Cumhuriyetimiz 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin dehşet ortamında gerçekleştirilen ve yaklaşık 50 yıl süren uzun bir ‘balans ayarı’nın etkisinden yeni yeni sıyrılıyor.
Darbelerle askere tanınan ayrıcalık ve dokunulmazlıkların, sistemin derinlerine ne denli kök saldığını fark ettikçe düzeltilmesi gerekenler göze batar hale geliyor. 19 Mayıs kutlamalarının Ankara dışında stadyumlarda değil, liselerde yapılması gayet isabetliydi. Muvazzaf subayların okulları denetlemelerini amaçlayan Millî Güvenlik derslerinin kaldırılmasıysa gecikmiş bir karardı.
Bu hamlelerle Cumhuriyet ‘yeniden’ değil, ‘yeni yeni’ kuruluyor, cumhurla buluşuyor. Cumhuriyeti halkın tepesine gerektiğinde balyoz indirmek şeklinde gören militarizmin sonu er geç gelecekti zaten.
Şimdilerde ‘öğrenci andı’nın ve okullar ile sınıflarımızın ayrılmaz unsurları olan Gençliğe Hitabe’nin kaldırılıp kaldırılmayacağı tartışılıyor. Hüseyin Çelik, kaldırılabileceğinin sinyalini vermiş.
Tabu haline getirilen bu iki ‘gelenek’in tarihlerine bakılınca üzerinde neden bu kadar gürültü çıkarıldığını anlamak zorlaşıyor. Zira her ikisinin başlangıcı da, zannedildiği gibi Atatürk’e dayanmıyor. And, Reşit Galib’in kızlarına yazdığı bir 23 Nisan şiirinden ibarettir, Atatürk köşesi ve Gençliğe Hitabe’nin okullara zorla sokulması da 27 Mayıs darbesinden sonraya rastlar.
Ben, ilkokulu 1971-72 sezonunda Bursa’da bitirdim. Yalnız bizim okuduğumuz and, bugünküne göre epeyce kısaydı. Şöyleydi:
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
İlk Atatürk köşelerinden biri, Haziran 1961’de Kızıltepe Jandarma Alayı’nda hazırlanmıştı.
Bu andın, Darülfünun hocalarını “inkılapçı değil” diye sokağa atan Reşit Galib’in marifeti olduğunu yıllar sonra öğrenecektim. Afet İnan’ın “Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler” adlı kitabına göre devrin ekâbiri 1933’ün 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda Çankaya’da toplanmış. Maarif Vekili Dr. Reşit Galip kızları için o gün yazdığı andı uzatmış Afet İnan’a. İnan’ın aktardığı metin, bir kelime farkla bizim okuduğumuz andın aynısıdır. Reşit Galip “yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir” diye yazmış, zamanla “budun” kelimesi çıkarılmış, yerine “millet” konulmuş. Bu bir.
İki defa daha değişikliğe uğramış andımız. İlk olarak ben mezun olduktan hemen sonra (Ağustos 1972) ve 28 Şubat döneminde (1997) metin uzatılmış. Yani birileri andımıza pekala dokunabilmiş. Demek ki zannedildiği kadar ‘kutsal’ değilmiş.
27 Mayıs’tan sonra yapılan gösteride İstanbul Üniversitesi’nin kapısına devasa bir Atatürk resmi asılmış ve üzerine “İzindeyiz” diye yazılmıştı. MTBB sonraki yıllarda kimlik değiştirecek ve Müslüman gençliğin adreslerinden biri olacaktı.
Peki bugünkü iktidar andın metnini değiştirmeye kalksa, mesela “Türk’üm”ü “Türkiyeliyim” yapsa, vaktiyle onu yaz boz tahtasına çevirenler buna hangi yüzle karşı çıkacaklar? “Zinhar dokundurtmam!” diyenler “Üç kere dokunulmuş, bir kere daha dokunulsa ne lazım gelir?” sorusuna makul ve mantıklı bir cevap verebilecekler mi?
Madem tartışmaya başladık, dahasını söyleyeyim: Millî Eğitim Bakanlığı’nın adı da değiştirilmeli. Neden mi? Fransa dışındaki Batılı ülkelerde Millî Eğitim Bakanlığı yoktur da ondan. Fransa’da dahi 1940-1941 ve 1974-1981 dönemlerinde “Eğitim Bakanlığı” yapılmıştır. Diğer Batılı ülkelerde de Eğitim Bakanlığı veya Eğitim Sekreterliği şeklindedir.
Bakanlığın bizde hangi adları aldığını ise MEB’in internet sitesinden öğrenelim: “1923’ten 27 Aralık 1935’e kadar Maarif Vekaleti, 28 Aralık 1935’ten 21 Eylül 1941’e kadar Kültür Bakanlığı, 22 Eylül 1941’den 9 Ekim 1946’ya kadar Maarif Vekilliği, 10 Ekim 1946’dan sonra Millî Eğitim Bakanlığı, 1950’den sonra Maarif Vekaleti, 27 Mayıs 1960’tan sonra Millî Eğitim Bakanlığı adıyla çalışmalarını sürdürmüştür.”
Yani kısa 1946-50 dönemi hariç, bakanlığın “Millî”liği, 1960 darbesinin ürünüdür. Atatürk döneminde bile adının ‘Millî’ yapılması akla gelmemişken, 27 Mayıs’tan sonra Fransa’ya özenilerek yapılan değişikliğin tashihi gerekiyor. Darbe miraslarından birinden daha kurtulmak, ancak böyle bir adımla mümkün olacaktır zira.
Hem dikkat edilirse, “Millî” sıfatını taşıyan sadece iki bakanlık vardır. Millî Savunma Bakanlığı’nı bir yerde anlarız. Ama o zaman “Neden ‘Millî Dışişleri Bakanlığı’ demiyoruz?” sorusunun bir cevabı var mıdır? Yoksa Dışişleri Bakanlığı’nın “millî” olması gerekmiyor mu? Ya da Maliye veya Bayındırlık’ın Millîlikle ilgisi yok mudur? Millîlik sadece savunma ve eğitimde mi ihtiyaçtır? O zaman bütün bakanlıkların önüne birer “Millî” madalyası takalım, Başbakan’a da “Millî Başbakan” diyelim oldu olacak. Sahi o zaman “Millî Şef”e benzer değil mi? Yok, vazgeçtim.
Gençliğe Hitabe de 27 Mayıs’tan sonra gündeme getirilmiş bir Cumhuriyet efsanesidir. Zamanın halkın oylarıyla seçilmiş iktidarına karşı giriştikleri, aslında bir suç olan hükümeti devirme hareketine Atatürk’ten meşruiyet fetvası koparmak ihtiyacını duyanlar, darbeden sonra Atatürk’ü var güçleriyle kullanmaya kalkmış, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmış ve Anıtkabir’in inşaatını bitirmiş bir iktidarı “karşı devrimci” safına iteleme gayretkeşliğine kapılmışlardı.
Nitekim Haziran 1960’ta Ankara’da devlet eliyle organize edilen öğrenci yürüyüşüyle birlikte meydanlarda devasa Atatürk resimleriyle karşılaşmaya başlarız. Gençliğe Hitabe’nin tam da bu sırada hatırlanması ilginçtir. “Hayat” dergisi, 27 Nisan 1961 tarihli nüshasının orta sayfasında Gençliğe Hitabe’yi, “Gençliğin Andı”yla birlikte poster olarak verir. Okullardaki Atatürk Köşesi uygulaması da işte bu sıralarda başlar.
1 Haziran 1961 tarihli “Hayat” ise “İnkılâp Köşesi”nin ilk örneklerinden birinin Adana’daki 27 Mayıs İlkokulu’nda hazırlandığını haber vermektedir. Fotoğraf Atatürk resimleri yanında derginin 2 ay kadar önce verdiği Gençliğe Hitabe posterinin bu köşeyi süsleyen unsurlardan biri oluverdiğini tespit etmektedir. Derginin iki hafta sonraki sayısındaysa uygulamanın “Atatürk Köşesi”ne dönüştüğünü okuruz. Mardin Kızıltepe Jandarma Alayı mensupları, derginin verdiği Atatürk ve Gençliğe Hitabe posterleriyle bir Atatürk Köşesi hazırlamış ve yanında objektife gururla poz vermişler.
Gençliğe Hitabe ve Atatürk köşelerinin bir darbe sonrasında okul ve resmî dairelerimizin baş köşelerine dayatıldığını basit bir basın taramasından öğrenmek mümkün de, o kadar uzağa gitmeye de gerek yok. Gazete ve dergilerin 12 Eylül’den sonra birdenbire nasıl Atatürk posterleriyle dolup taştığını gören nesillerdeniz. Matta İncili’nde denildiği gibi “Kılıçla gelen, kılıçla gider. (26:52)”
05 Şubat 2012, Pazar
2 Comments
rıfkı
10 Şubat 2012 at 06:43hocam bizi aydınlattgınız için minnettarız her yazınızı okuyoruz. kör okumamıs bir genclikten haya ederim.
dilek
11 Mart 2012 at 18:05emeğinize sağlık hocam…rabbim size hayırlı ömür versin ki,siz de bizleri aydınlatmaya devam edin…