Patika

Patika

Hiç patikadan, yani orman veya dağ yollarından yürüdünüz mü? Hani o belli belirsiz, aniden ortaya çıkan ve kâh genişleyip kâh daralan, bazen hiç beklenmedik bir anda kesiliveren ve sonra insanı endişe dolu arayışların başladığı, kaybolma duygusunun köpürüp önünüze çağladığı anlarla sarmaş dolaş bırakan yollara yolunuz düştü mü bir kerecik olsun?

Sizden önce aynı yoldan yürüyenleri, bu yolların ilk kurucularını hatırınıza getirdiğiniz oldu mu sizin de?

Yolda olmanın; sonunun nerede, nasıl, kim bilir hangi derin vadilerin kısıklarında, hangi sarp yamaçlarda, uçurumlarda, hangi coşkun derede, yıkılmış ağaçların yahut devrilmiş kayaların, büyümüş otların kucağında eriyeceğini, tıkanacağını, kapanacağını bilmeden yürüdüğümüz bu patikaların ne kadar derin bilgelikler taşıdığını öğrenmek için Yunus Emre’den Tao’ya, oradan Martin Heidegger’e kadar açılmamız gereklidir.

Yolda, yani hakikat arayışı içinde olmak her zaman istim üzere olmayı gerektirir. Hâl-i yakaza derlerdi eskiler bu duruma. Yalnız ‘yol’ ile ‘patika’ arasındaki temel bir ayrımı da görmezden gelemeyiz. Yol, genel anlamıyla daha çok düzenli, medenî ve varacağı, çıkacağı yer belli olan planlı bir eserdir; tehlike, risk ve bilinmezliklerden arındırılmıştır büyük ölçüde. Patika ise en başta düzensizdir; nerede başlayıp nerede kaybolacağı, tekrar hangi sürprizlerle karşınıza çıkacağı hiç belli olmayan bir labirente benzer. Sizinle oyun oynamaktadır âdeta. Bir anlamda hiç kimse yapmamıştır patikayı, bir başka anlamda ise herkes azar azar, ucundan kıyısından yapımına iştirak etmiştir. Risklidir patika, güzergâhı bilen rehber bile zaman zaman şaşırabilir onda yürürken. Birkaç gün önce boy vermiş bir eğrelti ailesi ve yaprakların irileşmesiyle kapanan patika hayrete yuvarlar sizi; düşündürür, karar vermekte zorlanır ve kendi başınıza karar vermenin yükünü ve zorunluluğun ağır sorumluluğunu üstlenirsiniz. Kaybolmayı göze almak durumdasınızdır, çaresiz.

Çağımızın en önemli birkaç filozofundan birisi kabul edilen Heidegger’in kendisinin sürekli “yolda”, daha doğrusu “patika”da olduğunu söylemekten hoşlandığını biliyor muydunuz? Hatta son yazdığı eserlerden birisinin adı Holzwege’dir, yani “Orman Yolu”, daha Türkçe bir deyişle “Patika”. Bu kitabında orman, yol ve hakikat arasında gerçekten de basit; ama derin düşüncelerle nefis bir solo yapar Heidegger:

Ormanda, nüfuz edilemeyen sık bir fundalıkta âniden bitinceye kadar arasında çoğunlukla rüzgâr esen yollar vardır. Onlara “patikalar” adı verilir. Patikaların herbiri kendine mahsus yolunda gider, fakat aynı ormanda. Sık sık birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünürler. Hatta sadece böyle görünürler. Yarıcılar ve ormancılar bu yollara âşinadırlar. Onlar bilir bir patikada olmanın ne anlama geldiğini.

Patikalar daima bir yere götürür, fakat götürdükleri yer önceden tahmin edilemez ve denetim altına alınamaz. Düşünce (Denken: Tefekkür) dediği Heidegger’in, daima şükür ve zikir ile beraber ilerleyen serüveni andıran bir yolculuktur. (Burada Said Nursi’nin zikir, fikir, şükür üçlemesini hatırlatmama gerek var mı?) Düşünme; ama sahici düşünme Varlık’ın sürekli olarak görünüşe çıkmasına eşlik eden bir süreç olduğu için her zaman yolda olmak anlamına gelir. Düşünür ganimet olarak nesneden bilgiyi yağmalayan Descartes yahut Eflatun gibi bir filozof değil, sürekli patikalarda yolculuk hali üzre olan, başka bir deyişle seferi biridir. Bu nedenledir ki kendisine “filozof” değil, hep “düşünür” denilmesini yeğlemiştir Heidegger.

Heidegger, düşünme patikasının sürprizlere açık; ama gayesi nesneyi fetih değil, onun ‘kendini açması’ yahut sırlarını ortaya dökmesi anlamında bir girişim olduğunu söyler. Okuyucudan beklediği, yolda kendisine eşlik etmesi ve düşünme macerası boyunca onun da kendi yolunu kurmaya başlamasıdır yavaş yavaş. Sonuçta başka filozoflar gibi kendisine yapışıp kalmasını istemez yoldaşından. Çünkü bilir ki, patika biraz sonra çatallaşacak ve yolları ayrılacaktır.

Bundan sonra herkes kendi patikasında devam etmelidir yoluna…

30 Eylül 1997, Salı

Bir cevap yazın