Abdülhamid ve Freud

Abdülhamid ve Freud
Nihayet Freud’un medeniyet hakkındaki meşhur kitabının tercümesi (Uygarlığın Huzursuzluğu) yayımlandı. Psikanalitik düşünceden ’68 hareketine, sosyoloji ve antropolojiden cinsiyet araştırmalarına kadar pek çok alanda en fazla başvurulan eserlerden biri olan Uygarlığın Huzursuzluğu, medeniyeti, insanın doğuştan getirdiği içgüdülerin sınırlanması ve başka kalıplara büründürülmesiyle açıklıyor. İçgüdülerimiz, hayvanlardaki gibi toplumsal hayatta herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadan tatmin edilme cihetine gidilmiş olsaydı, evet nevroz, kaygı, kompleksler.. insanoğluna yabancı kalacaktı; buna mukabil medeniyet denilen ve insan oluşumuzu büyük ölçüde kendisine borçlu olduğumuz bilim, konfor, felsefe, teknoloji, adab-ı muaşeret gibi kurumlar vücuda gelmeyecekti. Medeniyet, ancak doğuştan getirdiğimiz bazı özelliklerimizin bastırılıp başka kalıplara dönüştürülmesi, yüceltilmesi pahasına gerçekleşen zorlu ve zorunlu bir süreçtir ve hiç de sorunsuz bir süreç değildir.

Gelin görün ki önsöz niyetine konulan, insana aksi halde epeyce ince kaçacak kitaba beş on sayfa daha ilave etmek gayesiyle kaleme alındığını düşündürten ortalama bir yazı (Ali Babaoğlu, “Freud’da toplum, kültür, din felsefesi”) hevesimi kaçırmaya yetti. Haddizatında teorileri bir siyasi veya ekonomik nedene bağlamak kaygısıyla dışarıdan açıklamaların faydadan hali olmadığı açık. Ancak söz konusu yazıda, Freud’un insanlığın ilkel dönemlerinde erkek bir tiran’ın yönetiminde yaşadığı tezinin Abdülhamid’le ilişkilendirilmesi iki açıdan hatalı. Birincisi, böyle bir “düşünce”nin ancak “izlenim” düzeyinde bir geçerliliği olması ve gerçek Abdülhamid’e ait olmaktan çok Abdülhamid’in Avrupalı imajından türemiş bulunması. Diğeri de eğer çağdışı bir despotik yönetimin Freud üzerinde böylesi bir tesiri söz konusu olmuşsa, bunun niçin aynı dönemdeki diğer Avrupalı despot ve monarklarda değil de, sadece Abdülhamid’de arandığı sorusunun cevapsız bırakılmış olması.

Babaoğlu’na göre Osmanlılar “yüzyılın en korkunç despotu olan bir sultanın, II. Abdülhamid’in sultası altında”ydı. Ne gariptir ki bu “korkunç despot”(!) ne Avusturya-Macaristan imparatorluğunda, ne de Rusya’da normal vatandaşlık statüsü kazanabilmiş olan Yahudileri kişisel himayesine almış olup “neredeyse diplomatik sayılabilecek bir dokunulmazlık ve dolayısıyla da büyük bir refah içinde” yaşatmaktadır onları. İyi de korkunç istibdat bunun neresinde, diyorsunuz içinizden değil mi? Yahudileri Avrupa’da olduklarından daha müreffeh ve daha imtiyazlı kılan bir insan neden kendisi de Galiçyalı bir Yahudi olan Freud’un gözünde astığı astık, kestiği kestik zalim bir tiran haline gelsin? Açıklama hazır: Yahudileri koruyor, evet ama kendi öz oğullarına zulüm yapıyor! (Sanki ezilen Türklerin derdi onları tutmuş gibi!) Üstelik hareminde de “binleri bulan kadınları kendi keyfi için tutmakta” olan bu korkunç despot, kurduğu düzeni sarsmak isteyen bilinçli oğullarını (şu Frenk hayranı aydınları) zindanlarda boğdurmaktaymış!

Tarihi olarak bunların hemen tamamının yanlış olduğunu biliyoruz bugün. Ne hareminde binlerce kadın vardı, ne de kimseyi boğdurdu Abdülhamid! Magosa’da sürgün olarak bulunan Namık Kemal’e İstanbul’dan özel olarak Çırçır suyu gönderildiğini de bilemezdi tabii ki Freud: “Zalim baba”ya karşı ayaklanan oğulların birkaç yıl içinde eskisinden beter despotlar olup çıktıklarını da duymamıştır muhtemelen.

İyi de bütün bunların tarihte yaşamış olan Abdülhamid’le ne alakası var? Eleştiri oklarını Abdülhamid yerine onu kafasında istediği gibi “kuran” Freud’a yöneltmemiz gerekmez miydi? Kendi ilgi alanlarına giren konularda kılı kırka yaran vukufiyetini yanıbaşındaki bir ülkenin hükümdarından esirgeyen Freud kadar, üzerinden üç çeyrek asır geçmiş bir metni üstelik Rusya’da değil, Türkiye’de yayınlayanların kendilerine Batı gözlükleriyle nazar etmekten haz duymaları, doğrusu oryantalizmin yalnız bilgi nesnesi olarak değil, haz nesnesi olarak da Doğu’yu istismar ettiğini söyleyen Edward Said’in haklılığını bir kere daha ispatlıyor. Titizlikleriyle tanıdığım Metis Yayınları’nın en azından müteakip baskıda bu ayıbı tekrar etmeyeceğini umuyorum.

Bir cevap yazın