Nobel Ödüllü romancı William Faulkner öyle demiş: “Biz tarihe doğru gitmeyiz, tarih dalgalar halinde üstümüze gelir ve bizi geleceğe doğru iter.”
Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği tarihe dönüş eğilimi, bu sözün ışığında yeniden düşünülmeli. Uzun bir süre tarihin önüne set çekilebileceği sanıldı, lakin sular artık barajın üstünden boşalmakta, bizi de beraberinde sürüklemekte.
Ne demek mi istiyorum? Şunu:
“Muhteşem Yüzyıl” dizisinin izlenme rekorları kırmasının ardından “Fetih 1453″ün tüm zamanların gişe rekorlarını alt üst etmiş olması, tarihin üstümüze doğru dört nala geldiğinin en somut göstergesi oldu. Ardından TRT, bu yarışa Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” romanını diziye uyarlayarak katıldı. İzmir Suikastı ve İttihatçıların temizlenmesi operasyonu çevresindeki olayları işleyen “Kurt Kanunu”, kaçınılmaz olarak yakın tarihin kara deliklerinden birini daha tartışmaya açmış oldu. İyi de oldu.
“Kurt Kanunu” Kemal Tahir’in İttihatçı-Kemalist kapışmasının son raundunu ortaya sermesi bakımından olduğu gibi yakın tarihin önemli dönüm noktalarına ilişkin yalın ve keskin eleştirilerini de gündeme getirmesi bakımından cesurca kaleme alınmış bir eserdir. Romanın bazı cümlelerinin altını ısrarla çizmek gerekir. Mesela idam edilen Kara Kemal şöyle diyor romanda:
“Halifeyi İngilizler alıp gittiler de halifeliğini neden sürdürmediler?… Bu halifeliğin kaldırılması işi, görünürde, bizden çok Müslüman sömürgeleri olan büyük devletlerin işine gelse gerek… Halifelik sürüp çıkarılırken, Fener Patrikhanesi’nin İstanbul’da bırakılmasına akıl erdirmek zordur.”
Nasıl? Geçen hafta “Hilafetin kaldırılmasını İngilizler mi istemişti?” başlığı altında yazdıklarımı üç cümlede özetleyiveriyor, değil mi? Kemal Tahir, içinden geçenleri Kara Kemal’e cesaretle söyletmeye devam eder:
“Hakkımızda karar çoktan verilmiş… Yani Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkma, halifeliği ortadan kaldırma kararı… Ama ne olursa olsun, bir dünya imparatorluğu bizim (İttihatçıların) elimizde parçalandı. 400 milyon İslamlığın halifeliği kaldırıldı ortadan… Sorumlusu biziz. Suç ne kadar büyükse çekilecek cezanın da o kadar büyük olması gerekir… Bu anda, yüzüme vuran darağacı gölgesi, suikast suçlusu olduğumdan değildir Emincim… Büyük suçun gölgesidir bu…”
Kemal Tahir’in “büyük suç” dediği, Osman-lı’nın batırılması ve hilafetin kaldırılmasıdır ve Kara Kemal farkına varmadan buna hizmet ettiğinin vicdan azabını yaşamaktadır.
Bu kadar net… Ona göre İttihatçılar gerçekte bu suçun cezası olarak asılacaklardır!
Aynı suikast davasında asılan Ziya Hurşid’in ağabeyi Ahmet Faik Günday’ın geçen yıl Bengi Yayınları tarafından çıkarılan “İki Devir Bir İnsan” adlı hatıratı (Hazırlayan: Süleyman Beyoğlu) İzmit Suikastı davası hakkında ilginç açıklamalarda bulunur. Faik Bey aynı davada yargılanıp beraat etmiştir. Suikast davası hakkında şu ilginç açıklamaları yapıyor (sadeleştirdim):
İzmir Suikasti davası görülürken henüz yürürlüğe girmemiş olan yeni Ceza Kanunu’na göre asılanların fotoğrafları 16 Temmuz 1926 tarihli gazetelerin ilk sayfasını boydan boya kaplamıştı.
“Bu İstiklal Mahkemesi’nin hükümleri tamamen yasa dışıdır. Öncelikle yürürlükte bulunan eski Ceza Kanunu’na göre hüküm vermek mecburiyetinde olan mahkeme, henüz yürürlüğe girmeyen yeni Ceza Kanunu’na göre idam hükmü veremezdi. Yürürlükte olmayan Ceza Kanunu’nda idam hükmü olduğu için mahkeme ona göre hüküm vermiştir.”
Faik Günday’ın kastettiği hukuksuzluk şudur:
İstiklal Mahkemesi, İzmir Suikastı davasında idam kararını verdiği tarihte, yani Temmuz 1926’da Şubat ayında kabul edilen yeni Ceza Kanunu henüz yürürlüğe girmiş değildi. Yürürlüğe girme tarihi, 4 Ekim 1926 olarak belirlenmiştir kanunda. Fakat mahkeme, bir hukuksuzluk şaheseri ortaya koymuş, yürürlükteki Ceza Kanunu’na göre idam hükmü veremeyeceği için henüz yürürlüğe girmemiş olan ve yürürlüğe girmesine daha 3 ay bulunan yeni Ceza Kanunu’na göre vermiştir idam hükümlerini. Böylece aynı yılın Şubat’ında İskilipli Atıf Hoca’yı kanundan 1,5 yıl önce yazdığı kitabından dolayı idam eden mahkeme, bu defa da yürürlüğe girmemiş bir kanuna dayanarak (!) adam asmakta bir sakınca görmemiştir!
Faik Günday, kardeşi dahil idam edilenlerin ‘demokrasi şehitleri’ olduğunu yazmakta ve bu hakikatin bir gün ortaya çıkacağını savunmaktadır.
Bu kadar da değil. Sonradan Muhasebat Umum Müdürlüğü de yapmış olan Selanik doğumlu İhsan Pırnar, hatıralarında İzmir Suikastı davasının arkasındaki gerçek niyeti ortaya koyar. Pırnar’a göre mahkeme sürecinde şu gariplikler yaşanmıştır:
1) Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa mahkeme süresince İzmir Çeşme’dedir. Başta İsmet Paşa olmak üzere hükümet üyeleri ve mahkeme başkanı ile sık sık görüşmekte, Ali Çetinkaya, ondan aldığı emre göre mahkemeyi yürütmektedir.
2) Mahkemenin konusu suikast iken, Terakkiperver Partisi’nin kurulması, muhalefetleri, vaktiyle Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine İttihatçıların Cavid Bey’in evinde toplanarak seçim beyannameleri hazırlamaları suikast tertibi olarak yorumlanmakta, amacın bütün rakiplerin yok edilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Yargılamaları bizzat takip ettiğini söyleyen İhsan Pırnar’ın edindiği kanaat de önemlidir:
“Suikast tamamen ve yalnızca Ziya Hurşit tarafından tertip edilmiş, kandırdığı ve hırslandırdığı bir- iki serseri de bu teşebbüse katılmış; bu fırsattan istifade edilerek siyasî rakiplerin bertaraf edilmesine gidilmiş ve bu maksat da büyük ölçüde temin olunmuştur.” (Baba Oğul Anıları 1, İzmir, 2010, s. 103.)
İhsan Pırnar’a göre,
“Bu olaydan sonra Mustafa Kemal Paşa artık hudutsuz bir kudret ve otorite kazanmıştır. Fiiliyatta o, milletin yegane temsilcisidir. Milli irade denen kudret, onun şahsında ve kullanımındadır… Bu şekilde Meclis, Mustafa Kemal Paşa’nın tayin ettiği memurlardan oluşan bir hal almıştır. Görevleri, hükümetin, daha doğrusu Mustafa Kemal Paşa’nın, bütün isteklerini yerine getirmekten ibarettir.”
Son hükmü şudur: “Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’deki hizmeti birinci derecededir. Yaptığı devrimler de övülmeye değer. Fakat Mücadele’de beraber çalıştığı… arkadaşlarını bertaraf ederek idare mekanizmasını adil usul ve sistemlerden uzaklaştırarak keyfî şekilde yürütmesinin, memlekete yaptığı büyük iyiliklere karşılık olarak zararları da olmuştur.”
İzmir Suikastı davasının neye hizmet ettiğini ancak bir Selanikli bu kadar içeriden teşhis edebilirdi!
11 Mart 2012, Pazar
2 Comments
Nazmi ACAR
12 Mart 2012 at 00:00Sayın ARMAĞAN
Kafamı kurcalayan ama herkese de soramayacağım bir-iki soruyu size sormak isterim: Atatürk bize okullarda mükemmel ötesi bir şahsiyet, komutan, başöğretmen, ülkenin tek kurtarıcısı vb. anlatıldı. Peki böyle bir insan nasıl oluyor da suikaste kurban edilmek isteniyor? Yani bu şahıs neden ortadan kaldırılmak istensin? Kaldı ki suikast yapmak isteyenler de ecnebi değil. Madalyonun diğer tarafı ise böyle mükemmel bir insan nasıl oluyor da kendi kurduğu Cumhuriyetin mahkemelerine müdahale ediyor, astırıyor, tutuklatıyor, sürgün ediyor? Mükemmel ötesi bir şahsiyetin eserlerinin de en azından mükemmel olması beklenemez mi? saygılarımla.
ayca bulut
16 Mart 2012 at 03:13Kara Kemal idam edilmemis,bir sure kacak hayati yasadiktan sonra,saklandigi eve yapilan baskin sirasinda kendi silahi ile intahar etmistir.yukarida idam edilen seklinde bahsedilmesi,tamami ile yanlistir.duzeltilmesini istirham ederim.