Madem 15 Temmuz bir halk hareketiydi, irade-i milliyenin, milli egemenliğin şahlanışıydı, o halde tarihin de bu şahlanışa eşlik etmesinden daha normal ne olabilirdi? Şehidlerin ruhları ancak kendi cehdlerinin tarihe rehberlik etmesi halinde huzur bulabilirdi. İyi ama hala kitaplarımızda eski hamam, eski tas ise yazık değil mi şehidlerimize, gazilerimize, onca emeğe, onca gayrete?”
Geçen ay yazmıştım bunları. Ümitsizdim. Böyle gelmiş, böyle gidecek galiba diyordum.
Lakin geçtiğimiz hafta Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz yeni müfredatın taslaklarının http://mufredat.meb.gov.tr den tartışmaya açıldığını, eleştirilerin dikkate alınarak önümüzdeki sezonda uygulamaya geçirileceğini beyan edince eski hamama yeni tas gelebileceği ümidim canlandı. Ne de olsa “15 Temmuz ruhu” müfredata da yansıyacaktı. Ancak web sitesindeki metinleri okuyunca değişikliklerin makyajdan öteye geçemediğini üzülerek müşahede ettim.
Bir kere şunu belirtmeliyim: Yakın tarihin sakat mantığı değişmezse bütün çabalar zayi olur. Tek bir kahraman üzerine bina edilen bir anlatı tarih olmaz, olsa olsa destan veya mitoloji olur ki, mevcut tarihlerimiz bunu öğrencinin canını çıkara çıkara yapmaktadır. Mevcut kitaplardan bir tarih bilinci çıkmaz, tek kahramanı elleri patlayıncaya kadar alkışlayan bir güruh çıkar. Halbuki biz kahramanları çoğaltmalı ve onları erişilmez, insanüstü varlıklar olmaktan çıkartarak öğrencinin kolaylıkla kendini özdeşleştirebileceği bir kıvamda sunabilmeliyiz.
Öte yandan 8. sınıflar için hazırlanan yeni müfredatın sunuşunda tarihin geçmişteki olayları sebep ve sonuçlarıyla sunarak günümüz ve geleceğe ışık tutacağından bahsediliyor. Peki İnkılap Tarihleri öğrencilerimize olayların sebep ve sonuçlarını gerçekten sunabiliyor mu?
Mesela elimdeki AK Parti döneminde de bir süre ders kitabı olarak okutulan Kemal Kara’nın Lise 2 Tarih adlı kitabında Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda asıl belini büken ve Mondros Müttarekesini imzalamaya mecbur bırakan Filistin-Suriye hezimetinden yarım cümlede, o da üstü kapalı bir şekilde bahsedilmektedir. Niye? Çünkü bu cephede yenilenler arasında 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa da vardır ve yazar, kitap boyunca okurunu Mustafa Kemal Paşa’yı girdiği bütün savaşları kazanmış namağlup kahraman gibi göstermeye şartlandığı için bu başarısızlığı doğal olarak atlar, yani tarihi makaslar. Aksi alde öğrencinin kafasında soru işaretleri uyanacaktır. Soru mu? Allah korusun! Hiç buna izin verilebilir mi?
Peki bu durumda Mustafa Kemal Paşa’nın biri 7 Ekim, diğeri 11 veya 13 Ekim 1918’de Halep’ten İstanbul’a çektiği iki ümidi tükenmiş telgrafını nereye koyacağız? İlkinde “Bundan sonra artık barıştan başka yapılacak bir şey kalmamıştır” derken ikincisinde “Müttefiklerle olmadığı takdirde ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an dahi kalmamıştır” diyen ve mütarekenin ne olursa olsun imazalanmasını isteyen de Mustafa Kemal Paşa’dan başkası değildir.
Kaynak mı sordunuz? Buyurun: Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 2, İst. 1999, hem de Kaynak Yayınları, 231. ve 232. sayfalar.
Şimdi Filistin-Suriye hezimetlerinden birini yaşatmadığınız Mustafa Kemal’in mutlaka ve bir dakika kaybetmeden barış yapılmalı diyen bu iki telgrafını okutmadığınız zaman savaşın sonu ile Mondros Mütarekesi arasında nasıl bir bağ kurabilecektir öğrenci? Tabii hiç…
Yeni taslağın Ortaokul 8. Sınıflar için kaleme alınmış olan T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI şöyle diyor:
“TC Devleti için çok önemli olan Atatürk ilke ve inkılaplarını bilen, özümseyen ve devamlılığını sağlamayı amaçlayan öğrenciler yetiştirilmesi ciddiyetle ele alınması gereken bir durumdur.”
Bir cumhuriyette neden bir kişinin ilke ve inkılaplarını öğrenmek şart olsun? Neden bu bir kişinin ilke ve inkılapları o devletin devamının garantisi olsun? Öğrenciler neden tarihi bir kişinin hayatı ve görüşleri açısından öğrenmek zorunda kalsın?
“15 Temmuz ruhu” bu muydu? Hani biz milli iradeydik? Yeni tarihlerimizin de bu millî iradeye göre yeniden yazılması gerekmez miydi?
Filin fare doğurmaması için biz uyarılarımızı yapalım da beğenen beğenir, beğenmeyen yoluna devam eder. Ama şu kadarını söyleyelim ki, bu müfredat “yeni” değil, 15 Temmuz modeli hiç değil.
Bakın bu “yeni” öğretim programıyla öğrenciler hangi kazanımları edinecekmiş:
1. Atatürk’ün üstün askerlik yeteneklerini, devlet adamlığı ve inkılapçı niteliklerini öğrenerek onun kişilik özelliklerini örnek alacak,
2. Millî Mücadeleden hareketle, Türk milletinin özgürlük, bağımsızlık, vatanseverlik, millî birlik ve beraberlik anlayışı ile her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğini kavrayacak,
3. Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen Türk İnkılabının tarihi anlamını ve önemini kavrayacak,
7. Atatürk İlke ve İnkılaplarının Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasındaki yerini kavrayacak; laik, demokratik, ulusal ve çağdaş değerleri yaşatmaya istekli olacak,
8. Atatürk’ün dünya görüşünü ve düşüncelerini benimseyerek Atatürkçü düşünce sisteminin bir savunucusu olacak,
10. Ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini Atatürk İlke ve İnkılaplarının oluşturduğunun bilincine varacak,
14. Günümüzün sorunlarına Atatürkçü bir yaklaşımla çözümler üretmesini sağlayacak ve kendisini geleceğe hazırlayacak bilgi, beceri, değer ve tutumlar kazanacakmış.
Allah aşkına, bu hedeflerin neresi yeni? Kemal kılıçdaroğlu hazırlasaydı farklı ne olacaktı burada? Düpedüz 1930 model totaliter bir rejimin tarihi bu. Bu eğitim şekli özgürleştirmez, aksine köleliği ebedileştirir. CHP’nin bu millete kakaladığı tarihin ışığıyla 21. yüzyılda kaç metre gidebileceğimizi zannediyoruz? Bu kafayı terk edelim. Özgürleştirici ve tartışmaya açık, sorgulayıcı bir nesli nasıl yetiştiririz, onu düşünelim.
Bir konferansımda şöyle demiştim:
İnkılap Tarihi derslerinde hiç kitap okutmayalım, müfredatı da olmasın, yalnız sınıfın yarısına Gazi’nin Nutuk‘unu, diğer yarısına da Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbimiz‘ini verelim, bir sene boyunca her derste bu iki kitabı okuyan öğrencilerden ikisi 10’ar sayfanın münazarasını yapsınlar, arkadaşları kendilerini desteklesin veya itiraz etsin, inanın bugün öğrendiklerinin yüz katını hem de adam akıllı öğrenirler. Hiç değilse karşıt fikir diye bir şeyin farkına varırlar. Kâzım Karabekir Paşa’nın bir telgrafının Nutuk’a nasıl tanınmaz hale gelecek şekilde makaslandığını öğrenmeleri bile müthiş bir bakış açısı değişikliğine yol açacaktır.
Ha bir de taslakta “Sakarya Meydan Savaşı’nın ve Büyük Taarruz’un kazanılmasında Atatürk’ün rolüne ilişkin çıkarımlarda bulunur” yönlendirmesi var öğretmenlere. Yalnız her iki savaşın kazanılmasında Atatürk kadar Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak Paşa’nın da rolü vardır. Üstelik bunu Atatürk de Mecliste vurgulamıştır. Hatta Sakarya Muharebesi’ni kaburga kemikleri kırık olan Mustafa Kemal Paşa muharebeyi cephe gerisinden telefonla takip ederken cephedeki Başkomutan Fevzi Paşa en ön siperlere giderek Mehmetçikle el ele yönetmiştir. O kadar ki bir ara bulunduğu siperler Yunan hattının gerisinde kalmıştır!
Taslak Fevzi Çakmak’ı unutabilir ama millet unutmaz. Tıpkı ders kitapları Kızıl Sultan yazsa da halkın Sultan Abdülhamid’i asla unutmadığı gibi.
Anlaşılan, mağdur edilen Fevzi Paşa gibi komutanların ve Mehmetçiğin hakkı teslim edilene kadar tarihlerimiz yalan söylemeye devam edecek.