Seçimler tamam, ya eğitim? 

Bu defaki seçim hakiki bir maratondu. 

Hayır, yalnız 14 ve 28 Mayıs tarihlerindeki iki turlu seçimi kastetmiyorum, muhalefetin oluşturduğu panik havası yüzünden neredeyse 2019 yılından beri süregelen upuzun seçim maratonundan bahsediyorum. 

Neticede inandığımız ve defalarca yazdığımız gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kere daha kazandı; 2028’e kadar Külliye’nin ev sahipliğini yapmaya devam edecek inşaallah. Olması gereken olmuştur. 

Oy vermeyenlerin dahi “Olanda hayır vardır” diye sonucu kabullenmesi gerekir. 

“Gerekirdi” daha doğrusu ama bizde medya dediğiniz, içerisinde yılanların kaynaştığı cerahat kuyusudur. Küfür, hakaret, tahrik ve edepsizlik almış başını gidiyor.

Manzara şudur:

Bir taraftan yollar, köprüler, barajlar, nükleer santraller, doğalgaz ve petroller, İHA’lar, SİHA’lar, otomobiller…

Diğer taraftan ağzı bozuk, zihni iğdiş edilmiş, darlıkta dünya rekorunu kıran eblehleştirilmiş kafalar…        

Cahillik deseniz o da diz boyu. 

Kadıköy’de yapılan sokak röportajlarını dinleyince kendilerini Atatürkçü, çağdaş, laik filan diye lanse eden bir zavallının “19 Mayıs’ı neden bayram olarak kutluyoruz?” sorusuna dahi cevap veremediğini görmek şaşırtmıyor mu sizi de?

O zaman 250 üniversitemiz, milyonlarca üniversite mezunumuz, yüzde 97’yi geçmiş okuryazarlık oranımız neye yarıyor? 

Daha çok vatan, devlet ve millet düşmanı üretmeye mi?

Eyvah ki eyvah.

İçinde işçi bulunmayan Türkiye İşçi Partisi’nden tutun da bölücü örgütün partisi YSP ve türevlerine en yüksek oyların eğitim ve refah seviyesinin en üst katmanında yaşayanlardan geliyor olması da mı aklımızı başımıza getirmez?

Peki, neden ve nasıl oluştu bu terslik?

Teknoloji ve bayındırlıktaki bu gelişme ile beyinlerdeki bu daralmayı nasıl izah edeceğiz?

Eğitim ve refah seviyesi yükseldikçe millî bağlar zayıflıyor. Hâlbuki TİP’in en ezilmiş ve fakir kesimlerden oy alması beklenmez miydi?

Hayır, bizde tersi oluyor.

CHP sahillerden oy alıyor, yani en müreffeh, en zengin ve eğitimde en gelişmiş bölgelerden. Onlar da rasyonel değil, saplantılarıyla hareket ediyor.

O zaman bu eğitim sistemi dünyanın en dar düşünceli kafalarını yetiştiriyorsa, kökten sorgulanmayı hak etmiyor mu?

En başından beri bunu söylüyorduk: 

CHP’nin 1930 model eğitimi anlayışıyla ancak dünyaya kapalı, yabancı düşmanı, İslam düşmanı, halk düşmanı bir nesil yetişir.

Gezi olayları sırasında Taksim’de duvarlara “Zulüm 1453’te başladı” diye yazan kendi tarihine düşman bir nesil de bu tarih eğitiminden yetişir.

Büyüğüne saygı yok, öğretmenine saygı yok, ecdadına yok.

Peki, bu nesilleri kim yetiştirdi? 

Uzaydan mı ışınlandılar aramıza?

Hayır, bizim öğretmenlerimiz ve müfredatımız yetiştirdi onları.

15 yıl kadar önce GENAR’ın bir projesi için okulları gezip İstanbullu olmanın anlamını anlatıyorduk. Bir öğretmenle okul bahçesinde otururken top oynayan öğrencilerden birinin sert şutu yanımdaki öğretmenin tam başına isabet etti. Öğretmen sarsıldı, mahcup bir şekilde kendini toparlamaya çalışırken şutun sahibi öğrenci yılışık bir edayla topunu almaya geliyor ve “Ya hocam ya!” diye sırıtıyordu.

Bu 15 yıl önceki manzara. Eminim bu satırları okuyan öğretmenlerimiz “O ne ki? Biz neler yaşıyoruz” demişlerdir. 

Evet, seçimleri kazanıyoruz, teknoloji geliştirme noktasında gayet iyiyiz; insansız uçak yapıyor, dağları delip tüneller açıyor, yerli otomobil üretiyor, geç de olsa milli savunma sanayimizi kuruyoruz. 

Eyvallah ama yetmez. 

Merhum Necmettin Erbakan’ın tekraren dediği gibi maddî ve manevî kalkınmayı birlikte götürmezsek istediğimiz sonucu alamayız. Şöyle ifade etmiş 22 Mart 1975’te Aydınlar Ocağı’ndaki konuşmasında:

“Sanayileşme temel davamızdır. Ancak sanayileşme ve her türlü maddi kalkınma manevî kalkınma ile mümkündür.”

Davamızın çetin bir düğümüne geldiğimizin farkındayım. Ama Cumhuriyetin 100. yılında hâlâ 1930 kafalı adamlar imal eden bir eğitim sistemiyle istediğimiz mesafeyi alamayacağımız ortada. İki attan biri hızlı koşup diğeri tökezlerse o arabanın yoluna devam etmesi takdir edersiniz ki mümkün değildir.

Bir cevap yazın