• Home
  • Genel
  • Shakespeare gerçekten yaşadı mı?

Shakespeare gerçekten yaşadı mı?

Shakespeare gerçekten yaşadı mı?
Önümüzdeki günlerde 388. ölüm yıldönümlerinde anılacak olan Cervantes ve Shakespeare, aynı yılın aynı ayının aynı gününde (23 Nisan 1616) kalemlerini susturmuşlardı. Birisi roman türünün hâlâ aşılamayan şahikası “Don Kişot”un yazarıydı, öbürü ise hem İngiliz dilini dirilten bir usta, hem de dünya tiyatro tarihinin şaheserlerini topu topu 52 yıllık ömrüne sığdırmayı başarmış mucizevî yeteneklere sahip bir dehâydı.
Lakin Shakespeare’in sessiz sedasız ölümü, hayatı ve kişiliği etrafındaki efsane bulutunun kalınlaşmasını engelleyememiş ve arkasından kopan tartışmalar, onun bu eserleri yazacak kıratta birisi olup olmadığından tutun da eserleri yazanın kişiliği ve cinsiyetine kadar uzanmıştır. Hatta meşhur aşk şiirlerini yazanın gerçekte bir kadın olduğu bile iddia edilecektir, çünkü bir kıza değil, bir delikanlıya hitaben yazılmıştır! Böylece koca bir “Shakespeare efsanesi” literatürü vücuda gelmiş ve “Hamlet” yazarının gerçekte Shakespeare gibi basit bir kasap çırağı ve panayır oyuncusu olamayacağı iddiaları biner sayfalık muhalled ciltlerle zehir gibi tartışmalara konu olmuştur. Halihazırda bu tartışma, Oxford Üniversitesi’nden ciddi profesörler eliyle internet üzerinde kıyasıya devam etmektedir.
Sayıları şimdiden bir elin parmaklarının sayısına ulaşan “ölü Shakespeare adayları” tiyatroların kapısında nöbete durmuş, Shakespearelik sırasının kendilerine gelmesini beklemektedir. Kim bilir, belki günün birinde Shakespeare piyangosu onlardan birine çıkacak ve mezarlarında şu kadar asır sonra gasp edilen haklarını geri almanın gururuyla şad u handan olacaklardır! ‘O muhteşem oyunların dahi müellifi Shakespeare de kimmiş?’ diye edebiyat tarihlerine yumuldunuzsa yandığınızın resmidir. Zira hem hakkında birkaç satır kırıntı haricinde bir şey bulamayacaksınız, hem de bulduklarınız, pek iç açıcı olmayacaktır. Kaynaklar onun hakkında tam bir suskunluk içinde. Sanki Shakespeare diye birisi yaşamamış. Bir imzasını gösteriyorlar bula bula, o da evlere şenlik! Büyükannelerimiz gibi parmak bassaydı kâğıda daha iyi ederdi diyesi geliyor insanın. Beş imzanın beşinde de ayrı yazılmış adı. İmza her birinde farklı ve bozuk. Bu imzaların ‘Othello’ların, ‘Fırtına’ların, ‘Romeo ve Jülyet’lerin yazarına ait olması muhal ender muhal. Bir tek mektubu var elimizde, o da faizle borç verdiği bir alacaklıya yazılmış! Anlayacağınız, sevgili Shakespeare’imiz rantiyelik yapmış bir zaman.
Devrinde Shakespeare adıyla tanınan zat-ı muhterem, ölümünden sonra büyük İngiliz ediplerinin gömüldüğü muteber Westminster Abbey’e değil, bir kilisenin bahçesine gömülmüştür. Üstelik mezarının üstüne yapılan anıtta, bir çuvalın önünde oturmuş bir “tüccar” olarak resmedilmiştir. Eserleri yaygın bir şöhrete ulaştığı zaman, 1748’de uyanık bir hayranı tarafından, Stratford’a turist çekmek maksadıyla anıttaki heykelciğin önündeki çuval alınarak yerine bir defter konulmuş, Shakespeare’in eline de kalem tutuşturulmuştur!
Bir tek gün okula gitmeyen, okuma yazma bilmeyen, kasap çıraklığından yetişme, İngiltere dışına adımını atmamış, kitap okuyamayan, yaşadığı bölgede kitap ve kütüphane bile bulunmayan, bulsa bile Latince kitaplar basıldığı bir zamanda onları okuyamayacak durumda olan bu Stratfordlu kasabın eserlerinde 15-20 bin kelime kullanmış olması (ünlü şair Milton bile 8 bin kelime ile yazmıştı eserlerini), kesif tarih bilgisi, İngiliz, Fransız, İtalyan, hatta Rus saraylarında geçen en hurda ayrıntılardan haberdar olması ve sanatların en zoru kabul edilen trajedi yazmayı öğrenmesi, masonlukla ilgili pek çok sembolik ayrıntıyı eserlerinde hakkıyla ve yerinde kullanması, tıp, tarih, çiçek ilmi, felsefe, Fransızca biliyor olması… Bütün bunlar Shakespeare muammasına yeni karanlıklar ekliyor. Kafanız karıştı, biliyorum ama sonuçta Shakespeare adlı zatın bu eserleri yazmasına imkân ve ihtimal yok. O zaman kim yazdı bu şaheserleri?
Kavga da bu noktada kopuyor zaten. Kimisi, devrin en büyük alim ve yazarı Francis Bacon’ı aday gösteriyor Shakespeare’in tahtına, kimisi Oxford Beyi De Vere’yi. Marlow diye diretenler de var, Ben Johnson diyenler de. Henüz bir ittifak hasıl olmamışsa da, Shakespeare isminin takma olduğu ve bu kasap eskisi ve oyunculuk meraklısının isminin, eserleri sahneletebilmek için piyeslerin üzerine kamuflaj amacıyla yazıldığı, iddialar arasında. Mark Twain’den Charles Dickens’a, Schlegel’den Coleridge’e, Walt Whitman’dan Emerson’a… hepsi Bacon’ın gerçek Shakespeare olduğuna inanmış.
Mark Twain bir keresinde Tabiat Tarihi Müzesi’ne gidip bir dinozorun iskeletini görmek istemiş. Rehber, iskelette sadece 9 orijinal kemik bulunduğunu, geri kalanını kendilerinin alçıdan yaptıklarını söylemiş. Ünlü hikâyeci, Shakespeare’in hayatıyla ilgili durumu da buna benzetiyor: Elimizde altı üstü 10 tane belge var. Bu karanlık hayatın geri kalanını “uzmanlar” hayal alçısından başarıyla yoğurmuş durumda! Efsaneler dışımızda değil, içimizde. Bizim sayemizde yaşıyorlar. “Kral çıplak!” deyinceye kadar da hayatlarını idame ettirecekler besbelli. Güçlerini bizim gafletimizden alıyorlar çünkü.
İkinci
Çanakkale savaşı
“Çanakkale geçilmişti aslında!” ve “İnanamadım, Çanakkale geçilmiş!” başlıklı yazılarıma tepkiler gelmeye devam ediyor. Tepkiler başlangıçta olumlu iken, son günlerde, gecikerek de olsa olumsuz mesajlar da gelmeye başladı. Bu arada fena halde hınçlananlar da olmuş. Lakin oturup ne denildiğini anlamaya çalışacaklarına, hamaset nutuklarına sığınmışlar ki, bu tam da benim kırmak istediğim türden bir kolaycılık. Yazılarımda kaynak zikrederek genel okuyucuyu köşemin dışına itmek istemiyorum. Ancak o kadar çok soruldu ki, sadece bir tek kaynağı olsun zikretmekten kendimi alamıyorum. Raşit Metel, Türk Denizaltıcılık Tarihi, İst. 1960, Deniz Kuvvetleri Kumandanlığı Yayınları. Yazmaya devam edin. Belki günün birinde yeniden dönerim bu konuya.

Bir cevap yazın