• Home
  • Genel
  • Sultan Abdülhamid’i İngilizler mi Almanlar mı devirdi?

Sultan Abdülhamid’i İngilizler mi Almanlar mı devirdi?

Tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen olayların ardından Sultan II. Abdülhamid tahttan indirilmişti. Bu olayda İngiltere’nin parmağı olduğu konuşulur ama Almanya’nın 1909 Osmanlısı üzerinde daha geniş bir nüfuz sahibi olduğu unutulur. Alman İmparatoru 2. Wilhelm, meşrutiyetin ilanı haberleri masasına konulduğunda kağıdın yanına şunları yazar: “İhtilal, Paris ya da Londra’da yaşayan ‘Jön Türkler’ tarafından değil, ordu tarafından ve de ‘Alman subayları’ olarak bilinen, Almanya’da eğitim görmüş Türk subayları tarafından yapılmıştır.”

Sultan 2. Abdülhamid, 106 yıl önce tahttan indirildiğinde düğün bayram edenler arasında Rumlar da vardı. Lakin eser miktarda da olsa sevinemeyenler çıkmıştı. Bilge ve aklı başında bir din adamı olan Patrik 3. Joachim cemaatinden sesini yetirebildiklerine şu acı uyarıyı yapmıştı: “Boşuna sevinmeyin. Bizler için sonun başlangıcıdır bu.” (“Apoyevmatini” yayın yönetmeni M. Vasiliadis’ten nakleden: C. Tahir, “Karanlık Yıllar”, Çıra: 2013, s. 141.)

Sonun başlangıcıydı bu… Üstelik yalnız Rumlar için değil, Osmanlı’nın bütün halkları için de sonun başlangıcıydı… Tesbihin imamesinin kopmasıydı bir başka deyişle. ‘Son Sultan’ın tahtını kaybetmesi aslında Osmanlı tahtının çökmesi hadisesidir ki, etkilerini hâlâ yaşıyoruz.

Vaktiyle bir mecliste sormuşlar, “Dünyanın en güçlü devleti hangisidir?” diye. Etrafındakiler “İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya vs.” diye tahmin yürütürlerken Keçecizade Fuad Paşa tereddütsüz “Osmanlı Devleti” deyivermiş. Ancak “Avrupa’nın Hasta Adamı” ilan ettikleri Osmanlı’nın nasıl olup da ‘dünyanın en güçlü devleti’ olabildiğine akıl erdiremeyenler “Nasıl yani?” diye sorunca o harikulade cevabı patlatmış muzip Paşa:

“Bunca yıldır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya uğraşıyoruz, yine de yıkılmıyorsa bu devlet dünyanın en güçlü devletidir!”

İşte bu devletin kıyametini tetikleyen 31 Mart Vak’ası, dış ve iç bağlantıların mükemmel bir kombinezonu olması bakımından çok anlamlıdır ve sırf bunun için didik didik edilmesi gerekir.

Öncelikle altı üstü 1,5 gün devam etmiş olan ‘31 Mart ayaklanması’nın bu ilk safhasında ölü sayısının iki elin parmaklarının sayısını bulmadığını biliyoruz. Bandonun “Ey gaziler yol göründü yine garip serime” marşıyla yürüyüşe geçen Taşkışla’daki Avcı Taburları ve etraflarındaki ‘gönüllü’ kalabalık, Ayasofya’nın yakınında bulunan Meclis-i Mebusan binasına gelmiş, orada Adalet Bakanı Nazım Paşa, Lazkiye Mebusu Arslan Bey, 4 subay ve bir paşa ile uşağının öldürülmüş olması yanında iki gazete binası yağmalanacaktı.

Bundan sonrası 10 günlük bir bekleyiştir ki, zaten bitmiş olan isyanı bastırmaya(?) gelen Hareket Ordusu şehirde 2 ila 3 bin kişiyi katledecek, cesetler Taksim Bahçesi’ne balık istifi dizilecekti. İşe bakın ki, asıl katliamı gerçekleştirenler kurtarıcı olarak tarihe geçecek ve hürriyet kahramanı kesilecek, ‘irtica’ gibi bir kavram dilimize hediye edilecektir.

İşte 31 Mart’ın meşum mirası: Darbeler başarılı olursa yapanın yanına kâr kalır!

Miladi takvimle 13 Mart günü başlayan 31 Mart ‘ayaklanması’nın üzerindeki toz bulutu henüz dağılmış değil. Ancak 1,5 gün süren ‘ayaklanma’nın mı yoksa birkaç bin kişinin katliyle sonuçlanan ‘bastırma’nın mı daha büyük cinayetler işlediğini bilmemiz lazım.

Sonuç: 31 Mart’ın kaybedeni Abdülhamid oldu, kazananı ise İttihat ve Terakki. Yalnız onlar mı? Almanlar, İngilizler…

‘Abdülhamid’in içerideki düşmanlarını biliyoruz, sen bize dışarıdaki düşmanlarını anlat!’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Geliyorum oraya, merak buyurmayın.

 

Alman parmağı mı?

31 Mart Vak’ası’nda genellikle İngiltere’nin parmağı olduğu konuşulur ama Almanya’nın 1909 Osmanlı’sı üzerinde daha geniş bir nüfuzunun olduğunu bilmek önemli. Osmanlı’nın İngiltere, Fransa ve Rusya’nın şerrinden yanına ‘sığındığı’ Almanya, Bağdat Demiryolu imtiyazını koparmıştı ama ısrarla askerî bir ittifak talep ediyordu. Ancak Abdülhamid teklife sıcak bakmayınca aranan kanın onda bulunamayacağı anlaşılacaktı. Kızı Ayşe Sultan’a içini şöyle dökmüştü ‘Son Sultan’:

“Almanya İmparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında birdenbire kalktı. İki elimi birden tuttu, ‘Avrupa’da bir harp zuhur ettiği takdirde bizim tarafa geçersiniz, değil mi Majeste?’ dedi. Cevaben, ‘Aziz dostumuzsunuz; fakat size şimdiden söz vermek hakkını hâiz değilim; bunu ancak o zaman düşünebilirim’ dedim. Devletimin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım. Ben hiçbir devlete söz verip bağlanmadım.”

Almanya’nın cevabı ise ‘Sen yapmazsan başkasına yaptırırız’ olacaktı. Nitekim 24 Temmuz 1908’de Alman İmparatoru 2. Wilhelm Meşrutiyet’in ilanı haberleri masasına konulduğunda kâğıdın yanına şunları karalamıştı:

“İhtilal, Paris ya da Londra’da yaşayan ‘Jön Türkler’ tarafından değil (zira bunlar İngilizciydi-MA), ordu tarafından ve de ‘Alman subayları’ olarak bilinen, Almanya’da eğitim görmüş Türk subayları tarafından yapılmıştır. Her şeyi denetim altına almış olan bu subaylar, kesinlikle Alman dostudurlar.” (E. Ramsaur, “Jön Türkler ve 1908 İhtilali”, Çev. N. Yavuz, Pozitif: 2007, s. 171.)

12 Eylül’de olduğu gibi ‘Darbeyi bizim çocuklar (“our boys”) yaptı’ demenin bir başka şekliydi bu (S. Kocabaş, Tarihimizin Kara Delikleri, İst. 2014, s. 82).

Bu kadarla kalsa iyi. Ayaklanma Alman basınında sevinçle karşılanmıştı. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüyeceği haberleri de ilk olarak Alman basınında yer almıştı. Hareket Ordusu’nun komutanı Mahmud Şevket Paşa olsun, kurmay başkanı Enver Bey olsun açıkça Alman taraftarlarıydı. Alman Golç Paşa da harekâtın taktiğini belirlemişti.

İngiliz kumpası

İngiltere’nin Sultan Abdülaziz’in devrilmesindeki rolünü o zamanın Robert Kolej müdürü George Washburn bütün açıklığıyla yazmış:

“İngiltere Sultan Abdülaziz’e karşı bir kumpas içindeydi ve Sultan’a karşı gizli faaliyetler yürütüyordu. (Büyükelçi) Sir Henry Elliot Türkiye’deki olayların bütün gidişatını değiştirecek entrikalar çevirmekle meşguldü. Tahttan indirme hadisesinin ana destekleyicisi Mithat Paşa’ydı ve Sultan Abdülaziz’i tahttan indirme planlarını bizzat İngiliz gizli servisinin desteğiyle Elliot’la birlikte planlamışlardı. Bir gün önceden İngiliz Akdeniz Filosu, eğer gerekli görürse İstanbul’a girmek için Çanakkale açıklarına geldi.” (İstanbul’da Elli Yıl, Çev. T. Kaya, Meydan: 2011, s. 130, 133-4.)

Abdülhamid’in ‘baş düşmanı’ bu yüzden İngiltere’ydi.

Ajan Fitzmaurice’in 12 Nisan 1908 tarihli raporundan da şu cümleleri paylaşalım: “Bizim gayemizle Sultan’ın gayretleri uzlaşmaz haldedir. İngiltere, Ortadoğu’da elde ettiklerini kaybetmek üzeredir. Bu iş ya yürümeli ya da çökmelidir. Yerinde duramaz.”

İngiliz casusu Vambery ise Londra’ya “Türk imparatorluğunun dağılmasını çabuklaştırmalı ve İngiltere’nin müdahalesinin kendilerini Abdülhamid’in pençesinden kurtaracağına inanan unsurlara yardım etmelidir.” aklını vermekteydi.

Sultan oyunun farkındadır: “Ah bu İngilizler! Bize her fenalık İngiltere’nin eli altından çıkar. Benim felaketim de İngilizlerin eliyle olmuştur. Daha evvel Sultan Aziz vak’ası da yine İngilizlerin teşvikiyle Mithat Paşa ve komitesi tarafından vukua getirildi.”

Sultan, eşsiz ferasetiyle bunları söyledikten sonra bombanın fitilini yakar: “Daha Meşrutiyet’ten bir sene evvel (1907’de) Fransız sefiri Konstan bana geldi. Bunlar toplanmışlar. Bir meclis teşkil etmişler. Benim hal’ime karar vermişler.” (Atıf Hüseyin Bey’in Hatıratı, Haz. M. Hülagü, Pan: 2003, s. 248.)

Ah o feraset!

12 Nisan 2015, Pazar

Bir cevap yazın