Felaket senaryosu adım adım uygulamada. Türkiye’nin dış dünya karşısında elini kolunu bağlayacak ve köşeye sıkıştıracak olan Hrant Dink cinayeti bakalım aydınlanabilecek mi? Daha doğrusu, iş vuran kişiyi yakalamakla bitirilebilecek mi? Çünkü bu gibi deni cinayetlerde vuran kişi de büyük senaryonun tamamını değil, ancak kendisine ait kısmını okumuştur. Dolayısıyla fail yakalansa bile anlattıkları sadece “cirmi” kadar yer yakacaktır.
Bir ölüm, dikkatleri hemen “son söz”lere çeker. Acaba ölmeden önce neler söylemişti? Evden çıkarken nasıl vedalaşmıştı? Yolda en son kimleri görmüştü? vs. Bu kural, yazar olunca biraz şekil değiştiriyor galiba. Son röportajı kime vermişti? Son yazısında ne demişti? Kaleminden en son hangi kelime çıkmıştı? vs. Merak kıvılcımları bu sorular üzerinde yoğunlaşıyor ister istemez.
Biz de aynı merakla Hrant Dink’ın Birgün gazetesinde 19 Ocak 2007 tarihinde çıkan son yazısına eğildik ve burada ilginç bir şifre yakaladık. Daha doğrusu şifreyi Hrant Bey kısmen açıklamıştı ancak yine de genel okuyucuya kapalıydı. Şimdi bu şifre üzerinden giderek takvimler üzerinde hızlı bir gezintiye çıkalım.
Hrant Dink ne demişti?
Dink, “Tarihin cilvesi” başlıklı yazısında Van’ın Ahtamar adasındaki Surp Haç Kilisesi’nin açılışındaki gecikmeye dikkat çekiyor ve açılış tarihinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üçüncü defa değiştirilmesini eleştiriyordu. 4 Kasım 2006 olarak açıklanan ilk açılış tarihi, olumsuz hava şartları gerekçe gösterilerek Nisan 2007’ye ertelenmiş. (Anlaşılan gün belirtilmemiş.) Ardından açılış töreninin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından 24 Nisan’da yapılacağı bildirilmiş.
Kıyamet de zaten bu tarih üzerinde kopmuş. Zira 24 Nisan, Ermeni Soykırımının yıldönümüdür! Bakanlık yetkilileri özellikle bu günü seçmekle Ermeni Soykırımı kutlamalarına bir tür cevap vermiş olacaklarını planlamış olmalılar. Ancak silahları hemen geri tepmiş ve Ermeni Patriği Mutafyan “Açılış 24 Nisan’da yapıldığı takdirde, kendisi dahil hiçbir Ermeni’nin törene katılmayacağını” duyurmuş. Tabii CHP’nin de elleri armut toplamıyor sonuçta. Onlar da Mecliste bunun AKP politikalarının bir sonucu olup olmadığını yazılı bir önergeyle sormuşlar. Öte yandan milliyetçi basın bu haberi memnunlukla karşılamış ve “Van’da İntikam açılışı” başlığıyla manşete taşımış.
İyi de şifre dediğin şey nerede diyorsanız hemen söylüyorum: Bakanlık yetkilileri tepkiler üzerine açılış tarihini her nedense(!) öne alarak 11 Nisan 2007 olarak açıklamış. Diyeceksiniz ki 11 Nisan’da ne enteresanlık var? Zaten Urfalılar kulaklarını dikmiş, ‘yoksa bizim kurtuluş günümüz mü?” diyorlar. Wikipedia’ya bakanlar Gregorien takvimde yılın 101. günü olduğunu okuyorlar. Yani?
Yok efendim, yok. Telaş buyurmayın. Öyle düz bir manası yok bu şifrenin. Bunun manası daha derinlerde.
Hrant Dink’in eksik çözdüğü şifre
“Tam bir komedi… Tam bir rezalet!”
Dink böyle niteliyor 24 Nisan’ı 11 Nisan’a kaydırma operasyonunu. Onu “tarihin cilvesi” olarak değerlendiriyor ve ilginç bir şekilde 11 Nisan’ın aslında 24 Nisan olduğunu yakalıyor.
Yakalıyor yakalamasına ya, bunun bilinçli bir yakalama değil, biraz rastgele bulunduğunu aşağıya aldığımız sözlerinden siz de anlayacaksınız. Yani Türk yetkililerin 24 Nisan’dan kaçarken 11 Nisan’a yakalandıklarını hesaplanmamış, tamamen tesadüfi bir bağlantı olarak sunuyor Hrant Dink ama bence yanılıyor. Şifrenin ilk etabını başarıyla kırmış ama ne yazık ki yarım kalmıştı. Şimdi kurşunu ensemde hissederek o şifreyi tamamlıyorum.
Hrant Dink, eski kaynaklara indiğinde Ermeni Tehciri’nin gerçek tarihinin 11 Nisan 1915 olarak verildiğini söylüyor. Doğrudur. Nitekim bizim 18 Mart Çanakkale Şehitleri Günü olarak andığımız olay da, 5 Mart’ta gerçekleşmişti! Hadi bir ipucu daha uzatayım. Şu 31 Mart Vak’ası vardır ya, hani irticanın babası olarak hala aramızda gezinir, o da aslında 13 Nisan’da cereyan etmişti!
Bürokrasimiz uyumuyor!
1917 yılının Şubat’ına kadar bizde Rumi takvim kullanılırdı. Rumi takvim ile Miladi takvim arasında zamanı ölçme bakımından oluşan fark, 19. yüzyılda 13 güne çıkmıştı. (Kullanılıyor olsaydı şimdilerde 14 gün olacaktı.)
Bu fark Miladi takvimde yapılan bir reforma dayanıyordu. Roma devrinden beri kullanılan Jülyen Takvimi, yılı 365 gün olarak alıyor ve her 4 yılda bir Şubatları 29 gün çektirerek 365 gün, 6 saatlik bir takvim yapıyordu. İyi de güneş yılının günleri tam olarak 365 gün 6 saat değildir ki. Tam olarak söylersek buna 5 saat, 48 dakika, 45 saniyeyi de eklememiz gerekir. İşte o 6 saatten düşülmesi gereken 11 dakika 15 saniyeler yıllar içinde birike birike 5 Ekim 1582 günü Papa XIII. Gregory’nin önüne 10 günlük bir fark olarak düşmüştür. Yani kozmik takvimle Papalık takviminin arası açılmakta ve buna bir an önce çare bulunması gerekmektedir. İşte Papalığın saygın matematikçileri düşünür taşınır ve sonunda takvimden 10 günü kesip atmaktan ve dakika ve saniyeleri de hesaba katan yeni bir takvim yapmaktan başka çıkar yol olmadığı kararına varırlar.
Böylece Papa hazretleri eline makası alıp ‘Bundan böyle 5 Ekim günü 15 Ekim olarak anıla’ demiş ve o 10 günü takvimden kesip atmıştır.
İşte bugün kullanmakta olduğumuz Gregoryen takvimin en basit izahı bu. 11 Nisan’ı 24 Nisan yapan da bu. Nasıl mı? Anlatayım.
Bizde 1840’larda takvim reformu yapılırken bu kesik ve yaşanmamış 10 gün hesaba katılmadığı için sanki o günlerde Miladi takvimi kesintisiz olarak yoluna devam etmiş gibi düşünülerek fahiş bir hata işlenmiş ve güya düzeltilmiş takvim olması öngörülen Rumi takvim daha ilk adımında menisküse yakalanmıştır. Sonuçta 1582’de 10 gün olan fark da yüzyıllar içinde büyüyerek yoluna devam etmiş, 20. yüzyılda 13 güne kadar çıkmıştır. İşte bu yüzden 31 Mart asında 13 Nisan’dır. Tabii Çanakkale’nin en kanlı günü olan 5 Mart da 18 Mart’tır. Dolayısıyla 24 Nisan, aslında bizim Rumi takvimimizde 11 Nisan’a denk gelir. Bunda da şaşacak bir şey yoktur. Birazcık tarih bilgisi olanlar 21 Şubat 1917’de yapılan ve takvimlerimizden 13 günü silip attığımız reformdan önceki tarihlerde bu farkı biliyor olmalılar.
Diyeceğim o ki, bu 11 Nisan tarihi Hrant Dink’in sandığı gibi “tarihin cilvesi” değil. Bana göre tamamen bilinçli bir hesap kitap işi. Herhalde Türk bürokrasisi de uyumuyor. Tebrik etmek lazım kim bulmuşsa. Dahası, 11 Nisan tarihini değiştireceklerini de hiç sanmam. Çünkü çok bilinçli olarak seçilmiş. Böylece müteveffa Hrant Dink’in yazısında açığını yakaladığını zannettiği bürokrasimizin kritik bir golüyle karşı karşıya olduğumuzu görelim.
Şifre: 11 Nisan. Açılım: Rumi. Hedef: Ermeni.
İşte o yazının son satırlarıTakvim-i hakikat, “O ki sen bir aymazlık yaptın, üstünü de ben tamamlayayım” diyor ve yeni seçilen 11 Nisan tarihinin aslında 24 Nisan’ın ta kendisi olduğunu ortaya koyuyor.
Nitekim 1915’in 11 Nisan’ıyla, bugünün 24 Nisan’ı aynı takvime ve aynı güne denk düşüyor.
Zaten de 24 Nisan Ermeni literatürüne sonradan, yeni takvimle geçmiş bir tarih. O tarihin aslı diğer bir deyişle Ermeni aydınlarının ve önderlerinin toplatılıp bilinmezliğe gönderilişlerinin tarihi aslında 11 Nisan 1915.
Şimdi ortada bir soru var:
24 Nisan’ı önce yeğleyen sona mahzurlu bulan ve şimdi de 11 Nisan’ı belirleyen işgüzarlar bakalım bu açıklamamızdan sonra 11 Nisan’ı da değiştirecek mi?
İsteyen soruyu şöyle de sorabilir tabi:
Emin misiniz? Son kararınız mı?
***Not: Bu yazı Hrant Dink’in katledildiği 19 Ocak 2007 günü akşam saatlerinde haber7.com sitesinde yayınlanmıştır.
2 Comments
Mehmet Edizer
19 Ocak 2014 at 21:01Bir hesap hatası yapıyor gibisiniz. 5 Mart’a ve 31 Mart’a 13 eklerken, 24 Nisan’dan çıkarıyorsunuz.
Lucas J. Greene
28 Ocak 2014 at 18:54Şiilere göre ayette geçen ve yakınlık arz eden sözcük ile kasıt peygamberin ailesi ve soyuyken, Sünni âlimlere göre kasıt bu değildir. Ehl-i Beyt genel olarak Sünnilikte sevgiyle anılsa da, Sünni inancında Ehli beytin şiilikteki gibi özel bir yeri bulunmaz.