Doğu despotizmi

Doğu despotizmi
“Kendi”mizi anlamanın önündeki en kalın engelin gözlerimizin önüne farkına varmadan çektiğimiz ideolojik tül perde olduğunu ne zaman fark edeceğiz acaba? Gün geçmiyor ki, tarih hakkında hüküm verme salahiyetini kendisinde bulan -solcu veya sağcı fark etmiyor- bir ‘aydınımız’ bugünkü bir olumsuzluğun faturasını Osmanlı’daki Doğu Despotizmi’nin mevcudiyetine bağlamasın. Osmanlı devlet geleneği “kerim devlet” idi, devlet kutsaldı, karşı konulmazdı ona ve hep tabiiyet ilişkisi geçerliydi teb’a ile devlet arasında. Devlet her şeyin, bu arada toprağın mülkiyetinin de mutlak sahibiydi, bu yüzden sivil toplum gelişmemişti Osmanlı’da; korkuya dayalı bir yönetimdi; merkezi bir güç her şeyi denetiminde tutuyordu; farklılıklara izin vermeyen yekpare bir sistemdi ve tek amacı, padişahın veya sarayın varlığını korumaktı; nihayet ve en önemlisi, temel bir kanundan mahrumdu bu sistem.

Her ne kadar Doğu Despotizmi (Oriental Despotism) kavramını ilk sistematikleştiren Karl Wittfogel olmuşsa da (1957), Montesquieu’nün Kanunların Ruhu (1748) adlı eserine kadar geri giden uzun bir tarihi vardır. Montesquieu’ye göre despotizmin kaynağı olan monarşi, Doğu’nun tabiatının bir gereğidir. Geniş çöl stepleri hiçbir karşı koymaya imkan tanımayan mutlak ve merkezi imparatorlukların oluşmasını hazırlamıştır. Oysa Avrupa’nın engebeli ve dağlarla bölünmüş coğrafyası, feodal krallıkların ve farklı güç merkezlerinin, iktidara direnme odaklarının teşekkülüne elverişlidir. Bu yüzden Doğu’daki, önlerine çıkan her şeyi yutan Moğollar yahut Avrupa’yı kıskaca alan Osmanlıların kurduğu türden devasa imparatorluklara karşılık Avrupa’da bölünmüş güçlerin mecburi işbirliğinden doğan bir kanuna uyma teamülü ortaya çıkmış, bu da bir tarafı gücün mutlaklığını onaylayan kanunsuzluğa, diğer tarafı ise gücün bölünmesine dayanan kanunların egemenliğine götürmüştür.

Gerçi Montesquieu’nün bu görüşü sonraki yıllarda sık sık eleştirilecektir; ama siyaset teorisi üzerinde yaptığı muazzam etkinin günümüze kadar sürdüğü de görülmektedir. Hatta yalnız siyaset teorisi alanında değil, ülkenin en güncel ve acil meselelerinden birisi olan demokrasinin niçin yerleşemediği konusunun gündeme geldiği yahut İslam tarihinin bir özeleştirisinin yapılmaya kalkışıldığı platformlarda bile suçun Doğu’ya egemen olmuş bulunan Doğu Despotizmi’ne yamanmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. Bu derece popülerleşmiş ve yaygın bir kabul görmüş olan bu kavramın -sadece bu özelliğinden onun ideolojikliğini çıkartabiliriz- hemen hemen aynı yıllarda çağdaşı olan Voltaire tarafından nasıl bir nafiz bakışla eleştirildiğini yan tarafta okuyacaksınız. Burada diğer eleştirilere köşemizin elverdiği nispette temas etmekle yetineceğiz.

Çağımızın önemli düşünürlerinden Althusser, Montesquieu’nün niyetinin Doğu devletleri hakkında bir analiz yapmaktan çok, Doğu’yu bir ütopya aynası gibi kullanarak Fransa’daki monarşiyi alttan alta eleştirmek olduğunu söyler. Doğu, bir araçtır burada. Montesquieu Doğu Despotizmi kavramını, XIV. Louis’in mutlakiyetçiliğine kendisini görmesi için ayna tutmak amacıyla kullanmakta, Fransa Kralı’na gerçek yüzünü görme imkanını bahşetmektedir. Dolayısıyla Alhusser mealen der ki, ‘Türkleri rahat bırakalım artık. Montesquieu’nün derdi Doğu değil, Fransa’ydı. Doğu Despotizmi’ni Doğu’da değil, Fransa’da arayalım.’

Thomas Macaulay, Montesquieu’yü Doğu Despotizmi kavramsallaştırmasını yaparken malzemelerini dikkatsizce topladığı, tarihi keyfi biçimde yağmaladığı ve Doğu Despotizmi’ni sistemleştirmek için heveskarca davrandığı için şiddetle eleştirir. Montesquieu’nün Doğu üzerine gözlem ve tahlilleri, çağdaşı olan Avrupa ülkelerininki ile karşılaştırıldığında son derece sathi kalmaktadır. Osmanlı gerçeğini hiçbir zaman anlamamış olan Montesquieu’nün, yararlandığı kaynakları da adam gibi okuduğu şüphelidir. Zira incelediği seyahatnamelerin başka bölümlerinde kendisinin Doğulularda bulmak isteyeceği özellikleri yanlışlayan birçok gözlemle karşılaşılmaktadır.

İstanbul’da Fransız Büyükelçisi olan Count de Choiseul-Gouffier, Montesquieu’yü cevaplarcasına bir mektup yazacak 1786’da ve şöyle diyecekti: “Burada işler Fransa’daki gibi yürümüyor; kral tek efendi değil; burada ulemayı, kanun adamlarını, yüksek devlet adamlarını ve artık o görevlerde olmayanları da ikna etmek mecburiyeti vardır.”

Bilmem fazla söze hacet kaldı mı?

Voltaire’in Doğu Despotizmi eleştirisi

Montesquieu’nün Kanunların Ruhu adlı kitabının kendisini epeyce güldürdüğünü belirten Voltaire, “böyle bir kitabın başı sonu olmayan bir çıkmaz şeklinde, metotsuz yazılmış olmasına üzüldüğü”nü söyler. Kitapta referans gösterilen bazı kitaplara baktığında Montesquieu’nün nasıl büyük tahrifler yaptığını örnekleriyle ortaya koyan Voltaire, onun “Büyük imparatorluklar Avrupa’da hiçbir zaman yaşayamamıştır” sözüne karşı delil olarak 500 yıl yaşayan Roma İmparatorluğu’nu gösterir. Kaynaklarını çürüttüğü Kanunların Ruhu yazarının Osmanlı Devleti hakkındaki iddialarına sözü getirir sonra:

“Sultan yasaların dışına çıkabilmek için bilginlere (ulemaya) başvurmak ihtiyacını duyuyor. Bakın, bizler Türklerin komşusu olduğumuz halde onları tanımıyoruz. Uzun zaman aralarında yaşayan Kont de Marsigli, hiçbir yazarın, Osmanlı İmparatorluğu ile yasaları hakkında bize gerçek bir bilgi vermediğini söylüyor… (Osmanlıların) dinleri ile yasaları hakkında söylenenlerin hemen hepsi yanlıştır; aleyhlerinde çekip çıkardığımız neticeler de hiçbir şeye dayanmayan uydurma masallardır.”

“Bilmem neden Asya ve Afrika’daki hükümdarlara despot demek yazarlarımızın hoşuna gidiyor; eskiden, sultanın tebaası olan Avrupalı küçük bir hükümdara despot denirdi… Bugün sultana, papaya, Çin imparatoruna hiç çekinmeden despot diyoruz… İmdi böyle bir hükümetin varlığını iddia etmek yanlıştır. Bana öyle geliyor ki böyle bir hükümetin mevcut olabilmesi de imkansızdır. Kur’an’la onun bilginler tarafından tasvip edilen tefsirleri Müslümanlar için yasa demektir; bu dine mensup hükümdarlar, Kur’an’a el basıp bu yasalara riayet edeceklerine and içerler. Eski milis kıtalarıyla yasa adamlarının büyük imtiyazları vardı. Bu imtiyazlara tecavüz etmek isteyen sultanları ya boğazlarlar ya da törenle tahttan indirirler.”

Voltaire daha bir sürü eleştiri yöneltiyor Doğu Despotizmi kavramına; ama yerimiz ne yazık ki bu kadarına müsait. İleride isterseniz yine döneriz bu ilginç konuya.

Kaynakça:

Voltaire, Feylesofça Konuşmalar ve Fıkralar II, Çev.: F. Baldaş, 2. Baskı, Ankara 1962, MEB. Doğu Despotizmi yazısı için Michael Curtis’in derli toplu makalesinden yararlandım: “The Oriental Despotic Universe of Montesquieu”,Princeton Papers in Near Eastern Studies, No: 3, 1994, s. 1-38. Ayrıca kısa bir yorum için bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, İst. 1976, s. 122-3.

Bir cevap yazın