• Home
  • Genel
  • Koçi Bey hangi kartelin adamıydı?

Koçi Bey hangi kartelin adamıydı?

Duraklama, gerileme, çöküş. Bu ithal ve tercüme kavramlara bu denli bağlılık ve hürmet neden? Osmanlı tarihinin yarısından fazlasını, yani 624 yılın neredeyse 350�sini içerisine tıkıştırmaya gayret ettiğimiz bir �kavramlar hapishanesi� içerisindeyiz tarih okurken…

Kimin kavramlarını telaffuz ediyoruz? Daha doğrusu, Cemil Meriç�e bir daha rahmet dileyerek soralım: Kimin deli gömlekleri bunlar?.

Sormaya devam edelim öyleyse; sormaya, yani düşünmeye.

Çağımızın �teorik teröristi� Jean Baudrillard bir yerde der ki: �Tarihimiz de yolunu kaybetti ve yapma bir uydu gibi etrafımızda dönüp duruyor.�

Tarihimiz, bizden uzaklaşmış, yabancılaşmış ve sanki kopmuş bir ada yahut sürgüne yollanmış bir gemi gibi etrafımızda seyrediyor ama bir türlü kara sularımıza giremiyor çünkü önyargısız bir liman bulamıyor.

Vaktiyle, 18. yüzyılda İtalyan Kont Marsigli ve �içimizdeki yabancı� Dimitri Kantemir, �Osmanlı inhitatı�ndan, yani gerilemesinden söz ettiler. Gariptir, bugün biz onlardan fazla savunur olduk bu �iddia�yı.

Hem içeriden bazı �gözlemciler� de �aynı� şeyi söylemiyorlar mıydı? Osmanlı Devleti�nin gerilemekte olduğunu bizzat Osmanlılar da itiraf etmiyorlar mıydı? Bunlar arasında en bilinenleri Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Lütfi Paşa, Gelibolulu Mustafa Âli. Lakin en popüler isim, Koçi Bey.

Koçi Bey�in söyledikleri o kadar ciddiye alınmıştır ki, neredeyse onun �Osmanlı� dediğimiz bu karmaşık yapının röntgenini mutlak bir objektiflikle çektiği zannedilmiştir.

Beraber katıldığımız bir panelde, kendisi işletme hocası olan bir dostumu uyarmak zorunda kalmıştım. Koçi Bey, diyordu, devleti bir işletme olarak düşünüyor ve ondaki aksaklıkları tespit ediyor, sebeplerini deşifre ediyor ve hal çarelerini ortaya koyuyor.

Tabiatıyla işin işletme kısmını bilmem lâkin bildiğim bir şey varsa, Koçi Bey�in söylediklerinin doğruluğuna böylesine şeksiz şüphesiz inanmanın bilimsellikle hiçbir alakasının olamayacağı.

Mesela Koçi Bey�in eleştirdiği değişimlerden birisi, timar sisteminin terk edilip iltizâm�a geçilmiş olmasıdır. Bu değişim, onun tesiriyle hemen bütün kitaplarda bir �bozulma� alameti olarak ele alınmıştır. Peki ama neden �bozulma� olsun bu?

Oysa biliniyor ki, timar rejimi, akçenin kıt, ateşli silahların ise çoğunlukla toplardan ibaret olduğu döneme mahsustur. Nüfusun arttığı, Amerikan gümüşünün akmaya başlamasıyla akçenin bollaşıp değerinin düştüğü, Avrupalı tüccarların mütecaviz ticarî uygulamalara gittiği ve tüfek gibi küçük ve hareketli ateşli silahların yaygınlaştığı bir dönemde timar sistemi verimsizleşmeye, giderek devletin sırtında (şimdiki KİT�ler gibi) kambur oluşturmaya başlamıştır (R. �Ali Abou�El�Haj, �Modern Devletin Doğası�, İmge Kitabevi, s. 51�52).

Şunu bilmeliyiz ki, her değişim, birilerini mutlu ederken mutlaka başka birilerini rahatsız eder. Koçi Bey de cereyan etmekte olan değişimlerden rahatsız olanlar zümresine mensuptu. Birincisi, Enderun�da kendisine belletilen yordamların dışına çıkıyordu devlet. İkincisi, mensup olduğu zümre, yani devşirmeler bu değişimlerden zarar görmekteydi.

Ayrıca Osmanlı Devleti, tam da Koçi Bey risalesini kaleme aldığı sıralarda devşirme uygulamasından vazgeçiyordu. Bildiğimiz son devşirme sadrazam, yanlış olarak ilk Osmanlı bütçesini hazırladığı söylenen Tarhuncu Ahmed Paşa�dır ki 1652�53�te görev yapmıştır. Bu fırtınalı değişim ortamında, kendisi de �devşirme partisi�nin bir mensubu olan Koçi Bey feryad etmesin de kim etsin?

Köylülerin, Çingenelerin ve Türklerin �bile� asker yazılmasını şiddetle eleştirmesi bundandır Koçi Bey�in. Bir başka deyişle kendi çıkar grubunun zedelenen ayrıcalıklarını geri getirmek için yazmıştı risalesini: Padişaha, �Eskiden her şey ne kadar güzeldi� hatırlatmasını yapmasının gerçek sebebi de, eskiden olduğu gibi devşirmelerin ayrıcalıklarını tanıyacak bir sistemi idealize etmeye çalışması da bundandır.

Koçi Bey gibi Osmanlı sistemindeki her değişimi bir �bozulma� alameti olarak lanetlemekten ne zaman vazgeçeceğiz? Üstelik neredeyse değişmeyen her şeye diş bilediğimiz bir çağda Osmanlı sisteminin hiç değişmemesi gerektiğini savunmak tuhaf kaçmıyor mu?

Daha da tuhaf olanı şu ki, Osmanlı�yı hem değişmediği, hem de değiştiği için eleştiriyoruz! Şu şu değişimleri gerçekleştirseydi bugün bu durumda olmazdık diye dövünenler de, bir nevi özelleştirme demek olan iltizamı, kapitülasyonları, hatta Tanzimat�ı, bu köklü değişimleri gerçekleştirdi diye eleştirenler de yine bizleriz.

Ne yapsın Osmanlı? Değişsin mi, değişmesin mi?

Artık bir karar vermek lâzım!

Bir cevap yazın