Kalem kudreti
Necip Fazıl’ın 1939’da Boğaziçi ile ilgiyi yazdığı yazıların ayrı bir önemi vardır. Üstad, Beylerbeyi’nde oturmaktadır ve Şirket-i Hayriye vapurları ile işine gidip gelmektedir. Boğaz’da başlatılan hoparlörlü gramofon çalınan vapur seferlerinden şöyle şikayet eder Necip Fazıl:
“Boğaziçi gibi, en aziz misafiri uzlet, en güzel sesi şırıltı, en manalı rayihası yosun kokusu, en hususi çizgisi ahşap yalı endamından ibaret bir yerin estetiğine, hiç bu dev cüsseli kakafonya uyar mı? Bir hayat faciasına karşı, Boğaz’daki evinin huzur barikatı arkasında dinlenmeye çalışan yorgun baş, kulağına gaz hunisiyle avaz avaz haykırıldığını duyuyor… Sokaklara su yerine süprüntü sıkan müthiş bir arazöz marifetiyle Şirket-i Hayriye vapurlarının Kavaklar’dan köprü başına kadar serdiği nadide halı işte bu!”
Fakat asıl, 21-22 Temmuz günlerinde yazdığı iki yazısı, yazarlığın gücüyle ilgili hem hoş, hem de düşündürücü yanlara sahip. Anlatayım:
O günlerde Üsküdar ile Vaniköy arasındaki iskelelerde çocuklar hoş bir eğlence usulü icad etmişlerdir kendilerine. 63 numaralı Şirket-i Hayriye vapurunun ihtiyar kaptanıyla işbirliği halinde çocuklar nerede vapuru görseler,
– Ya ya ya, şa şa şa, Tahsin kaptan bin yaşa!
diye bağırırlarmış. Bu tezahürata dayanamayan kaptan, canavar düdüğüne asıldığı gibi Boğaz’ı inim inim inletiyor, adeta sarsıyormuş.
Şayet kaptan istediklerini yapmazsa, çocuklar bu defa tezahüratı,
– Ya ya ya, şa şa şa, Tahsin kaptan baş aşa!
diye tersine çeviriyor, kaptanı meyus ediyorlarmış.
Bunu eleştiren bir yazı yazan Necip Fazıl, ertesi gün vapura bindiğinde çocukların bütün şevkli ve ateşli tezahüratına rağmen kaptanda hiçbir cevabî hareketin görülmediğine taaccüp eder: “Sahili dolduran küme küme çocuk, Çengelköyü’ne kadar, yırtınırcasına, tepinircesine, çatlarcasına haykırdı. Kaptanda ne ses, ne seda!”
Bunun üzerine Necip Fazıl’ın bir arkadaşı belli etmeden bu garip durumun sebebini biletçiden sorar. Biletçiden “Muharririn biri gazetede bir şeyler yazmış; kaptan artık çocuklara cevap vermeyecek.” karşılığını alan Üstad, üzülür. Üzülür çünkü “eğlenceli bir tasvirden başka gaye” gütmeyen bir yazısının bu derece etkili olması onu mahcup etmiştir. Memleket ahvaline dair yazdığı onca yazının hiçbir netice hâsıl etmemesine mukabil, çocukların eğlencelerine dair yazdığı fantastik bir yazının elde ettiği muvaffakiyete sevinsin mi, üzülsün mü yazar? Sonunda feryadını şöyle dile getirir:
“Ahlâk suçu, idrak suçu, terbiye suçu, idare suçu gösteririz, dünyaya vız gelir; … cinayet haberi, felâket haberi, habaset haberi, şeâmet haberi veririz, tüy kıpırdamaz; minicik bir nükte yapalım deriz, lâfımız jandarma kasaturası gibi keskinleşir. Gel de iftihar et! Bin bir rezalet yuvası işlerken, kuş yuvası bozar gibi ihtiyar bir kaptanla masum çocuklar arasındaki oyunu dağıtmış olmaktan kalem kudreti namına mahcup oldum. Devleri öldürmeğe memur 42’lik bir topla bir serçe yavrusuna kıymışım gibi geldi bana.”
Yazarın, kaleminden utandığı anlar da vardır.
04 Temmuz 1997, Cuma