Alman filozofu Walter Benjamin, bir yerde çok etkileyici bir metafora başvurur: “Çiçeklerin yüzlerini güneşe dönmesi gibi,” der, “geçmiş de esrarlı bir güneş tutkusunun verdiği şevkle, tarihin ufkunda yükselen güneşe uzanmak için çabalar”.
27 Mayıs 1960 darbesi gerçekleştiğinde sokaktakilerin dilinde bir sakız vardır. Yalnız sokağa döktürülmüşlerin mi, ihtilale hazır generallerden kışkırtılmış aydınlara kadar önce “fısıltı gazetesi” şeklinde, sonra yazarak ve ardından bağırarak dile getirilir: Katiller! Katiller! Derken Yaşar Kemal’in “Tuna Nehri akmam diyor” marşından uyarladığı söylenen “Olur mu böyle olur mu?/Kardeş kardeşi vurur mu?/Kahrolası diktatörler/Bu dünya size kalır mı?” kıtası dillere düşer.
Marşın fon müziğini teşkil ettiği ve 28 Nisan’da İstanbul’da, ertesi gün Ankara’da gerçekleşen ‘öğrenci olayları’ öylesine hızlı ve koordineli bir tempoyla gelişecek ve son günlerini yaşamakta olan DP iktidarını köşeye sıkıştırıp felç edecektir ki, bir ay sonra gerçekleşecek askeri darbenin tetiğinin aslında o gün çekildiği yıllar sonra kahramanları tarafından itiraf edilecektir.
Başbakan Menderes, radyo konuşmalarıyla duruma hakim olmak için çırpınsa da, önce sıkıyönetimin ilanı, ardından basın yasakları yönetimin sinir sisteminin bozulduğunu ve kaçınılmaz bir erken seçime doğru ilerlendiğini gösteriyordu. Nitekim erken seçim kararını alacak ama o karambolde kendi seçmenine bile duyurmaya takati yetmeyecektir.
Darbe öncesi ve sonrasında dillere düşen bir söylenti vardır: Onlarca, hatta yüzlerce üniversiteli genç ‘katil polisler’ tarafından öldürülmüştür. Daha 28 Nisan olayları sırasında ölü sayısını 250’ye çıkaran gazeteciler görüldüğünü, sokaktakilerin bu haberlere inandığını ve dehşete düşüp iktidara daha bir bilendiklerini biliyoruz.
Ancak darbe gerçekleştiğinde bu yüzlerce ölünün nerede bulunduğu ve aileleri araştırılınca tam bir hayal kırıklığı yaşanacak, hatta bu yüzden devrim şehitleri için düzenlenen görkemli cenaze törenine –kalabalık görünsün diye- bizzat darbe sırasında yanlış parola verdiği ve dur ihtarını dinlemediği için öldürülen Teğmen Ali İhsan Kalmaz ile askeri öğrenci Sökmen Gültekin de sokuşturulacak, buna darbeye sevinerek sokağa fırlayan bir babanın askerin dur ihtarına uymaması sonucu öldürülen Ersan Özey adlı çocuğunun tabutu da eklenerek inandırıcılık kazandırılmak istenecekti.
“Kahpe kurşun”
Onlarca ve yüzlerce ölüden bula bula beşinin tabutu Anıtkabir’e doğru yola çıkarılırken üçünün bizzat askerlerin sakarlığı veya iletişimsizliği sebebiyle dünya değiştirdiği gerçeğinin üstü bilinçli olarak örtülmeye çalışılmıştı. Ancak diğer iki genç ‘İnkılap şehidi’nin nasıl öldüklerinin üstü örtülecekti.
İstanbul Üniversitesi’nde okuyanlar Turan Emeksiz adını hatırlayacaklardır. Süleymaniye Camii’ne bakan yamaçtaki yemekhaneye (bir şehir hatları vapuruna da) ismi verilen ve büstleri dikilen Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Malatyalı Turan Emeksiz, darbeden iki gün sonraki “Yeni Sabah” gazetesinde “Kahpe bir kurşun”la öldürülmüş gibi gösteriliyordu. Oysa yapılan incelemede, sınırlı sayıda gönderilen polisin Beyazıt Meydanı’ndaki kalabalık karşısında aciz kalınca önce havaya, sonra da ayaklara açtıkları ateş sırasında duvardan seken bir kurşunla öldüğü anlaşılmış, hatta vücudundan çıkan kurşunun eğrilmiş olduğu, bunun da direkt atışla isabet almadığını gösterdiği açıklanmıştı.
9 Haziran günü düzenlenen törenle Ankara’ya uğurlananlardan 17 yaşındaki Nedim Özpulat, Emeksiz’den bir gün sonra ölmüştü ve ölümünün doğrudan Beyazıt Meydanı’ndaki olaylarla bir ilgisi yoktu. Aynı gazete hayatının baharındaki Nedim’in ölümünü şöyle duyurur: “Bir gün evvel üniversiteli ağabeylerine yapılan tecavüzü protesto maksadıyla tertipledikleri yürüyüş esnasında kalabalık arasında, bir tankın dişlilerine takılarak ezilmek suretiyle ölmüştür.”
O zaman açıkça söylenememiştir ama olay şöyle cereyan etmiştir:
Öğrencilere yapılanları protesto için Beyazıt’ta toplanan lise öğrencilerinin de içinde bulunduğu kalabalık Aksaray’a doğru “Şehitlerimizi istiyoruz”, “Menderes istifa”, “Diktatörler kahrolsun” sloganlarını atarak yürümekteyken Laleli’de tanklarla karşılaşır. Bazıları tankların üzerine çıkarak askerlere tezahüratta bulunur. Özpolat da bir tankın üzerindeyken ayağı kayıp düşer ve paletler arasında ezilir.
Şimdi hemen ‘Hadi canım, olur mu?’ diyeceklere darbecilerin en ateşlilerinden Hamdi Elevli’nin hatıralarından aktarıyorum: “O da coşkun, hürriyet aşkı ile dolup taşıyordu. Elindeki Türk bayrağı ile gelen tanklardan birinin üstüne çıkmıştı. Asker ağabeyleriyle kucaklaşıyordu. Ne oldu, birden muvazenesini (dengesini) kaybetti ve düştü, tank paletleri arasında parçalanarak şehit oldu.” (Hürriyet İçin, Ank. 1960, s. 99.)
Seken polis kurşunuyla hayatını kaybeden Turan Emeksiz hariç, gençleri asker öldürüyor ama fatura Menderes’e kesiliyordu. Anıtkabir’e asker eliyle gömülen 5 cenazeden 4’ü yine askerlerce öldürülmüştü ama üstlerine bile alınmıyorlardı.
Ezan şehidi
Daha da korkuncu, Vecdi Bürün’ün hazırladığı “Kansız İhtilal” (1960) adlı kitapta Menderes’in fotoğrafının altına yazılanlar. Menderes’i elini sallarken gösteren fotoğrafın altına aynen şunlar yazılmış:
“İNSAN KASABI- Gençlerin öldürülmesine emir veren, sonra da bu şehitlerin hırsızlığı yapılan mezarlara ve kıyma makinalarına götürülmelerini isteyen insan kasabı Adnan Menderes.”
Birkaç sayfa ileride yakalanan Menderes’in müteessir haldeki fotoğrafının altında “Bu cani ruhlu adam, Türk milleti için hazırladığı katliam planlarına göre çok daha evvel akıl noksanlığına müptela imiş” satırları okunuyordu. 65. sayfada Bayar, Menderes ve Koraltan’ın fotoğraflarının altına “Gençleri diri diri buzdolaplarına, mezarlara koyan, sonra da cesetleri kıyma makinalarında kıyarak köpeklere veren bu mahluklar, insan olamaz. Bu işlenen vahşetin emsaline dünya yüzünde rastlanamaz” cümleleri döşenmişti.
Acaba en ufak bir utanç duydular mı Et Balık Kurumu’ndan ceset çıkmayınca ve iki bakan ile bir başbakanı astıklarında hiç yüzleri kızarmış mıdır?
Öte yandan asılmaya gitmeden önceki son muayenesinde koltuğunun altına koyduğu termometreyi terli olduğu için mendiline sararak doktoruna uzatan nezaket abidesi bir insandı Menderes. Siyasî hataları varsa da tarih onu böyle hatırlayacak. Tabii bir de “Ezan Şehidi” olarak…
16 Mart 2014, Pazar
One Comment
malik kulak
19 Mart 2014 at 22:12Siyonizme uşaklık ettiklerini hiç bir zaman anlayamayacaklar. Üç kuruşluk kemikle mutlu olduklarını sanacaklar. Taa ki o ilahi güne kadar…. Mühürlü kalpleri kim açabilirki ALLAH’tan başka.