Bilgi çağı treni kaçarsa!
Türkiye son yıllardaki “en büyük küçülme”yi geçtiğimiz yıl yaşadı. Tarihinin en büyük tabii felaketine geçen yıl uğradı. Uluslararası bilim endeksinde, uzun zamandır ilk defa geriye gitti.
Bunları kimsenin dert edindiği yok. Varsa yoksa kupa finali, varsa yoksa yaraların sarılacağı edebiyatı, varsa yoksa “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” papağanlığı. Oysa dünya, tarihin şahit olmadığı bir hızla bilgiye bağımlı hale geliyor.
Emek, para, kültür, ekonomi, hep bilginin içine gömülüyor. Eğitilmiş insan sayısı, kaliteli insan gücü bu yeni dünyada var kalmanın en büyük şartı haline gelmiş. Öyle ki, belli başlı ülkelerin nüfusunun eğitilmemiş olan üçte birini defterden düşseniz, ekonominin motoru teklemeyecek hale gelmiş.
Her şeyin ama her şeyin eğitime, eğitilmiş, kaliteli insana endekslendiği bir dünyaya doğru hızla giderken, güzide üniversitelerimizin SCI (Uluslararası Bilim Atıf Endeksi) sıralamasında dereceye bile giremeyişini, tabir yerindeyse ‘sıfır çekmelerini’ neyle açıklayabiliriz? Üniversitelerin tek ve aslî meselesinin başını örten kızlarımızı derse sokmamak olduğunun hem de bir rektör tarafından cümle âleme ilan edildiği bir üniversiteden ne hayır gelir? Ama anlayan kim?
Okumayan bir toplum, eğitimi ideolojiden, üniversiteyi beyinleri yıkamaktan ibaret gören bir eğitim sistemi ve “Verdimse ben verdim”ci bir idare anlayışı; yeni yüzyılda bizi temsil edecek olanlar maalesef bunlar. Oysa dünyada neler oluyor, neler bitiyor?
Mesela Manuel Castells diye bir ismin Batı dünyasını sarstığından bahsedildiğini işittiniz mi hiç? Hayır, bizim üniversitelerimiz Batı’nın fersude bir fotoğrafına âşık olmuş Mecnun’a benziyor. Batı, onların sadece kafalarında var. Gerçek Batı, düşünen, üreten sorgulayan ve araştıran Batı, zinhar gündemlerine girmez bizimkilerin.
Aydınlanma derler, Voltaire’i okumazlar. Okusalar, İslamiyet hakkındaki saygılı ifadelerini de görürlerdi onun. Atom Çağı derler, Einstein’ı okumazlar. Okusalar, onun ne kadar derin bir Musevî mistisizmi bağlısı olduğunu görürlerdi çünkü. Bilim Çağı derler, Newton’u bilmezler. Bilseler, onun hangi dinî saiklerle araştırmalarını yürüttüğünü ve işin içinde iş olduğunu görürlerdi.
İşte Castells çıkmış, bilgi çağının sosyal ve ekonomik temellerini ortaya koyuyor. Üç ciltlik devasa The Information Age (Bilgi Çağı) adlı kitabıyla yeni bir çağın değerlerini sorguluyor.
Castells de kim mi?
The Wall Street Journal ona “siber–uzayın ilk büyük filozofu” konumunu layık görmüş. The Guardian’ınki de ondan aşağı bir liyakat madalyası değil: “Çağın en olağanüstü düşünürlerinden birisi”. Ünlü sosyolog Anthony Giddens’a göre ise Max Weber ve Karl Marx ayarında bir üstad.
Yeni çıkan önemli düşünce dergilerinden Prometheus, 3. sayısının dosya konusu olarak Castells’in fikirlerini tartışmaya açtı. Günümüzün üç ünlü sosyoloğu Alain Touraine, David Lyon ve Craig Calhoun, onun düşüncelerini tartıştılar sayfalar boyunca. Dergi, gelecek sayıda Castells’in cevabını yayınlayacak.
Matbaa nasıl basılı sözü yaygınlaştırarak okuryazarlığın modern çağın karakteristiği haline gelmesini sağladı ise, 1970’lerde başlayan elektronik kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması da, bu defa globalleşme ile çakışarak bilgi üzerine kurulu yeni bir dünyanın kapılarını açmıştır önümüze.
Bilgi teknolojisinin kimliklerimiz üzerindeki etkisi artarken, sosyal faktörlerin etkisinin azalmakta olması gelecekte ne gibi yeni sorunlara yol açacak? Castells’in sorularından birisi bu.
İnternette adını bile duymadığınız bir ülkede, ismini duymadığınız bir şehirde yaşayan birisiyle hiçbir sosyal etki altında kalmadan ilişki kurabilir, hatta evlenebilirsiniz. Bu, iletişim teknolojisinin, bilginin özel dünyalarımızı nasıl ele geçirmekte olduğunu gösteren sıradan bir örnek sadece.
Castells, hem bireysel, hem de ulusal düzeyde yeni bir çağın eşiğinde bulunduğumuzu söylüyor. Birey, toplumun sınırlarından nasıl kurtuluyorsa, milletler de ‘millî devletin sınırlar’ından kurtulmaya doğru gitmektedirler. Birey ile toplum, ulus ile devlet, birbirinden ayrışıyor, kendilerine yeni varlık alanları buluyorlar. Bilgi, kimlik, kültür, emek, sermaye her şey akışkanlaşıyor, seyyalleşiyor bu dünyada. Seyyal kimliklerin dünyasında, ister istemez bireyin dünyasını yeniden kurmasına yardım edecek karşı hareketler doğmaktadır ki, dinî hareketler bunlardan biridir. Gelecekte dinî hareketlerin zayıflayacağına değil, aksine güçleneceğine dair belirtiler giderek artmaktadır.
Türkiye’nin kısır gündeminden kendimizi biraz çıkartıp biraz da dünyadaki gelişmelere baksak iyi olacak.
Do you want Search?
Random Post
Search
previous