalmıştı. Bana “Ağlıyor musun?” diye sordu ve sözlerini sürdürdü: “Ağlama, bu olacak, muhakkak olacak, biz görmeyeceğiz ama torunlarımız muhakkak görecek.”
Sebati Ataman ekliyor: “Menderes çok büyük adamdı.”
Atatürk bu sözü demiş mi?
Artık Osmanlı İmparatorluğunun eski bünyesiyle ihyasına elbette ki imkân yoktur. Çünkü Balkanlı milletler bugün artık istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu sebeple teşkil edilecek Balkan Antantı zamanla işi idare edilirse yerini belki bir Balkan Devletleri Federasyonuna bırakabilir. Bu federasyonda devletler istiklâllerini yine muhafaza ederler. Ancak dış temsilde ve orduların idaresinde bir teşrik-i mesai bahis mevzuu olabilir. Bu böyle olunca federasyon ordularının tabii başkumandanı sanırım benden başkası olamaz… Yine sanırım ki bu, Osmanlı İmparatorluğunun yeniden fakat günün icaplarına uygun şekilde ihyası demektir. (Celal Bayar’dan nakleden: Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında, İst. ts., Ekicigil Yay., s. 77.)
14 Haziran 2009, Pazar