Başbakan Erdoğan öyle anlaşılıyor ki, şu kadar İnkılap tarihi bölümünden daha fazla çalışıyor.
Geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı konuşmayla Erdoğan yalnız CHP başkanının eline iki tarafı keskin bir kılıç savurmakla kalmadı, yıllar yılı Dersim’i unutan İnkılap tarihçilerimize de bir muhtıra vermiş oldu. Bakalım, bu ‘Dersim açılımı’ndan sonra da 1937-38 yıllarını yazarken Dersim’de olup bitenleri unutabilecekler mi?
Unuturlar, unuturlar… İsmi lazım değil, yaklaşık 1500 sayfalık “Gazi Mustafa Kemal” kitabını yazan bir zat-ı muhterem, küçük Mustafa’nın nasıl birdirbir oynadığını geniş geniş anlatırken, on binlerce insanın hayatını ilgilendiren Dersim olaylarından tek kelime söz etmiyorsa bizdeki İnkılap tarihlerinin yazılma amacının, geçmişi açıklamak değil de örtmek olduğunu söylemek zorundayız.
Dersim denilince öteden beri şu söylenirdi: Efendim, o zaman Atatürk çok hastaydı, yerinden kımıldayacak hali yoktu, Dersim’de olan bitenlerden habersizdi, hatta ‘Dersim kararnamesi’ni imzalamaya yanaşmamıştı vs. Sözün özü: Dersim’den Atatürk sorumlu değildi.
Gerçi Başbakan meselenin Atatürk boyutuna girmekten özenle kaçındı ama CHP’li Hüseyin Aygün, “Dersim katliamından Atatürk’ün haberi vardı.” diyerek bombanın pimini çekmişti ve ona karşı parti içinde başlayan isyanın korkusu da aynıdır: ‘Bu işe Atatürk’ü karıştırmayın’ demek istiyorlar.
Ben de bunu anlamıyorum: 1937 yılında Atatürk Hatay için şu kadar çalıştı, diyenler aynı yıl gerçekleşen Dersim’den onu dışlayamazlar. Üstelik 4 Mayıs 1937 tarihli Dersim’e uygulanacak zorunlu iskân politikasının dönüm noktalarından biri olan Bakanlar Kurulu kararının altında onun imzası varken… 2. maddede isyan eden mıntıkadaki halkın toplanıp başka yere nakledilmesi istenmektedir. Nitekim Sibel Yardımcı ve Şükrü Aslan’ın dersim milletvekili Diyap Ağa’nın torunuyla yaptıkları görüşmede Atatürk’ün Diyap Ağa’yı çağırıp “Git, aşiretini kedisine kadar al, Dersim’den çık. Çık ama Malatya’yı geç,” demiş ve Diyap Ağa da Çankaya’dan aldığı bu tüyo sayesinde Dersim’i terk etmiş ve ailesinin hayatını kurtarmış. (“Herkesin Bildiği Sır: Dersim”, s. 426.)
Bu sözlü tanıklığa inanacak olursak Atatürk’ün bölgede yapılacak operasyonlardan çok önceden haberdar olduğunu ve iyi tanıdığı Diyap Ağa’ya olacakları böyle haber verdiğini görüyoruz.
Atatürk’ün Dersim operasyonuna ne kadar yakından ilgi duyduğunun dolaylı değil de doğrudan delili ise zamanın Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında buluyoruz. Çağlayangil’in 1990’da basılan anılarında şu satırları okuyoruz:
“Dersim olayı da yakın tarihimizin bulutlar arkasındaki bir gerçeğidir.” Doğru, bulutlar arkasında ama ne? Allah’tan Çağlayangil pek ağzı sıkı davranamamıştır da, bazı gerçeklerin kapılarını aralamamıza imkan tanımıştır.
Çağlayangil, Atatürk’ün “Dersim meselesini kökünden hallediniz” talimatını verdiğini yazdıktan sonra bizzat katıldığı Dersim operasyonu hakkında şu bilgileri veriyor:
“Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki Murat suyu üzerinde yeni yapılan Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. (…) Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer bana dedi ki: “Dersim harekâtı bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler, buna engel ol.”
Atatürk pazartesi günü Elazığ’a gelecekti, o gün de cumartesiydi, resmi daireler kapalıydı. Bizden istenenler “Asılacakları Atatürk gelmeden asın, beyaz donlular Atatürk’ün karşısına çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun.” Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Savcı mahkemeleri etkileyemeyeceğini söyledi. Biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden önce vermesini ve Seyit Rıza meselesinin kapanmasını istiyorduk.
Savcıyı aşmak mümkün olmayınca rapor aldırıldı, yerine tanıdığımız bir savcı geçti. Hakime baskı yaparak mahkemeyi, tatil olmasına rağmen Pazar gecesi 24’e aldırdık. Saatler 24’ü 1 geçe mahkeme başladı. 7 ölüm cezası çıktı.
Seyit Rıza idam sehpalarını görünce durumu anladı. Bana “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin” dedi ve güldü. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi (celladı) itti. İpi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazını gerçekleştirdi.
İhsan Sabri Çağlayangil bundan sonra idamı Atatürk’ün nasıl bildiğini ve beklediğini ima eden şu ilginç cümleleri sarf ediyor:
“Fakat bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz diye Atatürk bir gün sonra Elazığ’a geldi. Treni gece kör makasa çekmişler, uyuyormuş. “Atatürk seni çağırıyor” dediler. Gittim, kahvaltı ediyorlardı. Bana bir resim gösterdi. Seyit Rıza’nın sehpada sallanırken resmi çekilmiş. “Çabuk git, bu resmin negatifini bul, imha et” dedi. Anladım ki, Atatürk bu olayları sevmiyor. Negatifleri imha ettim, yalnız resimlerden ikisini sakladım. Birini Atatürk’e verdim, birini de kendim aldım. Atatürk “Bana ayırdığın resmi ver” dedi. Verdim. Halkevine hareket etti.
Cengiz Çandar’ın “Munzur” dergisinin 2008 tarihli 30. sayısından aktardığına göre Çağlayangil, bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’na bu olayı şöyle anlatmış:
“Atatürk, fena halde sinirlenmiş, beni çağırdı. Nedir bu rezalet? dedi. Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyyit. Peygamber sülalesinden, dedi. Öyle sümükleri akmış beyaz sakalıyla, dedi. Git, derhal imha et, dedi.”
“Atatürk hastaydı, Dersim’den haberi yoktu” diyenlere ithaf olunur.
27 Kasım 2011, Pazar
One Comment
musa
22 Temmuz 2012 at 22:47yapılan soy kırımları(inkılap adı altında)alfabemizin latin alfabesiyle katleden meczupları unutmadık osmanlıyı tarih sahnesinden silmeye çalışan bu zihniyetten allah intikamımızı almayı nasip etsin inşallah