Kuruluşunu Sivas Kongresi’ne, yani 1919 Eylülüne kadar geri götüren CHP asıl büyük değişimi, bizzat desteklediği ve içinde yer aldığı 27 Mayıs 1960 darbesiyle yaşayacaktı. Ancak bu netameli destek, nasıl askeri darbe önce ordu saflarında kıyıcı bir tasfiyeye yol açmışsa, CHP bünyesinin de iflah olmamasına sebep olacaktı.
Darbenin hazırlayıcı ve icracılarından bulunması muhafazakâr tabanda darbeyi tezgâhladığı ve idamları yaptırdığı izlenimini yerleştirdi ve bu geniş kitle onu bugün dahi affetmiş değil. 1961 genel seçiminde halk bütün baskılara rağmen CHP’yi tek başına iktidara getirmeyip Demokrat Parti’nin devamı olan partilere oyunu verdi ki sadece 1 ay önce Menderes ve 2 arkadaşı idam edilmişti, halk dehşet içindeydi ama pabuç bırakmadı tehditlere.
Halk Demirkırat’ın devamı olan 3 partiye koalisyon kuracak sandalye sayısını bağışlamış, CHP umduğunu bulamamıştı. Bu defa bir darbe daha yapıldı. Komutanların tehdidi üzerine Çankaya Köşkünde diğer 3 parti başkanına İnönü’yü destekleyeceklerine dair protokol imzalatılırken etraflarında tomsonlu subaylar elleri tetikte duruyordu. Darbecilerin silah zoruyla İnönü zorla Başbakan yapıldı.
İşte İnönü’nün bu silah zoruyla getirildiği başbakanlığıdır ki, muhafazakâr tabanı, Tek Parti döneminden menfi hatıraları üzerinden tütmekte olan CHP’den nefret ettirecekti.
1965 seçimine 3 İnönü koalisyonu ve bağımsız Ürgüplü kabinesiyle gelindi. Bu seçimde Süleyman Demirel’li Adalet Partisi ilginç bir şekilde DP’nin 1950’de aldığı oy oranının aynını aldı. Böylece halk, vahşice darbeye rağmen Menderes’in DP’sinin arkasında dimdik durduğunu göstermiş oldu.
CHP’nin uğradığı hayal kırıklığı büyüktü. Bunun üzerine CHP’nin halka güveni tamamen kayboldu, kimyası büsbütün bozuldu ve muhafazakâr kitleden bir daha oy alamayacağını görünce seçimden hemen önce ortaya attığı “ortanın solu”na iyice dümen kırdı.
Ortanın ne kadar solunda?
CHP 1965 seçiminden hemen önce açıkladığı gibi “ortanın solunda”ydı ama bu sözde sol’un arkasında ağır bir sağ Tek Parti diktatörlüğü bagajı duruyordu; en önemlisi, seçimde halk bu “ortanın solu” lafından pek hoşlanmamıştı.
Üstelik ABD Başkanı Johnson’ın 1964 yılında İnönü’ye yazdığı tehditkâr mektup CHP’deki dengeleri büsbütün bozmuştu (mektup ile cevabının İnönü iktidardan uzaklaştıktan sonra, 1966’da Cüneyt Arcayürek tarafından Hürriyet’te yayınladığını hatırlatalım).
“Ortanın solu” evet ama ya dış politika ne olacaktı? Solcu olmak kolaydı ama SSCB ahtapotunun kucağına düşmek de vardı işin ucunda. Marksistler bastırıyor, Atatürkçüler direniyordu. Değişim isteyenler ile statükocular arasında bugün dahi bitmemiş olan sürtüşmenin fişeği ateşlenmişti.
Ardından büyük umutlarla girilen 1969 genel seçimi de kaybedildi. AP %46,6, CHP ise 27,4 oy almış, Demirel’in partisi ikinci kez tek başına seçimi kazanmıştı. CHP hileyle kazandığı 1946 seçiminden beri sandıktan tek başına iktidar olarak çıkamıyordu.
İşte tam bu sırada parti içinde bir bomba patladı. 1968-69 yıllarında yayılan “Doğu mitingleri”ne CHP Genel Sekreteri Ecevit ve çevresi parti adına bir sempati telgrafı çekilmesini teklif etmiş, İnönü ve adamı Kemal Satır buna karşı çıkmıştı. Satır’a göre parti içindeki Marksistler ile Atatürkçülerin arası ilk defa bu vesileyle açılmıştı.
İkinci çalkantı NATO meselesiyle patlak verdi. Ecevit ve arkadaşları NATO’dan çıkma taraftarıydı. Parti Nihat Erim başkanlığında bir komisyon kurdu ve sonuçta bazı ayarlamalarla NATO’da kalmaya karar verdi. Ecevit ve arkadaşları rapora karşı çıkıp NATO’dan çekilmeyi teklif etti. Rapor tam parti meclisinde oylanacakken Ecevitçiler oya koydurmadılar ve İnönü’nün ağırlığını koyması üzerine “gizli” damgası yedikten sonra “mahzene” kaldırılıp meselenin üstü şimdilik kapatılmış oldu (Devir, 27 Kasım 1972, 19).
Bu tartışmalar sonun başlangıcıydı. Arkası gelecekti.
Önce Ecevit istifa ediyor
Bundan sonraki 2 yıl ülke darbe şayiasıyla çalkalanırken içeride solcuların anarşik eylemleri patlamış, asıl önemlisi, 9 Mart 1971’de yapılacak Doğan Avcıoğlu darbesini önceden öğrenip tedbir alan ordu 12 Mart muhtırasıyla buna cevap verecek ve bu darbe CHP’nin ömründen yıllar çalacak, partide İnönü-Ecevit çatışmasını ayyuka çıkaracaktı.
Genel Başkan İnönü darbenin yanında saf tutarken Genel Sekreter Ecevit ona karşı çıkmış ve 21 Mart 1971 günü istifa mektubunda manidar bir mesaj vermişti. Özetle diyordu ki: “Sayın Genel Başkanım, Demokratik rejim ve CHP için çok hayati saydığım bir konuda görüş ayrılığına düşmüş bulunuyoruz. Onun için ayrılıyorum.”
İstifa mektubu CHP ve İnönü’yü derinden sarsacaktı.
Mecliste aşırı solu temsil eden TİP 1971 Temmuzunda Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılıp liderleri tutuklanınca yuvasız kalan örgüt mensuplarının gidebileceği yer belliydi: CHP. “Atatürk’ün partisi” bu defa sol örgütlerin, o zamanki sağ basının deyişiyle “Marksistlerin” en güçlü sığınağı olacaktı.
Partide büyük dönüşüm başlamıştı.
“Yeni tarihî akım”ın başını çeken Ecevit de Atatürkçü statükonun tasfiyesinden başka çıkış yolu görmüyordu. Partideki kongrelerini yapan il ve ilçelerin yeni yönetimi solcuların işine gelmedi mi kurul feshediliyor, yerine kurulan solcu müteşebbis kurullar solcuları kongrenin başına getirme tezgâhına girişiyordu. Mesele MYK’ya getirildiğinde kongreleri iptal ettirenlerin oraya da hakim olduğu görüldü. İş İnönü’ye intikal ediyor, o da genel sekreteri Kâmil Kırıkoğlu’na havale ediyor, Ecevitçi olan Kırıkoğlu ise ört bas ediyor, operasyon bütün hızıyla sürüyordu.
İnönü Genel Başkandı güya ama parti Ecevitçilerin, yani solcuların eline geçmişti. 1965’te masum görünümlü “ortanın solu” söyleminde Atatürk’ün partisinin içerisine düştüğü acıklı durum buydu.
İşte bu hengâmede yapılan 5 Mayıs 1972 Kurultayında İnönü Genel Başkanlıktan düşürüldü, Bülent Ecevit 503’e karşılık 709 oyla Genel Başkan seçildi. Parti örgütü “ortanın solu”na dümen kırıldığından beri Ecevitçilerin çalışmaları sayesinde önemli ölçüde ele geçirilmişti.
İnönü başkanlıktan düşürüldükten bir hafta sonra yapılan kurultayda tüzük değişikliği gündeme gelince isyan etti. Erzurum İl başkanının “Bu partinin iki değişmez lideri vardır: Atatürk ve İnönü” deyince delegelerden dayak yemesi kurultaydan unutulmaz hatıralar arasında yer aldı. İşte burada bu CHP’nin yeni bir parti olduğu, eskisinin devamı olmadığı iddiası ilk kez ortaya saçıldı. Kesin ihraç isteğiyle Yüksek Haysiyet Divanı’na verilen 8 Atatürkçü vekil istifa edip yeni bir parti kurma arayışına girdi. Şimdi İnönü Atatürkçü bir parti kursun istiyorlardı.
Büyük kıyamet: İnönü CHP’den istifa etti
Kasım ayında “büyük kıyamet” koptu. İnönü hem milletvekilliği hem de CHP’den “parti politikasını memleket için sakıncalı gördüğünden” istifa etti. Arkasından 35 CHPli vekil de istifa etti. Bu arada İnönü CHP’nin kapattırılması için dolaylı bir girişimde bulundu.
İstifa edenler daha sonra eski CHP Genel Sekreteri Turan Feyzioğlu’nun kurduğu Cumhuriyetçi Parti -bilahare Cumhuriyetçi Güven Partisi- içinde siyaset yapacaklardı. (Halen CHP Genel Başkan Vekili olan Faik Öztrak’ın babası Orhan Öztrak da ‘bu parti artık Atatürk’ün partisi değil’ suçlamasıyla CHP’den istifa edenler arasındaydı.)
İnönü’nün damadı Metin Toker o günleri şöyle anlatır:
“Onun istifasıyla birlikte CHP’li parlamenterler toplandılar. CHP tabiat değiştiriyordu. Bu, “Cumhuriyetçi Parti” çevrelerinde büyük bir ümit yarattı. Yeni partinin kurucuları Anıtkabir’e gittiklerinde Genel Başkan Kemal Satır şeref defterine şunu yazdı:
–Aziz Atam, kurduğunuz partiyi işgal edenler, üzülerek ifade edeyim ki, sizi ve eserlerinizi küçümseyen inkârcı bir tutum ve davranış içine girdiler.”
CHP Ordu Milletvekillerinden Ferda Güley ise Kendini Yaşamak adlı hatıralarında Ferit Melen hükümetinin İsmet İnönü’den de yararlanarak devleti kuran CHP’yi kapatmak hesabı içine girdiğini yazmakta, İnönü de onlarla birlikti ama önünde nöbet tutan halk sahip çıktığı için kapatmaya cesaret edilemedi demektedir (s. 436-7).
CHP’yi kapattırmaya gücü yetmedi İnönü’nün. Yaşlanmıştı. Yalnızdı. Örgütü kalmamıştı. Zaten ertesi yılın Aralık’ında öldü.
Gerçi Ecevit de partiye tam hakim olamadı. Fakat talihi MSP ile koalisyon yapınca değişecek, hem iktidara ortak olacak, hem de Kıbrıs barış harekâtından sonra namı Kıbrıs fatihliğine çıkarılacaktı. Bu propaganda sayesinde CHP 1973 seçiminde %33 oyla 1. parti çıktı. Kıbrıs zaferinin etkisiyle girdiği 1977 seçiminden yine 1. parti çıktı ve oy oranı %41’i buldu.
Milliyetçilik ama hangisi?
CHP 12 Eylül darbesinde diğer partilerle beraber kapatıldığında sol örgütlerin karargâhı halindeydi. Nitekim siyasi yasaklar kaldırılınca Ecevit bir daha dönmedi CHP’ye ve Demokratik Sol Parti’yi kurdu. Bu defa daha milliyetçi ve laikçiydi (Merve Kavakçı olayını hatırlayın. 1970’lerde ‘sınırsız özgürlüğü’ savunan ve MSP ile koalisyon yapmaktan çekinmeyen Ecevit “Bu kadına haddini bildirin’ der miydi?)
Elhasıl CHP’nin bir kere çivisi çıkmıştı.
1991 seçiminde o zamanki adı HEP olan Kürtçü partiyi -tıpkı son seçimde olduğu gibi- meclise taşıdı. Ömründe Sağcı, Faşist, Solcu ve Kürtçü olan bu en kıdemli partinin Altı Ok’ta sembolize edilen ilkelerinden biri “milliyetçilik”tir ama dikkat edilirse bu okun milliyeti belli değildir!
CHP’nin son seçimde terör örgütü uzantısı partilerle ittifak yapması, Altı Ok’taki “milliyetçilik”in Türk milliyetçiliği mi yoksa Kürt milliyetçiliği mi olduğu sorusunu akla getirdi ister istemez. 1944’e kadar Türkçüyken Almanya ve İtalya yenilmeye başlayınca Atsız ve Türkeş başta olmak üzere başlıca Türkçüleri hapse tıktıran bir bukalemun zihniyetten başka ne beklenirdi ki?
24.06.2023, İttifak