Yakın tarihimiz tam bir yamalı bohçadır. Neresinden tutsanız elinizde kalır.
Bir kere tarihin belgelerle birlikte ana malzemesi olan hatıratların çoğu meydanda yoktur; ya yazılmamış veya gizli ellerce kaybedilmiştir. Elimizde olanların çoğu da ancak envai çeşit makaslamalarla yayımlanabilmektedir.
Haberiniz var mı bilmem: İsmet İnönü’nün Hatıralardiye piyasada satılan kitabından her baskıda birkaç cümle çıkarılmaktadır. Yıllar önce hatıralarında “Millet sizin düşmanınızdır” dediğini tespit etmiş ve biraz gürültülü bir şekilde dillendirmiştik. Vay, sen misin bunu söyleyen! Derhal İnönü Vakfı devreye girmiş ve müteakip baskıdan o ‘kaka’ cümleyi kesip çıkarıvermişti!
İyi de böyle yapmakla kötüyü daha kötüyle sıvamış olmuyor musunuz? İnönü sakıncalı sözler söylemiş, öyle mi? Öyleyse sürün biberi ağzına! Vah ki vah!
Böyle bir ülkede tarih yazacak ve bu tarih de bizim aynamız olacak, öyle mi?
İşte size fırınımdan yeni çıkardığım çıtır çıtır bir örnek:
İstiklal Savaşı’nda 5. Süvari Kolordusunun kumandanı General Fahrettin Altay’ın 10 Yıl Savaş ve Sonrasıadlı bir hatıratı vardır. 1970 yılında kitaplaştırılan hatıratın esası 1959’da Hayat mecmuasında tefrika edilmiştir ve bugüne kadar bu fakir hariç bir meraklı çıkıp da dergideki haliyle kitaplaştırılmış nüshayı mukayese etmemiştir.
Ben ettim ve kimi önemli, kimi önemsiz epeyce fark tespit ettim. Bunları bir makale halinde yazacağım ama burada hatıralar kitaplaştırılırken son derece önemli bir parçanın makaslandığını anlatmam lazım ki yukarıda söylediklerim ikna edici olsun. İşte 1970 yılında kitaplaşırken kesilip sansürlenen o sakıncalı paragraf:
“Karanlık günler geçirmekte olan Anadoluda bir güneş doğuyordu. Bir tümeni Afyon’da bulunan ve Anadoluda en büyük rütbeli kolordu kumandanı olan General Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal’den üç gün önce, İzmir’in işgali haberi üzerine, mukavemet edenlerin yanına koşup da kumandayı ele alsaydı, Milli Mücadelenin kahramanı, belki de Atatürk’ü kendisi olacaktı. O, Mustafa Kemal’i beklemeyi ve onun maiyetine girmeyi tercih etmiştir.” (Hayat, 20 Kasım 1959)
Muhtemelen 27 Mayıs darbesinin Yeni Kemalizmi yukarıdaki paragrafın Fahrettin Altay’ın sağlığında hatıratın kitaplaştırılan haline dahil edilmesine izin vermemiştir.
Daha bunun gibi neler var neler…
Lakin bunlara fazla dalmayalım ve başlıkta vaadettiğimiz Japonların Harf İnkılabına bakışına geçelim. Oradan da alacağımız ibretlik dersler var çünkü.
“Harfler devletimizin manevî kuvvetidir”
Özbek Müslümanlarından Abdürreşid İbrahim İslam âleminin hatırı sayılır bir kısmını, bu arada Rusya, Çin ve Japonya’yı gezip seyahat notlarını gayet titiz bir şekilde tutmak suretiyle bizim 125-130 yıl önceki halleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamış değerli bir aydınımızdı. İslam Âlemi adlı 1300 sayfa tutan hacimli kitabının her yaprağında bir bahar rüzgârı vurur yüzünüze. Bazan yağmurla karışık ama mutlaka diriltici bir rüzgâr.
Burada size Japonların neden harf inkılabı yapmadıklarına dair bir Japon profesörün yaptığı açıklamayı aktaracağım ki, kültürümüze harf inkılabı yapmak suretiyle icra edilen kötülüğün derecesini idrak edebilesiniz.
Bir gün Abdürreşid Efendi Tokyo’da bir konferansa davet edilir. 100-120 kişilik bir davetli grubu onları beklemektedir. Abdürreşid Efendi’nin tuttuğu notlara göre Prof. Takita Japon alfabesi üzerine şu can alıcı tespitlerde bulunmuştur:
“Japonların zayıf zamanlarında düşmanlarımız aramıza sızmış, bozuk fikirlerini yaymak için durmaksızın milletimizin içine ayrılık tohumu ekmekteler. Maksatları bizi birbirimizden ayırmak, ruhumuza saldırarak bizi kendilerine esir etmek istemekteler. Şimdi de 2 bin seneden beni kullanmakta olduğumuz yazımıza saldırmak istiyorlar. İnsanların avam kısmına birtakım delillerle yazımızın zor olup okumak-yazmak için başka harfleri kabul etmemizi tavsiye ediyorlar.
Doğru, bugün kullanmakta olduğumuz harfler esasen kendi harflerimiz değildir. Bize komşu olan Çin milletinin harfleridir. Fakat 2 bin seneye yakındır bunu kullanmaktayız, adeta bizim malımız gibi olmuştur. Hem kendi malımızdır, zira biz pek çok ilave ve ıslahatta bulunmuşuz.
Bugün bizim dilimizde milyonlarca kitap bu harflerle basılmış, 50 milyon insanımız bu harflerle okuyup yazıyor, hiç bunu değiştirmek mümkün olur mu? Bunun mümkün olmayacağını o kötümserler de bilir, fakat onların maksadı bizi bölmektir. Bizim Avrupa-perest ahmaklarımız, olup olmayacağını, fayda ve zararını düşünmezler. (…) Onlar vatan düşmanlarıdır.
Nasıl yemeklerimiz bizim gıdamız ise harflerimiz de eğitim gıdamızdır. Harfler değiştirilemez ama kendi kendine değişir, gelişir ve yükselir, o başka bir meseledir. Hem de gelişmiştir ve gelişmektedir.
Gençlerimizin misyonerlerin fikirlerine kapılarak harflerin değişimi hakkında birtakım fikirlerde bulunmaları, adeta tabiata aykırı bir harekettir. 2-3 bin sene zarfında milletimize tabiat olmuş bir şeyin aksine hareket etmek, hamiyetsizlikten başka bir hal değildir. Eğer hiyeroglif (yani Japon resim-yazısı) öğrenme ve ilerlemeye mani olaydı ülkemiz 50 yıl zarfında bu dereceyi bulamazdı.”
Bu son derece ikna edici açıklamaları yapan Prof. Takita sadece savunmada değildir. Kontratak yapmaktan da kaçınmaz:
Dünya Japon yazısına muhtaç
“Zaman gelecek, Japonya bu yazıyı bütün dünyaya teklif edecektir. Bir Fransız, bir İngiliz, bir Rus kendi diliyle hiyeroglif hattıyla yazacak olursa şüphesiz diğerleri tercümeye gerek duymaksızın okuyacaklardır. Böylesine büyük bir kolaylık meydandayken ‘Biz geleceğiz de bunu lağv edeceğiz’ demek ne kadar saçma bir düşüncedir.
Biz vatanımızı-milletimizi muhafaza edeceksek milletimize ait her ne varsa hepsini muhafaza etmeliyiz. Harflerimizin her bir kelimesi bizim için mukaddestir. Harflerimiz manevî gıdamızdır.”
Prof. Takita sözünü bitirince bu defa bir hükümet yetkilisi şunu vurgular:
“Bugün devletimizin bütün sırları bu yazıyla (hiyeroglifle) tutulmuştur. Hatta hiyeroglif devletimizin manevî bir kuvvetidir.”
Şimdi: Bizim de Arap kökenli, biraz da Farsça harfler eklenmiş zengin alfabemiz vardı, 9 asır boyu kullandığımız. Bundan 95 yıl önce kaldırılıp çöpe atıldı, yasaklandı, hatta kullananlar cezalandırıldı.
Prof. Takita’nın dediğinin mefhum-i muhalifinden düşünürsek manevî gıdamızı çöpe atmış, kuvvetsiz ve takatsiz kalmış olduğumuzu itiraf etmeliyiz açık yüreklilikle. Dilimizin de, düşüncemizin de bir türlü toparlanamayışının, bir asırdır patinaj yapışımızın esas sebebini Japon profesör daha o zaman dolaylı yoldan anlatmış aslında.
Tabii anlayana.