19 Mayıs’ın yasaklandığı yıl
Önce gazetelerden birkaç haber okuyalım: “Milli Eğitim Bakanlığı, şehrimizde bu yıl 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerinin yapılmayacağını yazılı olarak Milli Eğitim Müdürlüğüne bildirmiştir.”
“Günlerden beri hazırlıkları yapılan 19 Mayıs gösterilerinin görülen lüzum üzerine bu sene yapılmaması kararlaştırılmış ve ilgililere bu hususta gerekli talimat verilmiştir.”
18 Mayıs 1960 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde çıkan bu haberler bize Cumhuriyet bayramlarının sonuncusu olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın tarihinde boş kalmış bir sayfayı haber veriyor. 27 Mayıs İhtilali’nin 8 gün öncesine rastlayan o yılın 19 Mayıs kutlamaları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından resmen yasaklanmıştır. Peki bu noktaya nasıl gelinmiştir? Nasıl olmuştur da, 1960 yılının 19 Mayıs’ı Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanamamıştır? Tarih, ancak onu bir zar gibi kuşatan yüzeysel veya resmî söylemlerin matlığından kurtularak baktığımızda açar kendisini. Biz de öyle yapalım ve 1960 yılının olaylarına şöyle bir göz gezdirelim. 26 Şubat’ta Demokrat Parti hükümetinin İsmet İnönü ve arkadaşlarının dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istemesi, Türkiye’de 3 ay sürecek tarihinin en bunalımlı günlerin tetiğine basmış olur. Martta İnönü’nün iktidarı yıpratmak için çıktığı yurt gezileri, sokak olaylarını da beraberinde getirir. 7 Nisan’da Başbakan Menderes, parti grubunda, içine düştüğü paniğin ilk işaretlerini verir: “Memleket bugün kabil-i idare [yönetilebilir] olmaktan çıkmıştır. İdare acze düşmüştür.” 18 Nisan’da İnönü, Meclis’te, içinde sonradan meşhur olan “Sizi ben de kurtaramam” sözünün geçtiği tarihî konuşmasını yapar. 27 Nisan’da uzun ve çetin tartışmalardan sonra Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu) Kanunu kabul edilince işler çığrından çıkmaya başlar. CHP örgütlerince teşvik edilip yönlendirilen öğrenci gösterileri 28 Nisan’dan itibaren çığ gibi büyüyecektir. 2 kişinin öldüğü 28 Nisan gösterileri sonunda İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edilir. Gösterilerin sürmesi üzerine Ankara ve İstanbul üniversiteleri 1 ay kapatılır. 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağı konur. 3 Mayıs’a Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel’in meşhur mektubuyla girilir; fakat mektup Ethem Menderes tarafından Başbakan’dan gizlenir. 5 Mayıs’ta “555K” şifresiyle yayılan büyük Kızılay mitingi son uyarılardan biridir.
Basında, üniversitede, öğrenciler arasında ve orduda su yüzüne çıkan muhalefet Meclis’teki meşru muhalefeti aşmış, Menderes’i sokakta köşeye sıkıştırmış, ona normalde yapmayacağı hataları işletir hale gelmiştir. Vaziyet karışık, anlayacağınız. En iyisi, durumu, 29 Nisan’da kendisiyle görüşerek istifadan başka çaresinin olmadığı tavsiyesinde bulunan Ali Fuad Başgil’den dinleyelim: “Gerçekten, Menderes Hükûmeti seçim devresi sonuna doğru hain bir propagandanın tesiri ile kendine olan itimat ve kudretini kaybetmişti. Her adımda düşmekten korkan ihtiyarlara dönmüştü. Kudretsizliğini kabul etmeyi reddederek en son çare olan istifaya da başvurmak istemedi. Hayâllerinde ısrar edip durdu.”
İşte 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, çığrından çıkmış öğrenci gösterilerine fırsat oluşturacağı ve yeni olaylara zemin hazırlayacağı korkusuyla yasaklanmıştı. (‘Erteleme’ deniliyordu; ama ne zamana ertelendiği bir türlü açıklanmıyordu.) Bu yasaklama kararı, 27 Mayıs’ı engelleyememiş, tam tersine süreci hızlandırmıştır. Atatürk zamanında kutlanmaya başlanmış, üstelik gençliği hedef kitle olarak alan bir bayramın yasaklanması bardağı taşıran son damla olmuş, nitekim sonradan bu kararın, darbenin gerekçelerinden birisi olduğu dile getirilmiştir. İhtilalden sonra Milli Birlik Komitesi, o yılın bayramının 26 Haziran Pazar günü kutlanmasına karar vermiş ve böylece 38 gün rötarla da olsa Gençlik ve Spor Bayramı, bu defa bir ihtilal atmosferinde kutlanmıştır.
O zamanlar genç bir gazeteci olan Bülent Ecevit, 27 Haziran 1960 tarihli yazısında darbe sonrasının sevincini şu ölçüsü kaçmış cümlelerle dile getiriyordu: “1960 yılının 19 Mayıs’ını kutlayamayışımız… Ne kadar belliydi bunda bir devrin kapanışı!.. Bütün mutluluklarla beraber sanki bayramlar da tükenmişti. Haklıydılar o karanlık çağın son 19 Mayıs’ının kutlanmasını yasak etmekte. Millet olarak kutlayacak ne vardı artık?.. Kurşun yaralı fakültelerin, okulların kapılarına kilit vurulduğu, gençliğin bilinen ve bilinmeyen şehitlerine yas tutulduğu bir sırada gençlik bayram mı edecekti? Şeref tribünündeki şerefsizlere selâm mı verecekti?”
19 Mayıs’ın o yıl yalnız Atatürk’ten gençliğe bir armağan olmaktan çıkarak, gençlikten Atatürk’e armağan edilen bir bayram haline geldiğini söyleyen Ecevit’i destekleyen Nadir Nadi, bir yıl sonra “yasak bayramı” hatırlatarak sadece bu olayın bile iktidarın masumiyetini yitirdiğine delil sayılabileceğini söyleyecektir (Cumhuriyet, 19 Mayıs 1961). Menderes, 19 Mayıs’ın kutlanmasına engel olmakla farkına varmadan en büyük kozu teslim etmişti darbecilerin eline. Sonrasını biliyorsunuz…
Zavallı Menderes!
Adnan Menderes milletin arkasında olduğunu son anına kadar söyleyip durdu. “Benim ne Mussolini gibi Kara Gömleklilerim, ne de Hitler gibi SS’lerim var.” diyordu. Bir de dilinden düşürmediği, “Millet arkamdadır.” sözü. “Zavallı Menderes” diye yazıyor Ali Fuad Başgil “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabında, ve ekliyor: “Ne saf kalplilik: Halka güvenmek karınca yuvasına sığınmaktır.” Ama Menderes budur. Saflığın verdiği kahramanlık vardır onda. İkide bir kulağına kadar gelen darbe ihbarlarını, “Türk ordusuna böyle bir iftirada bulunamam.” diye geri çevirmesinden de bellidir bu. Son ana kadar ordunun darbe yapmayacağına olan inancı, onu halkın arasına fırlatmış, işi, Kızılay Meydanı’nda gençlerin arasına girerek ne istediklerini sormaya kadar götürmüştü. “Halk” lafını düşürmüyordu dilinden. “Görmediniz mi, Eskişehir’de 200 bin kişi toplanmıştı.” diyordu. Ama aynı halk, Menderes’in idam edildiği 17 Eylül 1961 günü, sokaklara bile çıkmayacak, tam siper evine kapanarak sükûnetle bekleyecekti olanları. Aynı 17 Eylül günü, İstanbul’un tarihinde suç işlenmemiş tek gün olarak tarihe geçecektir. Menderes’in önüne elinde bıçağıyla çocuğunu yatırıp “Sana kurban olsun” diyen halk, o uğursuz günü, evinde, radyosunun başında, ağlayarak geçirecektir.
“Zavallı Menderes!” Başgil hoca haklı ki yerden göğe!
Do you want Search?
Random Post
Search