Okullara gidiyorum bu aralar. Gençlere tarihlerini anlatıyorum. Şaşırıyor ama sormadan edemiyorlar:
Osmanlı şöyle büyük, böyle büyük diyorsunuz da neden teknolojik bir başarılar yok?
Bu yalın soruyu aynı yalınlıkta cevaplandırıyorum:
Olanları biliyor musunuz ki olmayanı soruyorsunuz? Önce ne olduğunu bir öğrenin, ondan sonra olmadığını söyleyin. Ama okumadığınız bir kitabın içinde bulunmayan bir sayfayı dava etmek nasıl bir mantıktır? Bir elmas ile cam parçasını ancak ehli ayırt edebilirken sen ehil olmadan hangi cüretle bu elmastır veya değildir diye hükmünü basabiliyorsun?
Daima diyorum: Osmanlı’nın yalnız somut siyasî ve kültürel varlığı bitirilmedi, zihinlerimizde de yıkıldı. Yıllar yılı atılmadık iftira kalmadı ama o büyük Cumhuriyetin medeniyet inkâr fırtınası dindikten sonra toparlanıp bir enkazın altından bütün ihtişamıyla kalkıyor.
Fransız tarihçi Fernand Braudel’in dediği gibi Osmanlı İmparatorluğu tarihçiliğin kara deliğidir. Kocaman yıldızlar gibi sönerken etrafındaki nesneleri de içine çekip görünmez kılmıştı Osmanlı. Şimdilerde onun lime lime edilmiş haritası üzerinde dolaşanlar neleri beraberinde götürdüğünü birer ikişer keşfettikçe “ah, vah” ediyorlar, biz neden daha önce bu “kayıp kıta”yı fark etmedik diye.
İşte Osmanlı’nın kayıp atlasının kâşiflerinden Josip Matasovic 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Osijek Köprüsü’nü dünyaya tanıttığı 1929 tarihli kitabında onun için “16. ve 17. asırlarda bir dünya harikası şöhretine sahipti” diyerek “Osmanlı harika”sının sırlarından birinin kapağını daha aralıyordu.
Peki, neydi bu köprünün özelliği ve neden Dünyanın 8. Harikası’na çıkmıştı adı?
Ecdadı yapmış, torunu unutmuş
Kendi torunları tarafından dahi unutulmuş bulunan bugünkü Hırvatistan sınırları içinde kalan Osijek Köprüsü dünyanın en uzun ahşap köprüsü unvanına sahipti. (Osmanlılar yaklaşık 150 yıl idarelerinde tuttukları ve kalesini yaptıkları ve kalkındırdıkları şehre Ösek adını vermişlerdi.)
Kanuni Sultan Süleyman’ın vefat ettiği yıl inşası biten bu dünya harikası köprü tam iki nehri ve aralarındaki muazzam bataklığı kat ediyordu. Böylece burada iki yaka arasındaki geçişi sağlamak için kesin ve rasyonel bir çözüm bulunmuş, yaklaşık 8 kilometre uzunluğundaki ahşap köprü, Avusturyalılar tarafından topa tutularak yakılıp yıkılmasaydı belki arada sırada yapılacak bakım ve tamiratla ayakta kalmaya devam edecekti.
Ancak bu harika köprü bugün yok. Hırvatlar yeniden yapabilir miyiz diye araştırma halinde. Dalgıçlar gönderip suyun altında kalan kütüklerine ulaşıyor, onları çıkarıp Osmanlı köprü teknolojisinin ulaştığı inşaî ve teknolojik seviyeyi kavramaya çalışıyor, kitaplar yayınlayıp belgeseller yapıyor, sempozyum düzenliyor.
Nitekim 2013 yılında İstanbul’da Osijek Köprüsü Sempozyumu düzenlenmiş. Ertesi yıl Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın katkılarıyla Zagreb’de yayınlanmış bilgi şöleni mahiyetinde Hırvatça ve İngilizce bir kitap var ki şimdi önümde duruyor. Yazanlar ise Hırvatistanlı bilim adamları. Henüz bu muhteşem köprü üzerine uzmanlaşan bir Türk akademisyen olmadığı anlamına geliyor bu.
Hırvatistan Bilimler ve Sanatlar Akademisi yöneticisi Andrija Mutnjakovic yazdığı Giriş’te ilginç bilgiler veriyor dünyanı en uzun ahşap köprüsü hakkında. Buna göre Osmanlı kuvvetleri, o zaman doğru dürüst bir kalesi bulunmayan Ösek’i 1526 Mohaç zaferinden sonra aldıklarında Osmanlı stratejistleri buranın jeo-stratejik önemini derhal fark etmiş ve onu sur ve kuleleriyle tam bir kale haline getirmişti. Sonraki 150 yılda Viyana veya Macaristan’daki askeri seferlere Osijek üzerinden gitti Osmanlı ordusu ve Kanuni Sultan Süleyman şehrin yakınındaki Drava nehri ve bataklığı üzerine bir köprü yaptırmak istedi. Fakat bataklıktan sonra bu defa Tuna nehrinin bir kolu geliyordu. Onu da aşmak gerekiyordu.
Öyle bir köprü yapılmalıydı ki, sadece yaya veya atlılar değil, üzerinden toplar ve at arabaları da geçebilsin. Köprü meşe ağacından yapılacaktı ve 8 kilometrelik bir yol olacaktı. Bu mesafeyi gözünüzde canlandırabilmeniz için Çanakkale Köprüsü’nün 4,6 kilometrelik uzunluğuyla Osijek Köprüsü’nün yarısını az çok geçtiğini söyleyelim. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ise onun yaklaşık 6’da 1’i uzunluğundadır. Bayağı ahşap bir yol demektir bu.
Şaşkına çeviren köprü
Mutnjakovic’in değerlendirmesi şu:
“Seyyahlar ve zamanın devlet adamları bu eşsiz yapıdan şaşkına dönüyor ve onu dünyanın sekizinci harikası ilan ediyorlardı. Birçok gravürcü ve ressam onu Avrupa kamuoyuna tanıtmak için yarışıyordu.”
1566’dan 1687 yılına kadar Osmanlı hakimiyetinde hizmet veren köprünün kaderi İkinci Viyana yenilgimizle yara alacak ve Nikolo Zrinski onun bir kısmını yakacak, Osmanlılar yine de tamir edip kullanıma açacaktı. Ancak Hilal’in gölgesi yavaş yavaş bu topraklardan çekilecek, köprü de yakılıp yıkılıp tarihe karışacaktı.
Balıkçılar için özel bölmelere sahip olan bu muhteşem köprüde güvenlik de ihmal edilmemiş, her yarım milde bir kuleden tam yirmi korunaklı nöbetçi kulesi yapılmıştı.
Osmanlı Devleti’nin ihtişamlı geçmişi, özellikle Mimar Sinan’ın eserleri anlatılırken artık Osijek (Ösek) Köprüsü’nü de anmadan geçmememiz gerekiyor. Şimdilik bizden çok Hırvatların derdi olsa da, artık orada bir ecdat yadigârı olduğundan haberdarız. Değil mi ki var, o bizim için daima oradadır ve bizi beklemektedir. Tıpkı Drina Köprüsü gibi. Sırp romancı İvo Andriç’e Nobel Ödülü getiren romanın kahramanı da bir Osmanlı köprüsü değil miydi?