Yazar ne işe yarar?
On dokuzuncu yüzyılın bitimine 4 yıl kala, gelecekte ünlü bir teolog ve tarih felsefecisi olacak olan genç Ernst Troeltsch, bir toplantıda kürsüye fırlıyor ve meslektaşlarının rahatını kaçıran cümlesini sarf ediyordu heyecanla: “Baylar, her şey sallanıyor.”
Toplantı salonunu karıştıran bu çığlık, gerçekte Avrupa’da büyük bir fikri bunalım döneminin (1890-1930) başlamış oluğunu haber veriyordu. Ayaklarının altındaki toprak kayıyordu Avrupalı aydının. Ayakta kalabilecekleri bir tutamak, erozyondan kaçılıp kurtulunabilecek, kendisine sığınılabilecek bir “ada” arayışı, filozofundan sosyoloğuna, teoloğundan romancısına Avrupa entelektüel sahnesinin hakim motifi idi artık.
İşte bu ‘arayan’ aydınlardan birisi de, ünlü romancı Thomas Mann’dır (1875-1955). Türkçeye Buddenbrook Ailesi, Venedik’te Ölüm gibi çevrilen kitaplarının yanı sıra Doktor Faustus ve Büyülü Dağ gibi romanların da yazarı olan Thomas Mann, romanlarında burjuvazi ile sanatçıların belirsiz ilişkisindeki problemlere ağırlıklı olarak yer verir. Sanatçı ve yazar, Mann’ın romanlarında kendi siyasi tavrının (Bir ara propagandist bir kitap yazarak Almanya’nın “hiyerarşik” yapısının Batı’nın diğer “uygar” demokrasilerine üstünlüğünü dile getirmiş ve bu, en şanssız kitaplarından biri kabul edilmişti.) bir tür tahlilini yapmayı amaçlamıştır.
Özellikle Tonio Kröger adlı uzun- hikayesinde bu görüşe sık sık yer verecektir. Sanatçı, Mann’da, içinden çıktığı burjuva toplumundan yabancılaşmıştır, çünkü o burjuvalar gibi bakmamaktadır hayata. Farklıdır. Her ne kadar onun ‘farklılığı’na bir yere kadar tahammül gösterseler ve burjuvalar, onu soyut bir özgürlükle kendi haline bırakır görünseler de, o “yalnız”dır hep; toplumdan sürgün edilmiştir. Bu yüzden de, Venedik’te Ölüm’ün kahramanı yazar Aschenbach, sanatı bir muharebe, “yıpratıcı bir savaş” olarak görür. İçinde bulunduğu yalnızlık dolambacını aşmasını sağlayacak bir “nefis eğitimi” gereklidir sanatçıya; “haşin, azimli ve feragatli bir hayat”tır onu bekleyen. Bunu bilerek yola çıkmıştır zaten Aschenbach da…
Nefsi feragati bir hayat tarzı haline getirmiş olan kahramanları (sanatçı ve yazarlar), gerçekte bir ‘durum’un yansıtıcısıdırlar. İyidir veya kötüdür, ama böyle bir aydın krizi yaşanmaktadır Avrupa’da; özellikle de Almanya’da. Bu krizin boyutları, Martin Heidegger ve Gerhart Hauptmann gibi iki sivri örneğin hayatlarında da yaşanacaktır ileriki yıllarda. Ne var ki, Mann, onlar gibi Nazilerle beraber kalmaya dayanamayıp Amerikan tabiyetine geçmeyi tercih edecektir.
Yine de burjuvaziyi, başka deyişle yerleşik düzeni suçlamaz Thomas Mann, sanatçı ve yazara ‘iyi bakamadığı’ için. Hatta biraz ‘fazla’ iyi baktığından bile şikayetçidir. Bu aşırı iltifat ve ilginin bir ‘işe yaramayan’ bu insan soyuna neden gösterildiğini sorgulayan sözleri gerçekte de dobra dobra söylenmiştir:
“Aslını isterseniz, toplumun sanatçı kısmına bağışladığı onurdan duyduğum şaşkınlık hiçbir zaman son bulmayacaktır… Kısaca söylersek yazar, aklı başında etkinliklerin sürdürüldüğü her türlü alanda hiçbir işe yaramayan, devlete hiçbir yararı dokunmayan, tam tersine başkaldırma eğiliminde bir adam olup hiç de olağanüstü akli yeteneklere sahip olmayan, hatta tıpkı benim gibi, ağır ve belirsizlikler içinde bir zekanın sahibi -ayrıca içten içe çocuksu, eğlence düşkünü, her açıdan kötü şöhretli bir şarlatandır. Toplum tarafından sessizce hor görülmekten başka bir beklentisi olmaması gerekir- aslında yoktur da. Ama gerçek olan odur ki, toplum bu insan soyuna, kendi içinde saygınlık ve en büyük refaha ulaşma imkanını sunar.”
Her şeyin sarsıntı geçirdiği bir çağda sanatçı (yazar)-toplum ilişkisinin hemen sağlıklı bir zemine oturmasını beklemek fazla iyimserlik olurdu. Bu nedenle Büyülü Dağ’ın kurgusu, tıpkı kahramanı Castrop’un manevi yükselişini andırır tarzda dağa çıkar gibi adım adım yükselerek sorunları örtülerinden açar. Wagner müziğini de andırdığı söylenmiştir bu romandaki konu örgüsünün ve içerdiği müzikalitenin. Bu belirsizlik içinde bocalayan temel problemin (sanatçı ile toplumun uyumsuzluğu), dalga dalga bir yükselme motifi içerisinde saydamlaşıp aşılacağını düşünmektedir Thomas Mann.
Bir kriz döneminde, siyasi bağlanma ile siyasete lakaydi arasında Mann’ın bulduğu şahsi çözüm, sanatçının bir tür aşkınlaşmasıdır.
24 Şubat 1998, Salı