ALPER SARI
Mustafa Armağan yeni kitabı Kızıl Pençe’de, Kazım Karabekir’in hem tarih ‘yapma’ hem de ‘yazma’ gibi önemli özelliklerinden yararlanıyor. Karabekir’in bu çok boyutlu kişiliğinin rehberliğinde, günlüklerinin ışığında, yakın tarihin gizli odalarında dolaştırıyor yazar bizleri.
KIZIL PENÇE, MUSTAFA ARMAĞAN, TİMAŞ YAYINLARI, 304 SAYFA, 13,50 TL
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir; yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Bu sözlerle Atatürk tarihçilerin, tarihin sadık habercileri olmaları gerektiğini, aksi halde ortaya çıkan sonuçların beklenmedik gelişmelere yol açabileceğini belirtmişti. Bunun yanında tarih dediğimiz şey de aslında çok kaygan bir zeminde yer alır. İsteyen, istediği şeyi bu kalabalık insanlar ve olaylar havuzundan dilediği gibi devşirebilir. Zafer arayanlar bunu kendi değerlendirmeleriyle rahatça bulabileceği gibi, yenilgi ve dram meraklıları da yine paylarına düşeni almakta zorlanmayacaklardır. İş, burada tarihçilerin kendi vicdanlarına düşmektedir.
Mustafa Armağan da yeni kitabı Kızıl Pençe’de, Kazım Karabekir’in hem tarih ‘yapma’ hem de ‘yazma’ gibi önemli özelliklerinden yararlanıyor. Onun bu çok boyutlu kişiliğinin rehberliğinde, günlüklerinin ışığında, yakın tarihin gizli odalarında dolaştırıyor bizleri. İstiklal Savaşı’nın ardından, yeni bir devletin ayak seslerinin duyulmaya başladığı günlerden inkılâplar ve isyanlar dönemine, geniş bir yelpazede bilgi ve belgelerle ilerleyen bir anlatım sunuyor.
Karabekir’in düzelttiği yanlışlar
Kazım Karabekir hatıralarında, inkılâp hareketlerini anlatmaya II. Meşrutiyet döneminden başlıyor. Öncelikle bazı yanlış bilinenleri düzeltmekle işe koyuluyor ve onlardan bir örnekle diyor ki: “Kitaplarda Hareket Ordusu’nun kurmay başkanı olarak Mustafa Kemal Bey gösteriliyor. Oysa doğrusu, Ali Rıza Paşa olacaktır.” Ardından da Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in ilanları arasındaki birtakım farklara değiniyor. Meşrutiyet’in ilanını Hilafet ve Saltanat makamının baskı ve zulümlerine bağlarken Cumhuriyet’in ise aynı makamın yetersizliklerinden dolayı ilan edildiğini belirtiyor.
Mustafa Kemal ile arasındaki görüş ayrılıklarına da değinen Karabekir, Mustafa Kemal’in İtilaf devletleri karşısında ancak başkanının kendisi olduğu bir Cumhuriyet idaresiyle durulabileceği düşüncesini taşıdığını söylüyor. Buna karşılık kendisi de şu aşamada bu türlü bir inkılâbın milli ve askeri birliği sarsacağını belirterek, İtilaf devletlerinin yeni bir savaş başlatma ihtimallerinin de zayıf olduğunu ekliyor.
Edindiği bazı kaynaklardan ve Mustafa Kemal Paşa’nın bazı din adamları arasında çektirdiği bir fotoğrafa dayanarak, onun Hilafet ve Saltanatı kendi üzerine almak emelinde olduğu söyleyen Kazım Karabekir ardından kendi düşüncesini de açıklıyor: “Ben Hilafet ve Saltanatı birbirinden ayırıp Cumhuriyet’e gitmeyi iç ve dış siyasetimize daha uygun buluyordum. Fakat şimdi erkendi.” İlerleyen bölümlerde Mustafa Kemal’in, bahsettiği emeline -ki buna “mefkûre” diyor- hizmet maksadıyla Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde verdiği hutbeden de bahsediyor.
Lozan’dan sonra değişen fikirler
Halifelik ve Saltanat makamına büyük önem verilirken, daha sonra nasıl olduysa Ankara’da yeni bir akımın ortaya çıktığını söyler Karabekir. “İslamiyet ilerlemeye engeldir.” şeklindeki bu fikirlere karşı kendince yoğun mücadelelere giriştiğinden de bahseder. Bu çetin tartışma ortamında, fikirlerin birden nasıl değiştiğini anlama çabasında şu yorumda bulunur: “Böylece bu değişimin ilhamının Lozan’dan ve İtilaf devletlerinden geldiği açıklık kazanmış oluyordu.”
Kendisinin doğru bildiklerini sakınmadan söylemesinin, gördüğü en küçük yanlışı bile, bunu yapan kim olursa olsun eleştirmesinin, Doğu cephesindeki başarılarından dolayı halkın kendisine gösterdiği derin saygı ve teveccühün çevresindekileri rahatsız ettiğini ve bütün okları üzerine çektiğini sık sık dile getiren Kazım Karabekir; hem kendisine hem de İstiklal Savaşı’nın ilk günlerinden beri meselenin içinde olanlara haksızlık yapıldığını anlatıyor.
Gazi’nin bir dönem kendisine başbakanlık teklif ettiğini; kendisinin büyük bir hürriyet âşığı olduğu için İstiklal Mahkemelerine karşı durduğunu; yine bir dönem Gazi’nin onu Musul’a göndererek meseleyi askeri yoldan halletmeyi teklif ettiğini; yeni bir savaş ihtimalinin ortaya çıktığı dönemde, savaşı milletvekilliği sıfatıyla durdurabileceğini düşünerek asıl mesleği olan askerlikten istifa ettiğini; ardından da meclis çatısı altında kurulan ilk muhalefet partisinin kuruluş aşamalarını; hakkındaki suçlamalar, hapishane günleri ile İstiklal Mahkemelerince verilen beraat kararını da günlüklerinde ayrıntılarıyla ele alıyor.
Mustafa Armağan, Kazım Kara-bekir’in kaleme aldığı üç farklı eserden -İstiklal Harbimiz, Günlükler ile Nutuk ve Karabekir’den Cevaplar- yeni, toplama bir eser ortaya çıkarmış. Bu çalışma, kişisel bir anlatı olduğu kadar yakın tarihimizin en zorlu safhalarının içeriden bir değerlendirmesi olarak da okunabilir. Paşa’nın kendi ağzından, yaşadıklarına bir nevi tercüman olmak maksadıyla yazar, bu çalışmayı bir savunma metni olarak hazırlayıp Karabekir’i zamanın mahkemesinde müdafaa ediyor.