Defalarca yazdık, bu gidişle yine yazacağız galiba. Neden mi bahsediyorum? Şu ‘Bursa Nutku’ diye Atatürk’e atfettikleri ‘darbe bahanesi’nden tabii ki.
Baksanıza, ‘Yeni’ CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partili gençlere ‘Bursa Nutku’nu ceplerinizden sakın ‘ayırmayın’ talimatını geçmiş. Böylece eskiyivermiş söylemi.
Yıllardır dile getiriliyor: Yok böyle bir ‘nutuk’. Hem de kimler tarafından dile getiriliyor, söylesem şaşarsınız: Kemalist kanadın mücahitlerinden Kılıç Ali, Falih Rıfkı Atay ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yapmış Prof. Hikmet Bayur, Atatürk’ün Dışişleri Bakanlarından Tevfik Rüştü Aras ve başkaları böyle bir nutkun varlığından haberdar olmadıklarını, dahası, bu konuşmanın içerik olarak tutarsız ve anlamsız olduğunu, Atatürk’ün aynı gün ‘Konuyla Cumhuriyet adliyesi ilgilenecektir’ deyip akşama da ‘Polis, jandarma dinlemeyip ayaklanın’ talimatı veremeyeceğini dillendirdiler ama bir kere darbe virusü girdi mi kolay temizlenmiyor.
O kadar kolay temizlenmiyor ki, eski Genelkurmay Başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı, komisyondaki ifadesinde Menderes’in en büyük hatasının ‘ezanı aslına çevirmek’ olduğunu hâlâ söyleyebiliyor. Bir bakıma 27 Mayıs darbesini tezgâhlayanlar gibi ezanı darbenin nedenlerinden biri gibi göstermeye çalışıyor. Aradan 62 yıl geçmiş, affetmeyen o kin devam ediyor ‘ezan şehidi’ Menderes ve arkadaşlarına karşı.
Peki ‘bursa nutku’ nedir?
1947 yılında İstanbul’da Şaka Basımevi’nde basılan ve hepi topu 24 sayfalık bir kitapçığın başının altından çıkıyor bütün bu işler. İşin ilginç yanı, kitabın yazarı Rıza Ruşen Yücer bile böyle bir konuşmaya şahit olduğunu yazmıyor, yazdıklarını kimden aktardığını belirtmiyor, toplantıda kimlerin olduğunu bilmiyor vs. Üstelik kitabın başına şu notu düşmeyi ihmal etmiyor: “Naklettiğim fıkra ve hâtıralar gerçekten olmuş mudur? Bunu da kesin olarak temin (garanti) edemem. Ben sadece işittiklerimi duyduğum şekle sadık kalarak naklettim.”
Atatürk’ün ölümünden 9 yıl sonra çıkan ve çoğu fıkravarî hikâyelerden ibaret olan bu 24 sayfalık kitapçığı yazan Bursa Nutku’nun gerçekten olup olmadığından emin değilse daha bu işi kurcalamanın anlamı nedir?
Ancak bu sözde nutkun 27 Mayıs darbesine giden yolda hatırlanması da ilginçtir. Bu nutuk acaba 1947’de yayınlandığı zaman neden sessiz kalmıştı CHP’liler? İşlerine gelmediği için olmasın? Eğer o zaman halk bu nutku ciddiye alacak olsa Tek Parti iktidarını devirmek için yollara düşmesi gerekmez miydi? Düştüğü zaman da Arslanköy olayında olduğu gibi toptan derdest edilip hapse atılmaları, aylarca çoluk çocuk işkence görmeleri pek sürpriz sayılmazdı değil mi?
Şimdi CHP’lilerin pek bir ciddiye aldıkları Falih Rıfkı Atay’ın “Bursa Nutku Üzerine” başlıklı yazısından bazı pasajlar aktaracağım. Bakın Atay, 12 Aralık 1966 günü Dünya gazetesinde Bursa Nutku’nun aslı astarı olmadığını nasıl açık seçik bir şekilde ortaya koymuş.
Atay, Atatürk’ün aslında “Meşruiyetçi” olduğunu, yani darbecilikle değil, meşru yollardan iktidara gelmeyi prensip haline getirdiğini söyledikten sonra Bursa Nutku’nun uydurma olduğunu savunanlara hak veriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Gerçekte Atatürk’ün gençliğe tek vasiyeti Büyük Nutuk’un sonundadır. Hem o sözler Türkçe ezanın Arabcaya çevrilmesi hareketine karşı söylenmiştir. BURSA NUTKUNU SÖMÜRENLER ACABA ARABCA EZAN OKUNAN MİNARELERE DOĞRU BİR YÜRÜYÜŞÜ HATIRA GETİRMİŞLER MİDİR? (…) Atatürk bir kanun ve devlet otoritecisi idi. Onlara karşı gelenlere nasıl davrandığını da devrinin tarihi gösterir. Hele ezanın Türkçeden Arabcaya çevrilmesine ses bile çıkarmayan… CHP’nin, Türk gençliğini yalnız bu türlü gericiliklere karşı uyanık tutmak için söylediklerini kendi hesabına kullanmaya kalkışması gülünçtür.”
Atay’ın kanaati, Atatürk’ün bu sözleri tam bu manada olmasa bile söylediği ama yayınlanmasını uygun görmediği, bu nedenle de basına yansıttırmadığı yönündedir. Dolayısıyla onun uygun görmediği bir söz de ‘Nutuk’ olarak değer kazanamaz. Atay ayrıca 10 Nisan 1967’de savcılığa verdiği ifadede aynı tavrını devam ettirmiş ve şunları söylemiştir:
“Bursa Nutku diye Atatürk’ün söylediği bir nutuk yoktur. (…) Bu konuşma ajansa verilmemiştir. Hiçbir kitapta yer almamıştır. Bursa gazetecisinin yazdıkları kulak rivayetleridir. (Atatürk) bütün hayatı mevcut idareye karşı iken (dahi) hiçbir kanunsuz teşebbüse girmemiş olması ile bu otorite bağlılığını göstermiştir. (…) Memlekette anarşi yaratmak kasdı vardır. Atatürk bu kasda alet edilmek istenmiştir.”
Gelelim Kılıç Ali’ye. O da 7 Nisan 1966’da Bornova Savcılığı’na verdiği ifadede kitabı yazan şahsı tanımadığını, Atatürk’ün gençliği hükümet otoritesine karşı ayaklanmaya teşvik edecek bir talimat vermediğini ve veremeyeceğini, bunun Atatürk’e saygısızlık olduğunu söylemiş ve “Üzüntüm büyüktür” demişti.
Eski Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve İnkılap Tarihi hocalarından Prof. Hikmet Bayur da Bursa Nutku’na en kesin şekilde karşı çıkanlardan. O böyle bir konuşmanın gayri resmi olarak bile olsa yapılmadığı, dolayısıyla uydurma olduğu kanaatindedir. Hükmünü şöyle verir: “(Yücer’e ait) kitaptaki fıkra ve hatıraların tarih ilmi nazarında ve tarih metodu yönünde değerleri sıfırdır.” (3 Mayıs 1967 tarihli savcılık ifadesinden.)
Yıllarını Atatürk’ün hizmetinde geçiren Prof. Bayur, bu sözde nutkun 27 Mayıs darbecilerinin bayrağı yapıldığını, CHP ve TİP muhalefetinin ortalığı karıştırmak için onu çıkarları doğrultusunda kullandıklarını yazar. Rıza Ruşen Yücer adlı şahsın hiçbir zaman Atatürk’ün sofrasına oturmadığını, dolayısıyla kimsenin tanımadığı bu şahsın yazdıklarına itibar edilmemesi gerektiğini belirtir. (Savcılık ifadelerini, 1966’da Bursa Nutku’nu yayınlayanlara dava açan zamanın Bornova Cumhuriyet Savcısı A. Osman Kırkyaşaroğlu’nun “Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ Davası” adlı kitabından aldım).
Son olarak belirtelim ki, bir Atatürkçü Parti kurmaya kalkacak derecede Kemalist olan Prof. Sina Akşin de bir yazısında bu nutkun uydurma olduğunu söylemiştir. (“Atatürk’ün dış siyaset modeli”, “Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç”, TTK: 1997, s. 277, not 9.)
Bilenler bunları söylüyor. Ama CHP kafası hâlâ işin efsane tarafında, çünkü işine öyle geliyor. Aydınlanmacı olduğunu iddia edenlerin sonunda boyunlarına kadar efsaneye gömüldüklerini söyleyen Horkheimer ve Adorno haksızlar mıymış?
01 Temmuz 2012, Pazar